24.04.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
Seyhan Akıncı - Tennessee Williams, İkinci Dünya Savaşı'nın eli kulağındayken "The Glass Menagerie"yi yazmıştı. 1944'te prömiyer yapan oyun aynı zamanda taşıdığı otobiyografik öğelerle de önemliydi... Bu klasik metin; İpek Bilgin, Aslı Enver, Cem Yiğit Üzümoğlu ve Güven Murat Akpınar'ın performanslarıyla "Sırça" adıyla izleyiciyle buluşuyor. Bir klasiğe çok uzak bir zamandan bakmak, onu anlamak ve bazen sevmek (ki zorunda değiliz) hiç de kolay değildir. İbrahim Çiçek'in rejisinin, metni bu anlamda günümüze taşımak ve daha "21. yüzyıl diliyle" anlatmayı denemesi önemli. Hikâye kendimizi en güvende hissettiğimiz yerde geçiyor; evde. Oyun, ayağı kangren olduğu için topal kalan Laura'nın erkek kardeşi Tom’un, bize birazdan izleyeceğimiz hikâyeyi anlatmasıyla başlıyor. Tom, babaları evi terk ettiği, annesi ile kız kardeşinin ve geri kalan her şeyin yükü omuzlarına yüklendiği için kendini açmazda hisseden biri. Her sabah, sabah olmamasını dilediği bir ayakkabı atölyesinde çalışıyor. Tom, ona lokmalarını nasıl çiğnemesinin doğru olacağından topal ablasına görücü bulmasına, saçını nasıl taraması gerektiğinden sigarayı bırakmasına kadar sürekli neyi nasıl yapmasını söyleyen annesi ve içine kapanıklığı epey gürültülü olan Laura'nın gerçekliğinden sinemaya giderek kurtulmaya çalışan biri.
Tom'un sinema sevdasını anlamayan anne Amanda ise çok tanıdık. O kadar tanıdık ki; direnişi, sığlığı, kendi gerçekliğinden kaçışıyla en çok ona cız ediyor içiniz. Aralarında başka bir dünyanın hayalini kurmayan tek o çünkü. Yoksulluğun, faşizmin, adaletsizliğin dünyasında Amanda hâlâ Güney'de her pazar görücüleri geldiği için gururlu olan o genç kız. Ve bütün çabası kızı Laura için de en azından bir görücüyü eve getirebilmek. Çünkü kadın, sonunda terk edilse bile nikâh zaferiyle ayrılmalı bu mücadeleden. 15 yaşında düşlediği hayatı yaşamayan sadece Amanda değil elbet. Laura'nın büyük bir tutkuyla âşık olduğu Jim de bütün şansını lise yıllarında kullanmışcasına kendini Tom'la birlikte aynı ayakkabı atölyesinde buluyor. O, Amanda'dan farklı olarak yenilmişliğini şık bir ceket olarak giyiyor üstüne ve gittiği gece okulunda aldığı eğitimlerle parlak bir geleceği lise yıllığından gerçekliğe taşıyacağına emin. Laura ise sırça adını verdiği cam biblolarının ardından seyrediyor dünyayı. En az o bibloları kadar narin, kırılgan ve edilgen hayat karşısında.
Evrensel ve zamansız...
"Sırça" herkesin kendini bir diğerinin kurtarmasını beklediği bir sıkışmışlık hikâyesi. Amanda için Tom'un ayakkabı atölyesinden kazandığı 65 dolar ve Laura için gelecek o görücü, Laura için görünmezliğine sadece sırçalarının bakabileceği bir yalnızlık, Tom için sinema... Hikâye, insanoğlunun kalabalıklar içinde öğütülen, hep bir kurtarıcı bekleyen, bir kez daha hayal kırıklığına uğramaya tahammülü olmayan yanıyla evrensel ve zamansız. Oyun, insanın zaaflarının fotoğrafını oldukça yakından çekiyor. Büyük bir sözü yok. Sözü, hayata karşı senin söylemeni istiyor.
Hassas insanlara ihtiyaç duyuluyor
Oyunun yönetmeni İbrahim Çiçek sorularımızı yanıtladı.
20. yüzyılda kaleme alınmış bir metne bugünden bakmanın, onu sahneye taşımanın zorlu ve eğlenceli yanları nelerdi?
“Sırça”, tiyatroyla ucundan kıyısından ilişkilenmiş herkesin bildiği, okuduğu; oyunculuk yapmak isteyen herkesin içinden tiratlar seçip, çalıştığı bir oyun. Bu nedenle de neredeyse her seyircinin oyunun nasıl olması gerektiğiyle ilgili bir fikri var. Bu bilgiyle oyunu koymak zordu ama aynı zamanda sanırım eğlenceli kısmı da buydu. Bugün olduğum yerden, anlayabildiğim kadarıyla 1930’ların o kırılgan insanlarına “Evet, ben sizi anlayabiliyorum ve bu kabalık çağında sizin kadar hassas insanların varlığına ihtiyaç duyuyorum” diyebilmekti, oyun benim için.
Son dönemlerde oyunlarda projeksiyonun ya da ekranın kullanıldığını daha sık görüyoruz. “Sırça”da da bu var ve oyuna dinamizm katmış. Anlatı öğelerinin çoğalmasını nasıl yorumlarsınız?
Disiplinlerin yakınlaşması hatta birbirine karışması anlatımı kuvvetlendiren, zenginleştiren bir durum. Daha önce de bu şekilde oyunlar yapmıştım. Benim için başka alanlarda merak ettiğim, öğrenmek istediğim her şeyin bir yolu oluyor bu yakınlaşma.