05.07.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:
“Soytarı bir sorum olacak.”
‘Zaman mı kazanmaya çalışıyorsun?” diyerek bir kahkaha daha attı.
“O gazeteciye, kurbanların ağızlarından mandalina çıktığı bilgisini sen mi verdin?”
“Bravo sana, iyi tahmin etmişsin. Sen aslında zeki biriydin Kızıl. Ama buraya kadarmış.”
***
Engin bekliyordu, ben de gözlerimi kapamıştım. Birden arka arkaya iki el silah patladı. Gecenin karanlığını delip geçen iki güçlü ses. Sol omuzuma giren kurşunun ağır baskısını hissederken acıyla kıvrandım, ama ikinci kurşunun nereye girdiğini fark edememiştim. Sanki hayati bir organıma girmemişti. Omuzumda şiddetli acı devam ediyordu ama hayattaydım hala. Belki de ölmüş cehenneme yola çıkmıştım. Cennet ihtimali nedense pek aklıma gelmemişti. Neyse üçüncü kurşunu bekliyordum ama hiç ses yoktu. Çuval düşüşü gibi pat diye bir ses duydum; sonra da yine tanıdık birisinin, “Komiserim iyi misiniz?” diye bağırdığını…
Gözlerimi araladığımda elinde tabancasıyla Zühre’yi görmüştüm. Bu bir mucize olmalıydı. Birkaç metre ilerimde de yerde boylu boyunca yüzüstü yatan bir adam vardı, kıpırtısızdı.
“Ne oldu Zühre?” diye güçlükle fısıldayabildim. Zühre ağlıyordu. “Onu vurdum; öldü.”
“Kimi?”
“Engin’i…”
8 Kasım Cumartesi
Gözümü açtığımda hastane odasında olduğumu fark etmem uzun sürmedi. Yanımda Zühre şefkatli gözlerle bana bakıyordu.
“Nasılsınız komiserim?”
“Neler oldu?”
“Bu sabaha karşı saat beş gibi ameliyata alındınız. Kurşun başarıyla çıkarıldı ve şimdi uyandınız.”
“Kaç saattir uyuyorum?”
“Yaklaşık altı saattir.”
“Peki, her şey yolunda gitti mi?” derken anestezinin etkisi hala devam ediyordu. Savaştan çıkmış gibiydim. Her yerim sanki darmadağın olmuştu. Dudaklarımdan çıkan sesi zor duyuyor, dilim peltekleşiyordu.
“Her şey yolunda komiserim. Kendinizi fazla yormayın, dinlenin.”
“Sen iyi misin?”
“İyiyim.”
“Engin?”
“Anında eks.”
“Çok üzüldüm senin adına Zühre.”
“Üzülecek bir şey yok, siz haklı çıktınız. Henüz bilmiyoruz ama gerçekten pis bir işin içinde olduğu belli. Yapılacak bir şey yoktu. Ben onu vurmasam o sizi vuracaktı. Belki şu an sizinle konuşmuyor olacaktık.”
“Sana hayatımı borçluyum.”
“Asıl ben size hayatımı borçluyum komiserim.”
Birden kapı açıldı ve içeri Seza Komiser girdi. “Nasılsınız Ayvaz Komiserim?”
“İyiyim Seza, teşekkür ederim.”
“İyi gördüm ama senin biraz dinlenmen gerekiyor Ayvaz, vücut dilin öyle söylüyor.”
İkisi de “Bizler buradayız, sen dinlenmene bak,” diyerek dışarı çıktılar. Onlar çıkınca içeri hemşire girdi gülümseyerek. “Geçmiş olsun!” dedi. Teşekkür ettim. Sonra, “Bir şikayetiniz var mı?” diye sordu. Başımla hayır dedikten sonra, dibinde çok az kalan serum şişesini değiştirip çıktı.
Neler olmuştu merak ediyordum ama kendimi çok yorgun hissediyor; gözlerimi zor açıyordum. Birisi bir şey anlatmaya başlasa hemen uyuyabilirdim. Bir an önce iyi dinlenmeli, sonra da kendimi toparlamalıydım.
***
Engin ölmüştü demek ki… Her şey bitti dediğim anda Zühre hızır gibi yetişip hayatımı kurtarmıştı ama sevdiği adamı da öldürmüştü. Zühre için zor bir durumdu ve şimdilik olayın sıcaklığıyla bunu hissetmese de zaman içinde bu yaşadığı durum onda büyük bir travmaya neden olacaktı. Bundan emindim ve Zühre adına üzülüyordum. Umarım etkisi çabuk geçerdi. Bunları düşünürken dalmıştım.
İki saat sonra uyandığımda amir başucumdaydı. “Hadi uykucu toparlan artık!” diyerek sözüm ona espri yapıyordu. Zoraki gülümsedim. Ama kendimi daha iyi hissediyordum. Zühre ifade vermek için savcılığa gitmişti. Seza ise aşağıda hastanenin kafeteryasında çayını yudumluyordu. Bunları bana Amir söylemişti. Sezai Amir dün gece yaşananları bana tek tek anlatmıştı.
“Seza seni telefonla aramış haber vermek için ulaşamamış.”
“Evet telefonumun şarjı bitmişti ve kapalıydı.”
“Sonra Zühre’yi aramış. Durumu ona anlatmış. Zühre de Engin’i takibe almış. Sonra da olanlar malum.”
Sezai Başkomiser, Seza’nın ne öğrendiğini de anlatmıştı.
“Seza sitenin çevresini turlarken David ile Engin’i arka kapıda görmüş. Yani geçen sefer fotoğraf çektiği kapıda… Sitenin arka tarafından gizlice yaklaşmış, ikisi aralarında bir şeyler konuşuyorlarmış. Kulak misafiri olabilmek için sitenin içine duvardan sessizce atlayıp girmiş. Çalıların arasından daha da yaklaşıp dinlemeye başlamış. Engin David’e, ihbar edildiğini söylemiş. ‘Ama sadece birlikte görüldüğümüzün ihbarı bu. Yani ortada bir şey yok. Ama bu pislik başımıza bela olacak. Araç orada dururken bizim nasıl fotoğrafımızı çekti bu kadın anlayamadım,’ demiş. Sonra etrafa göz gezdirmiş. Seza ise çalıların arasına iyice gizlenmiş görmesinler diye. Sonra David, ‘İcabına bakmak lazım bu adamın,’ demiş. Engin de, ‘Ben bilirim ona yapacağımı,’ diyerek çıkmış gitmiş. Seza da hemen hareketlenerek şüphelenmesinler diye onlardan önce arabaya koşup sürücü koltuğuna yerleşmiş. Önce seni aramış, ulaşamayınca Zühre’yi arayıp haber vermiş. Zühre ise, Seza onu aramadan önce Engin’le konuşmuş. Engin ona nerede olduğunu sormuş. Zühre de şimdi otele geldiğini, senin kendisini bıraktığını ve Muğla’ya döneceğini söylemiş. Neyse, Seza, seni bulamayınca Zühre’yi arayıp durumu bildirmiş. Zühre de ‘Tamam ben hallederim,’ demiş. Sonra Engin’i arayıp nerede olduğunu sormuş. Engin de marinada bir arkadaşıyla Kahve Dünyası’nda oturduğunu söylemiş…”
Amir cebinde taşıdığı pet şişe suyundan bir yudum alıp devam etti.
ARKASI YARIN...