16.12.2009 - 19:26 | Son Güncellenme:
Vural Bahadır Bayrıl’ın “Arzuda Tenhâ” adlı kitabında, dizeler kısalmış, göndermeler tenhalaşmış ise de, eda yerli yerinde.
Vural Bahadır Bayrıl’ın şiirleri, ‘şiir gibi şiir’dir. Bu sözden, Bayrıl’ın yazdıklarından başka şiir tanımam gibi sınırlayıcı bir anlam çıkarılmamalı. Demek istediğim, bunların her katmanda şiir tadı alınarak okunabilecek türden şiirler olduğu.
Baştan beri şairane bir şiir yazıyor Bayrıl. Bu yıl yayımlanan “Arzuda Tenhâ” adlı kitabında, dizeler kısalmış, göndermeler tenhalaşmış ise de, eda yerli yerinde. “Âh!”lar, “ey!”ler ve süslü Divan sesleri azalmış, ama dil yine uyumlu ve uyaklı, yine iki dirhem bir çekirdek.
Gelenek tartışması
Şiirin bu türlüsü, en azından 1980’li yıllara kadar, çoktandır geride kaldığını düşündüğümüz, bir daha yenileneceği akla gelmeyen bir şeydi. Dolayısıyla, 1980’lerde bu dil başgösterdiğinde, çağını şaşırmış izlenimini uyandırmış, hatta alay konusu bile olmuştu.
Şiir ‘gelenek’ten alabildiğine kopmuş durumdaydı o zamanlar: Ölçüymüş, uyakmış, mazmunmuş, ünlem kullanımıymış, böyle cendereleri kimse takamazdı artık onun boynuna. Şiirsel olan ile şiir birbirinden ayrılmıştı, tıpkı fotoğraf geldiğinde resmin fotografik olmaktan çıkması gibi...
Öyle ki, 1980’lerin bazı şairlerinde eski dil ve eski kültür boy gösterdiğinde, bu durum doğrudan doğruya dönemin faşizan baskılarına yoruldu, tıpkı 1950’lerin İkinci Yeni’si gibi ‘kaçış’la açıklandı. Ama ardından, kıyasıya bir ‘gelenek’ tartışması sökün etti.
Oysa o arada ‘gelenek’ adı verilen kabın içeriği zenginleşmişti: Divan’dan, Servet-i Fünun’dan ya da Hece’den ibaret değildi artık: Tarihsel olarak, gelenek tanımama konusunda sonuna kadar gitmek de geleneğe dahil olmuştu. İkinci Yeni’nin atlıları çok kabaca bunu başardıkları için büyüktüler. Bir yolu, sonuna kadar gidebilmişlerdi.
Yol bitmiş miydi peki? Yolun gerisinde kaldığı düşünülen her şey, sanıldığı kadar ya da sanıldığı biçimde eski miydi? Refik Durbaş’ın “Geçti mi geçen günler” dize-sorusunun içerdiği sorulardan biri de budur bence.
Eskiye yer açmak
Her durumda, ‘80’li yıllarda her tür içselliğin, içrekliğin ve İkinci Yeni dahil tarihsel kültürlerin epeydir zorladığı kapılar açıldı. Ufukta bir yanda bir tür yeni gelenekçilik, bir yanda iç dünyaların mağaraları ve bütün bunları inceden inceye kuşatan bir nihilist eğilim belirdi.
Bayrıl dönemin birkaç iyi şairinden biri olarak öne çıktı.
İlk iki kitabının bendeki baskıları 2000 yılında Can Yayınları’ndan çıkanlardır: “Melek Geçti (1986-1992)” ve “Şer Cisimler” (1992-1996). Yeni kitabı “Arzuda Tenhâ” (1996-1998) gibi, o ilk iki kitap da yayımlandıkları yılın epey öncesine ait şiirler içeriyordu. Bu da kitap öncesi ince eleyip sık dokumalara işarettir.
Genellikle kuşağının ortak özelliklerinden biri olan ‘eve dönüş’ (eve/ başlangıçlara/ iç dünyaya/ çocukluğa/ anneye dönüş) izleği, Bayrıl’ın şiirlerinde egemen izlek denebilecek ölçüde varlığını duyurur. Aynı zamanda, şiirin öncelerine de dönüştür bu; mistik olan ve tasavvuf dahil. Bastırılan geri dönmekte ve zaman, düzçizgisel olmadığını ortaya koymaktadır.
Bayrıl’ın şiirinde yapılan, bir bakıma da, çıkıp gelen eskiye yer açmak, tarihsel olanı ölümden kurtarmaktır; ona aynı zamanda modernizmin yönelttiği radikallikte bir eleştiri yönelterek. Eskiler içinde yeni kalmış yollar bularak.
Canlı bir şiir mi yoksa ölü mü?
Bayrıl’ın şiiri, önemli edebiyat yapıtlarının okunmasında sıkça rastlandığı üzere birbirine taban tabana zıt yorumlara konu oldu. Haydar Ergülen, Mühür dergisinin 4. (Eylül-Ekim 2005) sayısında “canlı bir şiir” derken; Osman Çakmakçı, 14 ve 21.7.2009 tarihli BirGün gazetelerinde, hem de Bayrıl’ın son kitabı yeni çıktığı sırada, “ölü bir şiir” diye yazdı.
Çakmakçı, Bayrıl şiirine karşı en ağır sıfatları art arda sıralarken acele ediyordu bence. Bir süre durulmayı beklese, bu şiirin kendi kendisine de baktığını görebilirdi belki. “Hüsnüyusuf” adlı şiiri okuyabilirdi. Ama galiba o, Bayrıl’ı baştan kategorize etmişti.
Bana göre Bayrıl’ın bu kitabının asıl adı “Hüsnüyusuf”tur. Başlangıcı ve bitişi şöyle bu şiirin:
Ne istersin benden
Şark’ı kaybettikçe yükselen şarkı?
Uykulu meleklerle gelen.
* * *
Anıldıkça emsâl oldum.
Bilmez oysa
kimse. Taş aynalar gibi yoruldum
taşıdığım bu lanetli güzellikten.