11.05.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:
Müteahhit Şevki Kartal askerlikten malulen emekliye ayrılmıştı. Üsteğmen rütbesindeyken dağda girdiği silahlı çatışmada ağır yaralanmış ve ama yoğun tedavi sonrası kurtulmuştu. Ancak sol ayağı aksak kalmıştı. Sonra mimarlık okumuş ve başarıyla mezun olmuştu. Hiç evlenmemişti ve bu nedenle de çocuğu bulunmuyordu. Birlikte olduğu bir kadın da yoktu. Hatta onu bir kadınla bugüne kadar yalnız başına gören pek olmamıştı. Buna karşılık eşcinsel de değildi. Çünkü bir erkekle de ne görülmüş ne duyulmuştu. Bir ihtimal aseksüel biri olabilirdi. Bu bilgiler olay yerine çağrılan üç görevliden elde edilmiş bilgilerdi. Çalışanlarına göre düşmanı yoktu. Bugüne kadar ne bir tehdit almış, ne de bir olaya karışmıştı. Çalışanlar telefonla tehdit edildiğine dair bir şey duymadıklarını, hakkında da sosyal medyada olumsuz bir yazıya rastlamadıklarını belirtmişlerdi. Evin temizlik işlerini yapan Yonca Ayar, aşçı Bahattin Dilek ve bahçıvan Osman Duran’ı karşıma alıp onlara sorular sormaya başladım.
“Mandalina bahçelerini ortadan kaldırıp yerine evler yaptığı için çevreciler tarafından protesto edildi mi?”
“Şevki Bey pek öyle öne çıkan, sosyetede boy gösteren, gazetelerde yer alan birisi değildi; mazbut yaşamayı severdi. Otoriter, titiz ve zevkli biriydi ama bunca zenginliğine karşın şöhreti pek seven biri değildi. Sevdiği birkaç arkadaşı ile birlikte olmaktan hoşlanan biriydi. Evinde sohbet etmeyi, güzel yemekler yemeyi, mangal yapmayı, küçük partiler vermeyi seven ve bununla tatmin olan bir insandı. Zaten beş altıyı geçmeyen küçük çekirdek bir arkadaş grubu vardı.” dedi temizlikçi Yonca. Diğerleri de onu başlarıyla onayladı. Sonra Yonca üçünün sözcüsü gibi her soruyu cevapladı.
“Hiç mi bir ilişkisi yoktu? Veya eskiden var mıymış, biliyor musunuz?”
“Bir ilişkisi yoktu. Ama gençliğini bilmiyoruz. Oldukça ketum bir insandı. Biz bilmediğimiz gibi çevresine de pek anlatmazdı. Annesi ve babasını erken yaşta kaybettiğini biliyoruz. Tek çocuk olarak halası tarafından büyütülmüş. Askerden gazi olarak ayrılmış, sonra mimar olmuş. Gece gündüz çalışmayı, çizimler yapmayı seven biriydi. İşini çok severdi. Bir de sık sık Avrupa’ya seyahate giderdi. Özellikle İtalya’ya aşıktı. Çok fotoğraf çekerdi gittiği yerlerde. Bize karşı da hep nazik ve dostça davranırdı. Bir sıkıntımız olduğunda ilgilenirdi. Ama yüzünde hep bir hüzün vardı. Pek gülmezdi. Nadiren kahkaha attığını görmüşüzdür. O da arkadaşlarıyla çok keyifli anlarında,” dedi Yonca. Bahçıvan ilk kez söze girip, “Valla ben güldüğünü hiç görmedim komiserim.” diye ekledi. Sonra suskunluktan yararlanıp Osman tekrar söz aldı. “Mandalina bahçelerini severdi,” dedi eliyle bahçeyi göstererek. “Gördüğünüz gibi bu büyük bahçe, mandalina, limon, portakal ağaçlarıyla dolu.”
Osman’dan geri kalmamak için aşçı Bahattin de bir şeyler söyleme ihtiyacı duymuştu. “Ben de güldüğünü hiç görmedim ama sessiz sessiz ağladığını çok gördüm. Film seyrederken, müzik dinlerken zaman zaman ağlardı. Beni görünce hemen yüzünü çevirir, eliyle gözlerini silerdi. Ama ben onun ağladığını hemen anlardım. Naif biriydi.”
“Nedenini biliyor musunuz?”
“Hayır efendim, Yonca’nın da dediği gibi pek konuşmazdı.”
“Bir suçluluk yüzünden mi acaba? Vicdanını rahatsız eden bir şey mi yaşamıştı?”
***
Üçü birden bu soruya ne yanıt vereceğini bilemediler, birbirlerine baktılar. Yonca ağlamaklıydı. Neden sonra aşçı Bahattin, “Komiserim bilemiyoruz. Biz kendisinin hiç suç işlediğini görmüş değiliz. Yonca’nın dediği gibi geçmişini de pek bilmiyoruz,” dedi sürekli mutfağa doğru alışkanlıkla bakarak, sanki yemekleri kontrol eder gibi. Oysa evin sahibi ölmüş, mutfakta ocaklar yanmıyor, tencereler kaynamıyordu.
Olay Yeri İnceleme ekipleri işini bitirmişti. Dişe dokunur bir şey yoktu. Katil bir hayaletti öncekinde olduğu gibi. Zühre ile Cengiz çevreyi taramışlardı ama kimse bir şey ne görmüş, ne de duymuştu. Zaten görüp duymalarına da pek olanak yoktu. Katil işini iyi biliyordu.
Mutlaka öldürülen bu iki müteahhitin ortak bir noktası olmalıydı. Eğer bir şaşırtmaca falan değilse bu ortak noktanın anahtarı ise hiç kuşku yok ki mandalinalardı.
Şevki Kartal da Ortakent’te ona yakın site inşa etmiş, neredeyse bu beldenin en önemli müteahhitlerinden biri sayılırdı. O da tıpkı Orhan Aksoy gibi mandalina bahçelerini betona çeviren bir müteahhitti. İşte dediğim gibi ortak nokta buydu. Ama bunu dert edinip bu insanları, kim ya da kimler öldürüyordu?
Asıl soru buydu…
ARKASI YARIN...