03.07.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:
Zühre gülümsedi. Otelimize dönüyorduk. Ne Sedat Girit, ne Ömer Akbaş hiçbiri ortada yoktu. Ne de katil… Hepsi hayalet olmuşlardı sanki. Biri yurt dışında bir hayaletti. Biri kayıplardaydı ve nerede olduğu belli değildi. Yaşıyor muydu, ölmüş müydü, kimse bilmiyordu. Üstelik kaybolalı iki yıl olmuştu. Bir diğeri de üç kişiyi tepeledikten sonra tam bir sessizliğe bürünmüştü.
“Ne yapacağız komiserim?”
“Bekleyeceğiz, araştırmaya, soruşturmaya devam edeceğiz. Sezai Amir’i delirteceğiz, vesaire vesaire…”
Zühre başını salladı. Evimi özlemiştim. Birden pat diye, “Ben Muğla’ya döneceğim bu akşam, belki sabah gelirim,” dedim. Zühre bu ani çıkışım karşısında şaşırmıştı.
“Ne oldu, bir işiniz mi var?”
“Evimi özledim, evimde olmak istiyorum. Otel odasından sıkıldım. Yeteri kadar rahat değil. Hem kitaplarımı okumak, hem içkimi içip, sevdiğim müzikleri dinlemek istiyorum. Kısaca kendime istirahat verdim. Sen burada mı kalacaksın?”
“Evet, burada kalacağım.”
“Aslında senin burada olman iyi olur. Birimiz burada olsun hiç olmazsa…”
“Seza Komiser, Ali ile Cengiz de burada komiserim.”
Zühre ağzımdan laf almak, vazgeçilmez bir eleman olduğunu bana söyletmek istiyor gibiydi. Ben de istediğini verdim. “Ama senin olman daha iyi, toparlayıcılık, organizasyon bakımından başarılı birisin Zühre.”
Zühre’nin yüzünde bir tebessüm belirdi; tam istediği gibi bir övgü olmasa da, “Eh bu da hiç yoktan iyidir,” tebessümüydü bu.
“O zaman bir şey olursa haberleşiriz.”
“Anlaştık seni otele bırakayım.”
Zühre’yi otelin kapısına bıraktıktan sonra otoparkta aracın içinde bir süre oturdum. Sonra da amiri arayıp bütün gelişmeleri bir bir anlattım. Sedat Girit’ten, babası Sadık Girit’ten, Ömer Akbaş’tan, onun kupa ası olduğundan söz ettim. Hayattaysa Sedat Girit ve halen yurt dışında bulunan Ömer Akbaş’ın şüpheliler arasında bulunduğunu söyledim. Şimdilik David ve Engin’le ilgili bir gelişmenin olmadığını da ekledim. Amir de benimle aynı görüşteydi. Ömer Akbaş’ın yurda dönüşünü beklemek ve Sedat Girit’in de aranması gerektiğini söyledi. Kayıp Masası’ndan aldığım bilgiye göre, onlar her türlü aramayı yapmıştı ama Sedat Girit’in izine rastlayamadıkları için dosyayı rafa kaldırmışlardı. Adam buharlaşmıştı. Yapılacak bir şey yoktu.
Amirle görüşmem biter bitmez Güzide aradı ve sandal ile Sadık Girit’in cesedini bulan balıkçıların hayatta olmadıklarını, ikisinin de on beş yıl önce öldüğü bilgisini verdi.
Canım sıkılmıştı. Soruşturmada bir tıkanıklık oluşmuştu. Seza’dan da hiçbir haber yoktu. Seza yeteri kadar kendini vermiyordu. Çünkü aklı başka yerlerdeydi. Sürekli kaçak güreşiyordu. Olayı sahiplenmek yerine basit bir polis memuru gibi hareket etmeyi tercih ediyordu. Yeterince sorumluluk üstlenmiyordu. Aslında ona hak vermiyor değildim. Bir kere kendi soruşturması değildi. İstemeden, zoraki dahil edilmişti. Başlangıçta da bir tatsızlık yaşanmıştı. Hevesli görünüp beni de ezmek istemiyordu. Kendine göre haklıydı sonuçta. Ama Seza’nın bu soruşturmada olması, kısaca onun ölüsü bile insana güven veriyordu. Seza olduğu zaman insan kendini daha rahat hissedebiliyordu.
Aradım, hemen açtı. “Bekliyorum, ama adam aynı şeyleri yapıp duruyor. Bu adamdan bu şekilde takiple bir iş çıkmayacak, belki de izlendiğinin farkında. Bence elektronik dinlemeye alınmalı Ayvaz, bilgin olsun. Boşuna bekliyoruz.”
“Haklısın. Neyse bir iki gün daha izleyelim Seza, sonra icabına bakarız. Ben birazdan Muğla’ya dönüyorum. Bu akşam için senin bir planın var mı?”
“Ben gece yarısını kadar beklerim. Belki bu gece Ali ile Cengiz’i göndermene gerek yok. Çünkü gece yarısı bu adam hiç çıkmıyor. Takibi biliyorsa zaten hiç çıkmaz. Boşuna beklemiş oluruz. Sabah yedide gelip beklemeye devam edebilirim. Ben böyle düşünüyorum yine de sen bilirsin.”
“Tamam o zaman, sen bildiğin gibi yap. Ali ile Cengiz’e gitmemelerini söylerim. Bu durumda Bodrum’da kalacaksın sanırım.”
“Valla hazır otel odası varken gece yarısı Muğla’ya dönmenin bir manası var mı? Pazar sabahı dönmeyi düşünüyorum. Benim de bazı ihtiyaçlarım var. Görüşürüz o zaman, sana iyi akşamlar.”
“Sana da Seza Komiserim, her şey için teşekkürler.”
Seza’nın sesi ve konuşması bu akşam daha iyi geliyordu. Normale dönmüştü sanki Seza. Bu iyiye işaretti. Böyle değerli, yararlı, başarılı ve deneyimli bir polisin kendini harcaması teşkilat için büyük kayıp olacaktı.
Saat beşe geliyordu. Yola çıkmadan önce marinada bir şeyler atıştırmak istiyordum. Çünkü öğle yemeğini aceleyle hafif geçiştirdiğim için karnım çok acıkmıştı. Muğla’ya kadar dayanamayacaktım. Kendime ızgara tavuklu büyükçe bir salata ile yanında da buz gibi bir kola söyledim. Onları afiyetle mideme indirdikten sonra bir de üzerine okkalı bir Türk kahvesi iyi gelmişti; resmen kendime gelmiştim. Saat yediye geliyordu. Yaklaşık iki saat marinada oyalanmıştım. Biraz da mağazada kitap ve müzik CD’si bakarak zaman geçirdim. Tam marinadan ayrılırken Kahve Dünyası’nda bizim meşhur Soytarı’yı gördüm. Yanında tanımadığım birisiyle sohbet ediyordu. Şu işe bak ki, adam Bodrum’dan ayrılmıyordu. Kim izin veriyordu bu adama böyle sürekli. Bodrum’daydı ve aylaklık ediyordu resmen. Adam çalışmaya değil, sanki tatile gelmiş gibi bir havadaydı. Sevgilisi de buradaydı nasıl olsa, oh değme keyfine, tatlı hayat… Belki de kirli işler çeviriyordu. O da beni gördü ama nedense görmezden gelmeyi tercih etti. Benim de canıma minnetti; hiç çekemezdim zaten. Belkisi fazlaydı, Soytarı pis işler çeviriyordu; orası kesindi ama nasıl ispat edilecekti?
ARKASI YARIN...