30.04.2023 - 07:00 | Son Güncellenme:
Müjde Işıl - 59. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Film ve En İyi Senaryo Ödülleri’ni kazanan “Karanlık Gece” kötülüğün normalleşmesini, yaygınlaşan linç kültürünü, eril dili, erkek egemen baskıyı anlatarak son dönemde üzerine en çok konuştuğumuz yapımlardan biri oldu. Biz de filmi, yönetmeni ve senaristi (Murat Uyurkulak ile birlikte) Özcan Alper ile başrol oyuncusu Berkay Ateş’ten dinledik.
“Karanlık Gece”nin senaryosu nasıl ortaya çıktı? Size ilham kaynağı olan belirli kişiler, olaylar ya da eserler var mıydı?
Bir filme ya da senaryoya başlarken bazen bir şiir bazen bir fotoğraf ya da küçücük bir gazete haberi tetikleyici olabiliyor. Ama bu filmde daha çok ülkenin içinde bulunduğu ruh hâlinin yansıması belirgindi diyebilirim. Gezi zamanı yitirdiğimiz Ali İsmail Korkmaz ve diğer gençlerle beraber Nuh Köklü, Rabia Naz ve maalesef yıllarca ekmek parası için Karadeniz’e gelip kötü koşullarda çalışmak zorunda kalan, bir de üstüne lince maruz kalan Kürt tarım işçileri, yazım sürecinde etkilendiğimiz durumlardı. Bu ruh hâli içerisinde hikâyeyi yazmaya başladım sanırım.
Filmde çözülmesi gereken bir cinayet gizemi yok. Katiller belli, kurban belli ama seyirci gerilimi anbean hissediyor. Bu zor denklemi nasıl kurdunuz?
Evet, klasik bir polisiye hikâyedeki gibi katil kim ya da katil nasıl yakalanacak durumu yok filmde. Ama “O gece tam olarak ne oldu?” sorusu etrafında şekillenen bir merak unsuru ve gerilim söz konusu. Çünkü filmin esas meselesi, üzeri örtülmeye çalışılan bir suçun, unutturulmaya çalıştırılan bir olayın nedensellikleri ve bunun sorgulanması üzerine kurulu. Diğer taraftan dediğiniz gibi bir Amerikan polisiye matematiğindeki yüzeydeki olay ve olgudan çok, esas olarak bu suçun kişisel ve toplumsal psikolojik ve sosyolojik yönünü açık etme derdi var. Bir linç hikâyesi olması ve bu lincin aslında Türkiye’de nasıl bir kültüre dönüştüğü meselesi var. Bu zor denklemi Murat Uyurkulak gibi bu alanda uzman bir edebiyatçı ile çalışmak kolaylaştırmıştır diye düşünüyorum.
İshak’ın vicdanı olmasa her şeyin üstü örtülmüş durumda köyde. Kötülüğü, linç kültürünü normalleştirmek yukarıdan aşağı mı şekilleniyor, bireyden başlayıp yayılan bir salgın mı?
Özellikle kötülük meselesi, senaryoyu yazarken Murat ile en çok konuştuğumuz ve farklı okumalar yaptığımız bir durumdu. Öncelikle biliyoruz ki kötülük meselesi varoluşundan beri insanın hep içinde olan bir mesele. Hatta öyle ki Habil ve Kabil rivayetine kadar götürebileceğimiz bir durum. Mutlak iyi ve mutlak bir kötü olma hâlinden bahsedemeyiz. Ancak film esnasında, özellikle bizim de üzerine tartıştığımız, Terry Eagleton’ın kötülük üzerine de yazdığı gibi. Mesele bazen sadece dinsel ya da toplumsal basit olgularla açıklanamayacak kadar kompleks olabiliyor. Ama Türkiye’de özellikle sistemin linç kültürünü sürekli bir şekilde her türden ötekine karşı gerekli durumlarda kullandığını biliyoruz. Bu evet, yukarıdan aşağıya şekillenen bir kültür. Ama bir yandan da evde, okulda, sokakta ve her yerde bu kültüre maruz kaldığımız da aşikâr. Esasen linç olaylarına baktığımız zaman, gündelik hayata sızmış bu ırkçılığın Türkiye’de kendine özgü hâllerini görmek de mümkün. Özellikle, özgüven sorunu, aşağılık kompleksi, haset duygusu, sağlıklı yaşanmamış cinsellik ve bunun görünürde baskın bir erkeklik ve eril bir kültürle sarmalanması bu tarz durumlarda fazlasıyla karşımıza çıkmakta.
Obruk metaforu Tayfun Pirselimoğlu’nun “Kerr”inde de vardı ama Emin Alper’in “Kurak Günler”i ile “Karanlık Gece” arasında hayli benzerlik söz konusu. Aynı dönemde çekilmiş bu iki yapımdaki benzerlikler hakkında sizin düşünceniz nedir?
Bazen olabiliyor bu tarz benzerlikler. Gayet normal görüyorum. Açıkçası çok klasiktir, çokça söylenir ama insanlık tarihini toplasanız 30 tane öykü vardır. Geri kalan hepsi öykülemedir esasen.
Finalde insanlığın karamsarlığı ve doğanın umudu yan yana duruyor sanki. Sizce hangisi daha baskın?
Pandemi döneminde artık kendimizi yani insanı merkeze alan bir düşünüşten ve siyaset alanından uzaklaşmamız gerektiğini iyice anlamış olduk. Bu yüzden insanın değil, doğanın ve tüm canlıların merkezde olduğunu; insanın, doğanın hâkimi değil, onun bir parçası olduğunu anlamamız gerek. Veya şöyle de diyebiliriz: İnsan ancak doğa ile uyumlu olduğunda umudu ve özgürlüğü daha çok büyütecektir.
BERKAY ATEŞ: “Gerçek apaçık önümüzde”
İshak özellikle mental açıdan hayat vermesi zor bir karakter. Bu role ‘evet’ deme sebepleriniz nelerdi?
İshak çok derinlikli, katmanları olan, hem geçmişi hem bugünü yaşayan, bu farkı ortaya koymak zorunda olduğum ve beni zorlayacağına da inandığım bir karakterdi. Bağlama çalmayı, motor kullanmayı, dağcılığı öğrenmemi sağladı. Tabii bütün bunların dışında Özcan Alper filmleri hayatımda çok önemlidir. Bu sebepten de ‘evet’ demem zor olmadı.
“Karanlık Gece”nin, tiyatro oyununuz “Hakikat Elbet Bir Gün” ile ortak noktaları olduğunu düşünüyor musunuz? Filmin senaryosuna katkınız oldu mu?
Senaryoda bir katkım yok. Ancak Murat Uyurkulak ve Özcan Alper ile birlikte karakter ve hikâye üzerine çok fikir alışverişinde bulunduk. Benim bütün fikirlerime de açıklardı kendileri. Beni bir yazar olarak da kabul etmeleri çok kıymetliydi o süreçte. “Hakikat Elbet Bir Gün” ile ortak noktaları var filmin. Karanlıktan bir gerçeği ortaya çıkartmanın mücadelesi bu hikâyeler. Yaşadığımız dönem; hikâyeleri, filmleri, oyunları öyle ortaklaştırıyor ki… Gerçek apaçık önümüzde çünkü; bu döneme tanıklığımız bu hikâyeler.
Özcan Alper ve Emin Alper gibi bağımsız sinemamızın güçlü yönetmenlerinin filmlerinde rol almak mesleki açıdan size neler kazandırdı?
Her ayrıntıyı önemsemek, yönetmenin kurduğu dünyayı anlamak, dilini anlamak adına çok güven verici yönetmenler kendileri. Oyunculuğuma katkıları büyüktür. Emin Alper’i de Özcan Alper’i de çok kıymetli hikâyeciler olarak görüyorum. Karakterin gerçekliğini düşünerek, katmanlarını detaylı belirleyerek ortaya koyuyorlar. Oyuncuyu rahat bırakıp özgür bir sınır içinde gerçeğe ulaşmak için ellerinden geleni yapıyorlar.