28.07.2014 - 02:30 | Son Güncellenme:
ÖZGE ÖZDEMİR
Sadece filmlerde olduğunu sandığınız bir olay başınıza geldiğinde, hayatınızın dönüm noktalarından birindesiniz demektir. Benim maceramın başlangıç tarihi 19 Mayıs’a uzanıyor. Bir akşam spor salonuna gitmemle başladı. Yürüyüş yaparken yüzleri seçemediğimi fark ederek kaygılandım. Görüşüm düzelse de baş ağrısı ve bulantı peşimi bırakmadı. Kabus gibi bir gecenin ardından Milliyet’in yakınındaki bir hastaneye gittim. Nöroloji alanında uzman doktor Melahat Değirmenci Eser, beyin MR’ı çekilmesinde karar kıldı.
MR sonucunda beyin zarında menenjioma adlı bir tümörün varlığı ve tehlikeli boyutlara ulaştığı ortaya çıktı. Yıllar içinde mandalina boyutlarına varan tümörün cerrahi operasyonla alınması gerekiyordu. Yeri dolayısıyla neyse ki ameliyatla kolay bir şekilde temizlenebilirdi.
Geçirdiğim şokla haberi soğukkanlı karşılasam da, Eser’in nöbet riskinin önüne geçmek için hastaneye yatmamın iyi olacağını söylemesi paniklememe yol açmıştı. O akşam hastaneye yatana kadar yanımdan ayrılmayan Eser, haberin vereceği şokla ailemin sarsılmaması için de destek oldu.
Operasyonu gerçekleştirecek cerrah Prof. Dr. Talat Kırış ile ertesi sabah tanıştım. Kırış, kendinden emin ve sıcak tavrıyla operasyonu kolay bir şekilde atlatacağıma beni ikna etmişti. Tetkiklerin yapıldığı ve damar yoluyla ilaçların verildiği üç günün ardından ameliyat beklediğimiz gibi çok iyi geçti. Birkaç gün sonra Kırış tümörün iyi huylu olduğu haberini verecekti. Eser ve Kırış’ın desteğiyle kolay atlattığımız operasyonun ardından hastanede beş gün daha kaldım. Geçirdiğim beyin ameliyatı az riskli olsa da, psikolojik ve fizyolojik etkilerinin üstesinden gelmek kalmıştı geriye...
Hayatta biriken en büyük değer
Uzun bir zaman kendime döndüğüm, değiştiğim bir hastalık ve iyileşme sürecinin ardından gelen ilk bayram bu... Eğer insanın ailesi ve sevdikleriyle bir araya geldiği, dayanışmanın ve desteğin katmerlendiği zamanlarsa bayramlar; ben bayramımı hayatımın en zor döneminde yaşadım. Çünkü bu süreci atlatmamı sağlayan en önemli etmen, ziyaretleri, telefonları ve mesajlarıyla yalnız bırakmayan ailem, dostlarım ve arkadaşlarım oldu.
Anladım ki hayatımda biriktirdiğim en değerli şey, hastane odasında kaldığım 10 gün bir an bile yalnız kalmama izin vermeyen, kahkahaları koridorlara taşan sevdiklerimdi. Ameliyatın ardından bana tekrar bebeğiymiş gibi bakan annem, bir anda olgunlaştığını gördüğüm kardeşim, şaşkına dönen babam, her an yanımda olan erkek arkadaşım, ellerinde tümörün konduğu kavanozlarla Bakırköy’deki laboratuvara giden yakınlarım, her akşam iş çıkışı koşturarak gelen arkadaşlarım...
Milliyet gazetesinden arkadaşlarım ve genel yayın yönetmenimiz Fikret Bila, fırsat buldukları her an yanımdaydı. Kaygılar, yorgunluklar, baş ağrıları, kısacası yaşadığım en yoğun ve zorlu süreç; getirilen dergiler, anlatılan dedikodular, espriler, taşınan yiyecekler, kardeşimin şakalarına atılan kahkahalarla mandalina tadında bir bayrama dönüşmüştü.
Ameliyat sonrasında yatarak geçirdiğim her saniye ise düşündüğüm tek şey, “Hayatımdaki mutlu anları nasıl çoğaltabilirim?” sorusuna verilebilecek cevaplardı. Çünkü tek başıma kaldığım her an, ter basmaları, kâbuslar ve rüyalar sırasında, gözümün önüne hep mutlu olduğum anlar geliyordu. Öğrenciyken ya da iş hayatında kazanılan başarılar, günlük kaygılar değil; aklımda sürekli güldüğüm kareler vardı.
Hayat bir çelme takmasa, bunları düşünmek ve hayatta sahip olduklarıma minnet duymak için gerekli vakti bulamazdım. Bu satırları okuyan sizler için dileğim de hayatın size vakit yaratmasını ya da bayramları beklemeden, sahip olduklarınıza kocaman sarılmanız... Çünkü bir tanıdığınızın nasıl olduğunuzu sormak için araması ya da bir arkadaşınızın beklenmedik ziyareti asıl bayramınız... Yaşadıklarımdan yola çıkarak “her gününüz bayram gibi geçsin” temennisini yürekten diliyorum; sağlıklı, bol kahkahalı, sevdiklerinizle, Ege mandalinası tadında anları kastederek...