02.04.2020 - 07:00 | Son Güncellenme:
GÖRKEM EVCİ
Türkiye, bundan tam 29 yıl önce yine bugünküne benzer sorunlar yaşıyordu. Ortadoğu’nun bitmeyen kaderi mültecilik, yine Türkiye’nin sınırlarını zorluyordu. Irak’ta Saddam Hüseyin yönetiminin saldırılarından kaçan yüzbinler, Türkiye ve İran sınırına dayanmıştı. Sınırlara ulaşmak için yollara düşen halkın üzerine de bomba yağdırılıyordu. Milliyet’in 3 Nisan 1991 tarihli manşetine göre en az 200 bin insan Türkiye’ye girmek için sınırda bekliyordu. Haberde “Kuzey Irak’taki belli başlı şehirleri denetim altına alan Peşmergeler, Saddam’a sadık askerlerin hava üstünlüğüne dayanan saldırısına karşı ancak 20 gün direnebildi. Çoğunluğu Kürt ve Türkmenlerden oluşan bir milyona yakın insan umudunu Türkiye ve İran’a bağladı” deniliyordu. Sınırda gerçek bir dram yaşanıyordu. Birkaç gün sonra gazeteler açlıktan ve hastalıktan yüzlerce mültecinin öldüğünü yazacaktı.
Türkiye yalnız bırakıldı
Aynı gün Cumhurbaşkanı Turgut Özal başkanlığında olağanüstü olarak toplanan Milli Güvenlik Kurulu, Birleşmiş Milletler’i (BM) görevi çağırıyordu. Türkiye, 2.5 yıl önce yine saldırıdan kaçan 70 bin Iraklı Kürt’e sınırlarını açmış ama bu konuda batıdan beklediği desteği alamamıştı. Bu nedenle haberde Türkiye’nin 2.5 yıl önce ağır bedel ödediği belirtilerek, MGK’nın BM Güvenlik Konseyi’ni sorumluluk almaya davet ettiği kaydediliyordu. Türkiye’nin amacı insani yardımları Irak topraklarında sağlamaktı.
Güvenli bölge
İran ve Türkiye’nin, bu büyük göç dalgasını tek başlarına karşılayamayacaklarına ilişkin çekinceleri, sorunun Irak sınırları içinde “güvenli bölge” oluşturularak çözülmesi gerektiğini ortaya koyuyordu. 5 Nisan 1991’de BM, Irak yönetimini kendi halkına karşı uyguladığı “soykırıma varan insanlık dışı yöntemler” ve “yüzbinlerce kişinin göçe zorlanması” nedeniyle kınadı
İnsani nedenlerle Irak’ta 32. Kuzey Enlemi ile 36. Kuzey Enlemi arası uçuşa yasak “güvenli bölge” ilan edildi. Burada güvenlik Amerikan, İngiliz ve Fransız askerleri tarafından sağlanıyordu.
PKK’ya yardım tartışması
Krizin sona ermesi için ABD öncülüğünde batılı güçlerin, yanlış bir çeviri sonucunda Türkiye’de “Çekiç Güç” olarak isimlendirilen harekat kapsamında Irak’a girmesi de beraberinde başka sorunları getirecekti. (Harekata aslında silahın tetiğine basılmasına işaret eden “Poised Hammer” yani “Kalkık Horoz” ismi verilmişti. Bu Türkçeye “Çekiç Güç” olarak çevrildi.) O günlerde “insani yardım amacıyla başlatılan operasyonun Kürt devleti kurma amacına hizmet ettiği” yorumları yapılacaktı. 11 Ocak 1992’de Amerikan helikopterinin Irak’taki Kürtlere taşıdığı yardım malzemesini Türkiye sınırları içinde bir yaylaya bırakması, ABD’nin PKK’ya yardım ettiği tartışmasının en sembolik olaylarından biri oldu.
Avrupa’ya tepki: Yarısını siz alın
Tıpkı bugün olduğu gibi o günlerde de Avrupa’ya “yalnızca akıl verdiği” eleştirileri yöneltiliyor, ikiyüzlü bir tutum takındıkları söyleniyordu. Cumhurbaşkanı Özal, İngiliz Televizyonu Channel Four’a yaptığı açıklamada “Şimdi Avrupalılara soruyorum. Siz yarısını alın, biz de kalan yarısını. Bunu kabul ediyor musunuz?” diye soruyordu.
Yüzerek kurtuldular
2 Nisan’da saldırıların artması üzerine basın mensupları Irak’tan ayrılıp zorlu bir yolcuğun ardından Türkiye’ye geldi. Gazeteciler, saldırılardan kaçmak için Dicle Nehri’ni yüzerek geçti.
Osmanlı’da ilk ‘hastane’
İstanbul’da fakir ve kimsesiz Müslümanlar için yaptırılan “Bezmiâlem Gurebâ-yi Müslimîn Hastahanesi” 2 Nisan 1845’te hizmete başladı. “Gureba Hastahanesi” sağlık hizmeti veren vakıf kurumları arasında “hastane” ismiyle anılan ilk sağlık kuruluşuydu.
19. yüzyılın ilk yarısında İstanbul’da Fâtih Şifâhânesi, Süleymaniye Dârüşşifâsı, Haseki Hürrem Sultan Bîmarhânesi, Nurbânû Vâlide Sultan Bîmarhânesi gibi kurumlar sağlık hizmeti veriyordu. Bu kurumlar yeterli gelmeyince 1845 yılında cami ve çeşme ile birlikte 200 yataklı bir erkek hastanesi inşa edildi. Sultan Abdülmecit’in annesi Bezmiâlem Vâlide Sultan tarafından yaptırılan bu hastane, Bezmiâlem Hastahanesi, Vakıf Gureba Hastahanesi, Gurebâ-yi Müslimîn Hastahanesi gibi farklı isimlerle anıldı. “Garip” sözcüğünün çoğulu olan “gureba” Arapçada “kimsesizler” anlamına gelir. “Gureba Hastahanesi” sağlık hizmeti veren vakıf kurumları arasında “hastane” ismiyle anılan ilk sağlık kuruluşuydu.
İkincisi Mekke’de
Bezmiâlem Vâlide Sultan, 1850’de Mekke’de ikinci Gureba Hastahanesi’ni inşa ettirmeye başlamış ancak bu hastane torunu II. Abdülhamid tarafından tamamlanmıştı. 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra Osmanlı topraklarında pek çok “gureba hastanesi” kuruldu.
Hastane bugünkü Çapa ile Vatan Caddesi arasında yer alıyordu. Hastahanede biri bulaşıcı hastalıklar için ayrılmış on iki koğuş, bir eczane, görevliler için beş oda, hamam, mutfak ve çamaşırhane bulunuyordu. Vakfın kurucusu tarafından vakfın işleyişiyle ilgili olarak düzenlenen ve “vakfiye” adı verilen belgeye göre gerekli ilâç ve gıdaların bol miktarda satın alınması istenmişti. Hastaların yiyeceklerinden tasarruf yapılmaması, besleyici gıdaların verilmesi gerektiği ifade edilmişti. Ayrıca tedavisi mümkün olmayan hastaların hastaneye alınmaması şartlar arasındaydı.
Yeni binalar yapıldı
Hastane, 20. yüzyılın başlarına kadar tarihî binasında hizmet verdi. İhtiyacı karşılayamayınca bugün İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi’nin bulunduğu yeni binalar yaptırıldı. Bu süreçte binalar farklı zamanlarda birçok kuruma tahsis edildi. Yeni binalar, tarihî binanın bazı bölümleri ile birlikte 1933’te İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi’ne tahsis edildi. 1969 yılında ise şimdiki hastanenin temelleri atıldı. Ancak hastane 1992 yılında hizmete alınabildi.
Tıp Fakültesi oldu
4 Nisan 2010’da Bezm-i Alem Valide Sultan Vakfı, Abdülhamit Sani Vakfı, Silahtar Abdullah Ağa Mazbut Vakıfları adına Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından Bezmialem Vakıf Üniversitesi kuruldu. Bu vakıflara ait tüm mal varlığı da devredildi. Valide Sultan Vakfı’na ait olan hastane de tüm eklentileriyle birlikte 25 Ekim 2010’da üniversiteye devrolundu. Böylece Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi ismini aldı.
Hastanenin ilk kadrosu
Hastanenin ilk kadrosu şöyleydi: Hastane müdürü, başhekim, başhekim yardımcısı, başeczacı, eczacı yardımcısı, başcerrah, cerrah yardımcısı, sülükçü, ilaç teknisyeni, katip, maaş dağıtıcısı, başkahya, kahya yardımcısı, aşçı, başhademe, hademe, berber, kapıcı. İlk kadrodaki cerrahlar ve eczacılar “alaylı” olarak yetişmişti, yalnızca iki doktor Tıbbiye mezunuydu.
Devlet işlerinde etkin rol aldı
Bezmialem Valide Sultan’ın, aslen Gürcü olduğu, saraya cariye olarak geldiği bilinmektedir. 2. Mahmud’un eşi olan Valide Sultan’ın oğlu Abdülmecit, henüz çocuk yaşta tahta geçmişti. Bu nedenle Valide Sultan’ın devlet işlerinde yol gösterici olarak rol aldığı söylenmektedir. 1853’te vefat eden Valide Sultan, İstanbul Çemberlitaş’ta Sultan ll. Mahmud Türbesi’nde gömülüdür.