04.04.2014 - 02:30 | Son Güncellenme:
Esra Alus - Arif Balkan / İSTANBUL
Türkiye tarihinin en kapsamlı davalarından biri olan ve yargılama sırasında birçok eleştiriye neden olan Ergenekon davasının tartışmalı gerekçeli kararı dün İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından açıklandı. Özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasıyla yetkili olup olmadığı tartışılan mahkeme tarafından 8 ayda tamamlanabilen 16 bin 798 sayfalık gerekçeli kararda, sanıkların bugüne kadar yaptığı savunmalar, soruşturma aşamasında ele geçirilen belgeler ve mahkeme heyetinin Ergenekon’un varlığına ilişkin tespitlerine yer verildi. Ancak gerekçeli kararın en çarpıcı bölümü, önsöz oldu. Mahkeme heyeti, 20 sayfalık önsözde, yargılama aşamasında kendilerine yöneltilen eleştirilere tek tek cevap verdi. Kararın Ulusal Yargı Ağı’na (UYAP) yüklenmemesi ve basın mensuplarına dağıtılan metnin sayfalarında hakimlerin imzasının ve mührünün bulunmaması sanık avukatları tarafından “Korsan gerekçeli karar” yorumlarına neden oldu.
‘Kamuoyunun yeterli bilgisi yok’
Mahkeme heyeti, gerekçeli kararın 20 sayfadan oluşan önsözünde davaya ilişkin eleştiriler ve “Genelkurmay Başkanı’ndan terörist mi olur?” şeklindeki yorumlara cevap verdi. 20 sayfalık önsözün satır başları şöyle:
“Mahkememizde karara bağlanan davada, Ergenekon Terör Örgütü’nün özellikle Bülent Ecevit başbakanlığındaki 57. Hükümeti ve Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan başbakanlıklarındaki 58. ve 59. hükümetleri hedef alan faaliyetlerini yoğunlaştırdığı anlaşılmaktadır. Türkiye’de adi suçlar hakkında toplumun genel bir bilgisi, algısı ve kültürü söz konusuyken, özellikle yasama ve yürütme organı aleyhine işlenen suçlar hakkında aynı şeyin söylenmesi mümkün değildir.
Çünkü bugüne kadar maalesef bu tür suçlar yargılama konusu yapılamadığından, toplumsal algı şekillenmemiştir. Bu yüzden kamuoyunun bir kısmının bu suçlara neden ağırlaştırılmış müebbet hapis öngörüldüğü konusu hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığı görülmektedir. Oysa, sosyo-psikolojik bir gerçekliktir ki, adi suçların tavan yaptığı dönemler hükümetlerin faaliyetlerinin durdurulduğu ve/veya engellendiği ‘askeri darbe öncesi - sırası ve sonrası’ dönemlerdir.”
‘Darbeye devrim diyorlar’
“Yapılan savunmalarda, Ergenekon Terör Örgütü’nün faaliyetlerinden dolayı sanıkların suçlandıkları hususu görmezden gelinerek, Türk ordusuna büyük bir buhtan yapıldığı iddia edilmiş ve sanki Türkiye’de hiç darbe olmamış ve hükümetlerin görevi sekteye uğratılmamış gibi bir yaklaşım sergilenmiştir.
Oysa ülkeyi darbeye götüren süreçte gelişen acılarla dolu olaylar ve bu olayların ardından gerçekleşen müdahalelerin izleri hala tam olarak silinememiştir. Bu gerçekliği kim görmezden gelebilir. Buna karşın sanıkların özellikle belli bir kısmının gerek telefon konuşmalarında, gerek yazılarında ve gerekse savunmalarında 1960 askeri darbesini, bir devrim olarak değerlendirdikleri, bu tür bir müdahalenin gerçekleşmesini açıkça ifade ettikleri, ordu millet el ele bir araya gelmesiyle ordunun gidişata dur demesi gerektiğinden bahsettikleri görülmüştür.
Bunun yanında Ergenekon Terör Örgütü’nün gerek yönetici ve gerekse üye konumundaki hemen hemen tüm mensupları ülkede bir askeri müdahale veya darbe ortamının oluşmasını istemekte, hatta memleketin kurtuluşu için bunun olmazsa olmaz olduğunu düşünmekte ve yaptıklarını bir Kuva-yı Milliye Harekatı olarak değerlendirmektedirler. Dosyada bu tür yüzlerce delil mevcuttur.”
“Dava sürecinde, dosyadaki delillerin benzer örgüt davalarında olmadığı kadar güçlü, çeşitli ve çok olduğu görülmüştür. Örneğin, bu davadaki deliller ile benzer mahiyetli Susurluk davasının delillerinin kıyaslanmasının dahi mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. Bunun yanında yargılamanın her aşamasında mahkememiz yargılanan örgütün varlığını çok açık ve net olarak devamlı gözlemlemiştir. Ergenekon Terör Örgütü’nün kamuoyu oluşturma gücü, sanıklar arasındaki hem henüz haklarında dava açılmamışken hem de dava açıldıktan sonraki dayanışma ve görünürde aralarında herhangi bir irtibat ve tanışıklık olmayan sanıkların adeta gözü kapalı birbirlerini yargılama öncesi ve sırasında savunmaları ve kefil olduklarını beyan etmeleri, özellikle kovuşturma aşamasında birbirleri lehlerine beyanda bulunmaları ve birbirleri aleyhinde olan önceki ifadelerini değiştirmeleri, daha sonra bu yeni ifadeleri kullanarak geçmişte verilen ve aleyhlerinde olan ifadeleri tevil etmeleri ve düzeltmeleri, ‘Burada yargılanan kişileri saygıyla selamlıyorum, Cumhuriyet’e bomba atanlar ve Danıştay’a saldıranlar dışında buradaki hiç kimsenin suçu yok’, ‘Herkes vatansever, sanıklar delikanlı çıktı, kimse aleyhte konuşmadı’ vs gibi sözleri devamlı dile getirmeleri, mahkeme hakimlerini ortak savunma stratejisine uygun olarak gözü kapalı eleştirmeleri ve sıklıkla redd-i hakim talebinde bulunmaları, aynı zamanda sistematik bir şekilde hakaret ve tehdit etmeleri, bazılarının savunmalarında mahkemeye yansıtmaya çalıştıklarının aksine gözlemlenen yakın ve samimi irtibatları, genel olarak birbirlerinin aleyhine beyanda bulunmaktan ısrarla kaçınmaları, hatta çok açık bir şekilde kendilerinin aleyhinde bilgi ve belge yakalatan veya konuşan sanıklar hakkında en küçük bir tepki göstermeyip, ‘yargılamanın sonunu beklemek gerekir’ vs şeklinde bir yaklaşım sergilemeleri gibi durumlar mahkememizin gözlemlediği bu çeşit yüzlerce olguya sadece birkaç örnektir.”
‘Muhalif diye değil’
“Tüm örgüt belge içerikleri incelendiğinde her yönüyle bir terör örgütü ile karşı karşıya kalındığı açıkça görülmektedir. Örgüt belgelerinin ayrıntılı anlatıldığı bölümde bu husus açıkça ortaya konulmuştur. Ergenekon Silahlı Terör Örgütü Davası İtalya’daki Gladio Davası dışında dünyada bilinen diğer tüm davalarla hacim ve içerik olarak kıyaslanamayacak kadar devasa bir özelliğe sahiptir. Bu davada, içlerinde Genelkurmay Başkanı, ordu komutanı gibi üst düzey askeri sanıklar olduğu gibi, siyasi parti yöneticiliği, avukatlık, gazetecilik, akademisyenlik, taksicilik ve çaycılık gibi meslekleri icra eden toplumun hemen hemen her kesim ve mesleğinden kişilerin de bulunduğu görülmektedir. Her ne kadar belli meslek ve siyasi gruplara mensup bir kısım sanıklar icra ettikleri mesleki faaliyetleri ve AKP Hükümeti’ne muhalif kimlikleri dolayısıyla yargılandıklarını savunsalar da bunun doğru olmadığı ortadadır.”
‘Başbuğ’a terörist demedik’
“Sanıklar tarafından ‘Bir Genelkurmay Başkanı’ndan nasıl terörist olur?” söylemleriyle oluşturulan bir algı söz konusu olmuştur. Öncelikle ifade etmek gerekir ki, terörist kelimesi hukuki değil, basın yayın organlarının kullanmayı tercih ettiği siyasi bir kavramdır. Hukukta ise terör suçlusu kavramı tercih edilir. Terörle Mücadele Yasası kapsamında terör örgütü olarak değerlendirilen suç örgütlerinin mensuplarının belirli eylemleri de terör suçu sayılmaktadır. Bu kapsamda yasa koyucu Devlet leyhine işlenen TCK 309, 311, 312 gibi maddelerdeki suçları terör suçu olarak kabul etmektedir. İkinci olarak gerek teoride ve gerekse pratikte herkesin, her türlü suçun sanığı olması mümkündür. Terör suçları siyasi içeriği de olan suçlardır. ‘Genelkurmay Başkanı’ndan terörist mi olurmuş’ söylemi bir başka açıdan da çelişki içermektedir. Çünkü bir mahkeme eğer böyle bir kişinin hiyerarşik olarak altındaki kişilere aynı eylem dolayısıyla ceza vermişse, ‘Yasalar önünde herkes eşittir’ ilkesi gereği bu kişilerin eylemlerinin ortağı olan komutana da ceza vermesi kaçınılmazdır.”
“Çok çalıştık” mesajı
“Mahkememizin yaklaşık 5 yıl süren kesintisiz yargılaması dünya tarihinde bugüne kadar eşine rastlanması mümkün olmayan bir gözlem olanağı sağlamış ve yüz yüze yargılama ilkesinden beklenen maslahat tam olarak gerçekleşmiştir. Mahkeme heyeti yargıladığı sanıkları her yönüyle gözlemlemiş, dosyadaki deliller karşısındaki tavır ve söylemlerini yakinen değerlendirmiştir. Haftanın 4 günü, çoğu gün resmi mesai saatlerinin üzerinde bir süre içinde yapılan 620 duruşma boyunca sanıkların suçlamalar karşısında yaptıkları savunmaların isnatları hangi ölçüde karşıladığı, savunmalarındaki mesajları, birbirleri hakkındaki beyanları, ortak hareketleri, yargılama sırasındaki örgütsel dayanışma ve tavırları ve benzeri gibi gözlemlenen birçok husus vicdani kanaatın oluşmasına katkı sağlamıştır... Mahkeme heyetinin bu yargılamada sırtına çok ağır bir yük yüklenmiştir. Mahkeme hakimleri hem bu derece ciddi iddiaları içeren yargılamayı kesintisiz olarak yapacak, hem dosyayı inceleyecek, hem duruşmalara hazırlanacak, hem sanıkların taleplerini karşılayacak, hem sanıklar, müdafileri ve etkiledikleri kamuoyunun bir kısmının gayri hukuki ve insafsız propagandalarını göğüsleyip, kasıtlı olarak oluşturulmak istenen reddi hakim sebeplerinin oluşmasına fırsat vermeyecek, hem moral ve motivasyonunu kaybetmeden çalışacak ve hem ‘Hâkim hükmüyle konuşur’ ilkesine sadık kalmaya özen gösterecek, ama doğal olarak kasıtlı olarak oluşturulan ve olgularla örtüşmeyen algının üstesinden gelmenin zorluğunu yaşayacak, hem dava dışı unsurların konjonktürel lehe/aleyhe beyanlara karşı bir şey diyememenin sıkıntısını yaşayacaktır. Bütün bu zorluklara rağmen yargılama usul kurallarına son derece dikkat edilerek ve titiz bir çalışma sürdürülerek sonlandırılmıştır.”
‘Bağımsız ve tarafsız’
“Sonuçta mahkememiz kararını bağımsız ve tarafsız olarak, tam bir vicdani kanaatle vermiştir. Ergenekon Terör Örgütü’nün hedeflediği amacın tam olarak gerçekleşmesi durumunda milyonlarca insanın ve bunların ailelerin yaşayacağı acı düşünüldüğünde, millet adına karar veren mahkememizin aldığı kararla, milletin vicdanına ne kadar değer verdiği açıktır... Mahkememiz 30 yılda bitmez denilen davayı gece gündüz, hiçbir mesai gözetmeksizin, senelik resmi izinlerinin çok az bir kısmını kullanıp geri kalanında yine yargılama faaliyetine devam ederek, hafta içi ve hafta sonu geç vakitlere kadar çalışarak bitirmiş, bu çok karmaşık davada verdiği kararın gerekçesini de büyük bir gayretle tamamlamıştır. Gösterilen tüm olumsuz tavır ve tepkiler, sarf edilen kem sözler büyük bir sabırla ve hakimlik mesleğinin vakar ve haysiyetine uyar şekilde karşılanmıştır.”
‘İfadeler yazdırıldı' iddialarına cevap
“Soruşturmadaki kendi beyanları içinde aleyhlerine olanları, polisin, savcının ve hatta hâkimin yazdığı/yazdırdığı iddiasının hukuki hiçbir geçerliği olmadığı gibi, bu gibi bir savunmanın da olumsuz değerlendirileceği ortadadır. Yargıtay içtihatları da bu doğrultudadır. Sanıkların aşamalardaki tüm ifadelerinin müdafileri huzurunda alındığı göz önünde bulundurulduğunda soyut bir iddiadan öteye geçmeyen bu tür isnatların hukuki bir geçerliği yoktur.”
Savunma süresini neden kısıtladık
“Savunma hakkı kapsamında bir sanığın kesintisiz, yani savunmasını hakimin dikte ettirerek yazdırmadığı şekilde savunma yapmasının sanığa sağladığı psikolojik yarar dikkate alındığından dolayı mahkememiz bu yöntemi yargılamanın sonuna kadar devam ettirmiştir. Bu yöntemle bir sanığın yaptığı 1 saatlik savunma, diğer yöntemle yapılan yarım iş günlük bir savunmaya karşılık gelmektedir. Ancak yargılamada sırasında sanıkların kendileriyle alakalı iddiaları cevaplandırma yanında dava dışı birçok beyanda bulunmaları ve kendilerine tanınan savunma hakkını kötüye kullanmalarının davayı uzatıcı ve adil yargılamayı zedeleyici gibi sonuçlar doğurması nedeniyle tanınan sınırsız savunma yapma süresi belli kriterlere bağlanmıştır.”
‘Kumpas ortada, gerekçeyi ciddiye almıyorum’
Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ, Ergenekon Davası’nın gerekçeli kararını ‘ciddiye almadığını’ söyledi. Başbuğ, Balyoz hükümlüsü emekli Korgeneral ve MHP milletvekili Engin Alan’ı dün Sincan’daki Ankara Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü’nde ziyaretinin ardından gazetecilere açıklama yaptı. “Özel yetkili savcıların hazırladığı iddianameyi ciddiye almadım. Özel yetkili mahkemenin verdiği kararı ciddiye almadık” diyen Başbuğ, gazetecilerin Ergenekon davası gerekçeli kararıyla ilgili sorduğu sorulara da şu cevabı verdi: “Bugün Türkiye’de bu özel yetkili mahkemelerde süre gelen davaların kumpas olduğu ve bu kumpası yapanların seçilmiş polisler, savcılar, yargıçlar olduğu söylenildiği bir ortamda bana lütfen kalkıp bu gerekçeli karar hakkında ne düşündüğümü sormayın. Ciddiye almıyorum. Size de tavsiyem zamanınızı fazla bununla harcamayın. Sayın mahkeme üyeleri 16 bin sayfa değil 116 bin sayfa da gerekçe yazsanız siz o kararı savunamazsınız.” Başbuğ, Alan’ı ziyaretiyle ilgili ise “Engin Alan her zaman olduğu gibi kendi tabiriyle bomba gibi. Alan bu sürecin kahramanlarından bir tanesi” dedi. (ANKARA Milliyet)
‘Boru’ da gerekçede!
Ergenekon davasında müebbet hapis cezası alan eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ ile ilgili olarak delillerin incelenmesi bölümünde hakkındaki tüm iddialar, yaptığı basın açıklamaları, hükme ilişkin değerlendirmeler 185 sayfada anlatıldı.
İLKER BAŞBUĞ:
“Sanık Dursun Çiçek tarafından, örgütün eylem ve faaliyetlerinde kullanılmak üzere illegal olarak kurulduğu anlaşılan internet sitelerinde, aynı amaç doğrultusunda, çok yoğun olarak, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, Ak Parti ve dini cemaatler aleyhine, kara propaganda mahiyetli yayınlar yapıldığı, bu sitelerin basında yer alması nedeniyle, yayınların geçici olarak durdurulması üzerine, sanık İlker Başbuğ’un talimatı ile sitelerin farklı isimle ancak aynı içerikle kara propaganda faaliyetlerine devam edebilmesi için çalışma yapıldığı, Ak Parti ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti aleyhine kara propaganda içerikli daha önce yapılan yayınlara, hangi yol ve yöntemlerle devam edileceği yazılı olan Andıç isimli çalışmayı onaylayarak uygulamaya koyduğu, yine sanığa bağlı olarak örgütsel faaliyet yürüten sanık Dursun Çiçek tarafından, sanık İlker Başbuğ’un kontrolünde ve bilgisi dahilinde, ‘İrticayla Mücadele Eylem Planı’ isimli plan hazırlandığı...”
Gerekçeli kararda, Başbuğ’un, görev yaptığı dönemde Ergenekon soruşturmalarına ilişkin yaptığı basın açıklamaları ve verdiği ropörtajlarla, soruşturmaları itibarsızlaştırmayı ve bu yönde kamuoyu oluşturmayı amaçladığının anlaşıldığı da belirtildi. Kararda, Başbuğ’un “kâğıt parçası” ve “boru” tabirlerine vurgu yapıldı.
MUSTAFA BALBAY:
“Ergenekon Terör Örgütü yöneticisi ve gazeteden amiri konumunda olan İlhan Selçuk tarafından verilen ve bizatihi iletilmesi gereken talimatları / mesajları diğer örgüt üyelerine ulaştırdığı, onların mesajlarını da İlhan Selçuk ve diğer örgüt yöneticilerine ilettiği, pek çok örgüt yöneticisi ve üyesi ile olan irtibatının ve kendi yazdığı günlüklerin bu durumu teyit ettiği, darbe çalışmaları kapsamında CÇG ile sivil toplum örgütleri arasında koordinasyonu sağlama ve bunları tek merkezde toplayarak kitlesel eylemlerde etkin bir güç olarak kullanma amacı ile Ulusal Birlik Hareketi toplantılarına katıldığı ve görev aldığı, Türkiye’de darbeler tarihinde önemli yere sahip olan ve Başbakanın idamı ile sonuçlanan 27 Mayıs darbesinin sembolü olan ‘Genç Subaylar Tedirgin’ şeklinde manşetlere imza attığı, dolayısıyla CÇG faaliyeti kapsamında planlanan ‘Yakamoz’, ‘Ayışığı’, ‘Eldiven’ adı verilen darbe yoluyla hükümeti devirmeye teşebbüs faaliyeti içinde aktif olarak yer aldığı” belirtildi.
TUNCAY ÖZKAN:
“Ergenekon silahlı terör örgütünün amaçları doğrultusunda faaliyette bulunduğu, yönettiği veya işbirliği yaptığı yayın kuruluşları ve çeşitli sivil toplum örgütleriyle ortak hareket ederek örgütünün kara propaganda, dezenformasyon ve psikolojik savaş amaçlarına uygun çalıştığı” belirtildi. “Ergenekon silahlı terör örgütünün, Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki birçok mensubu ile irtibatı bulunduğu, çevresindekilerce askeri kesimin temsilcisi olarak algılandığının 16 Aralık 2003 tarihli görüşmesinde kendisi tarafından ifade edildiği görülmüştür” ifadesine yer verildi.
PROF. FATİH HİLMİOĞLU:
Ergenekon terör örgütü üyesi olduğu ve örgütün 2003-04 yıllarında yapmayı planladığı darbe çalışmalarına iştirak ettiği öne sürüldü.
DOĞU PERİNÇEK:
Ele geçirilen dokümanda Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek’e “Fethullahçı” denmek suretiyle fişleme yapıldığı bildirildi. “Perinçek’ten ele geçen birçok belgede ve kendi söylemlerinde, seçimle gelen mevcut AKP Hükümetinin meşru olmadığı, düşman olarak kabul edildiği, Türk Silahlı Kuvvetleri ile koordine içinde örgütlenilmesi, ülkenin iç ve dış düşmanlara karşı korunarak, yitirilmekte olan bağımsızlığın tekrar kazanılması gerektiği, ülkenin düşman işgali altında olduğu, yeniden bir Kuvayi Milliye Hareketi’ne ihtiyaç duyulduğu gibi konuların devamlı surette işlendiği, mevcut ortamın bir savaş dönemi olarak tasvir edilerek, kitlelere ve yoğun olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’ne harekete geçme çağrısı yapıldığı” belirtildi.
PROF. YALÇIN KÜÇÜK:
“Ergenekon terör örgütü içindeki faaliyetleri noktasında Doğu Perinçek ile örgütün reorganizesinde görev alması, örgütün faaliyetlerinin düzenlenmesinde, örgüt kararlarının alınması ve uygulanmasında emir ve talimat verme yetkisine sahip olması” nedeniyle örgütün yöneticisi olduğunun tespit edildiği belirtildi.
HURŞİT TOLON:
Askeri müdahaleye zemin oluşturma amacıyla toplumu hükümete karşı kışkırtmak amaçlı düzenlenen miting ve toplantıların organizasyonunda yer aldığı belirtildi.
DURSUN ÇİÇEK:
“2004’te atandığı Psikolojik Harekat Başkanlığı’nda ve sonraki adı ile Bilgi Destek Daire Başkanlığı’nda görevli iken, çalışmakta olduğu kurumun imkanlarını da kullanarak, Ergenekon silahlı terör örgütünün amaçları doğrultusunda, sanıklar İlker Başbuğ ve Hasan Iğsız’ın emir ve talimatıyla ‘İrticayla Mücadele Eylem Planı’ isimli planı hazırlamıştır” denildi.
ALPARSLAN ARSLAN:
Ergenekon silahlı terör örgütünün amaçları doğrultusunda, ülkede kaos ve kargaşa ortamı yaratıp, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni cebir ve şiddetle ortadan kaldırmak veya görevlerini yapmasını engellemek için Cumhuriyet gazetesine el bombası atılması, Danıştay 2. Dairesi’ne silahlı saldırı düzenleyerek, 1 kişiyi öldürme ve 4 kişiyi öldürmeye teşebbüs suçlarını işlediği belirtildi.
‘Susurluk’ta derin yapıya ulaşıldı’
Gerekçeli kararda Susurluk’a da ayrı bir bölüm ayırıldı. Önsözde Susurluk’a ilişkin şu tespit yer aldı:
“Derin Devlet/Kontrgerilla/Gladyo/Süper NATO isimleriyle anılan ‘Derin Yapı’ ilk kez yargı önüne çıkarılmıştır. Bu fırsat hakkıyla değerlendirilebilirse ülkenin demokratikleşme serüvenine büyük katkısı olacaktır. Hiç kimsenin bugüne kadar varlığından şüphe duymadığı, hatta bu örgütün Türkiye’deki isminin Ergenekon olduğu belirttikleri, fakat hiçbir zaman yargılanamayan bu örgüt ilk kez yargı önüne getirilmiştir. Susurluk davasında bir hücresine ulaşılabilen, ancak o zamanki şartlar ve delil durumu gereği ancak 14 kişinin, sadece çıkar amaçlı suç örgütü kapsamında yargılanabildiği derin yapı, 2008’de başlayan yargılamayla daha bütüncül ele alınarak yargılanmıştır.”
‘Genelkurmay işlem yapmadı’
“Ergenekon Terör Örgütü’nün ismi çok uzun süredir kamuoyunun gündeminde olmasına, Susurluk kazası sonrası bu örgüt hakkında üst düzey generallerin açık beyanlarına ve dosyadaki benzeri somut olaylara rağmen özellikle Genelkurmay Başkanlığı’nın ‘Ergenekon/derin devlet/kontrgerilla’ konusunda hiçbir işlem yapmadığı anlaşılmıştır. Mahkememizin ara kararlarına istinaden bu konuda devlet kurumları ve Genelkurmay Başkanlığı tarafından verilen cevaplar önemlidir. Kurum ve mensuplarıyla alakalı en küçük isnatları dahi araştıran ve soruşturan, yapısı gereği buna yapması da gayet doğal olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, üst düzey generallerin ağzından anlatılan ve ordu içindeki hiyerarşik yapı dışında illegal olarak örgütlenip, birçok yasadışı icraatlar yaptığı belirtilen bir yapı hakkında herhangi bir işlem yap(a)mamasının bir izahı olamaz.”
Ecevit’li Evren’li derin devlet
“Başbakan Bülent Ecevit 26 Eylül 1974 tarihinde Giresun’da yaptığı konuşmada; ‘12 Mart sonrası dönemde adı sanı ortaya çıkan ve tedbirlerin ve soruşturmaların hukukiliğine gölge düşüren Kontrgerilla adlı örgütün, bu resmi görüntülü fakat gayri resmi örgütün niteliği ve amacı üzerindeki örtü kaldırılamamıştır’ şeklinde açıklama yapmıştır. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de 17 Nisan 2005 tarihinde NTVMSNBC Televizyonu’nda yayınlanan Basın Odası Programı’nda ‘Derin devlet, devletin kendisidir. Askerdir derin devlet’ şeklinde, buna karşılık 12 Eylül 1980 Askeri darbesini yapan ve askeri yönetimin başına geçen orgeneral (E)/Cumhurbaşkanı Kenan Evren de, ‘Sayın Demirel doğru söylüyor. Derin devlet biziz. Devlet zaafa uğradığında el koyarız. 1980’de Demirel’in suçu yoktu. Daha yeni gelmişti, ne yapalım O’nun dönemine rastlamıştı’ diye derin devletle ilgili açıklamalarda bulunmuşlardır. Derin Devlet/Gladyo/Süper Nato/Kontrgerilla gibi isimlerle anılan bu yapının insanlar için ifade ettiği anlam değil, mevcut yasalar karşısındaki durumu yargının ilgi sahasına girmektedir. Bazıları bu yapıyı; milli(ulusal) derin devlet /gayri milli(ulusal olmayan) derin devlet diye ikiye ayırsa ve birinin iyi, birinin kötü olduğu anlamına gelecek açıklamalar yapsa da, hukuk devletinde istismara sonuna kadar açık bu tür yapılara yer yoktur. Kaynağını mevcut Anayasa ve kanunlardan almayan hiçbir kurumun meşru olmadığı açıktır.”
Bu örgütler Avrupa’da da bulunuyor
Kararın “Örgüt eylemleri, eylem planları ve faaliyetleri” başlıklı bölümünde ise şu tespitlere yer verildi:
“Farklı zaman ve yerlerden ele geçen, dosya kapsamında bulunan, birbirlerini büyük oranda teyit eden kanuni delillere göre ‘Ergenekon isimli bir terör örgütünün varlığının sabit olduğu’ kanaatine varılmıştır. Bununla birlikte, NATO’ya bağlı Avrupa Devletlerinde Kontgerilla denilen gizli örgütlenmelerin varlığı, bu gizli örgütlenmelere her devletin tarih ve kültürüne göre değişik adlar verildiği, bunlardan en çok bilinenlerinin İtalya’daki ‘Gladio’, Fransa’daki ‘Rüzgârgülü’, Yunanistan’daki ‘Koyun Postu’ ve Belçika’daki ‘Kılıç’ isimli örgütler olduğu, Avrupa devletlerinin on yıllar öncesinde hukuk dışı bu gizli örgütleri ortaya çıkartıp tasfiye ettiği, sorumlularını yargıladığı bugün için genel geçer, aynı zamanda doğru olan bir bilgidir.”
Avukatlardan ‘korsan bildiri’ tanımlaması
Vural Ergül, Zeynep Küçük, Tolga Akalın, Hasan Gürbüz, Lale Beşe, Gönül Kerinçsiz’in de aralarında bulunduğu bir grup sanık avukatı, gerekçeli karara tepki gösterdi. Avukatlar, “korsan” olarak değerlendirdikleri gerekçeli karar hakkında yaptıkları yazılı açıklamada şunları söyledi: “Lağvolunmuş Ergenekon mahkemesinin yetkileri alınmış hâkimleri yasal ve kesin süresi içerinde tamamlayamadıkları sözde gerekçeli kararı açıkça suç işleyerek adeta bir psikolojik harekât şeklinde kamuoyuna açıkladılar. Karar avukatlara, sanıklara tebliğ edilmedi. DVD içerisine taranarak pdf formatında dağıtılan kararda ne bir imza ne de bir mühür var. UYAP ortamına ise herhangi bir biçimde bir karar yüklenmiş değil. Bu haliyle velev ki mahkeme kaldırılmamış hâkimleri görevden alınmamış olsa bile bu haliyle karar açıkça ve en hafifiyle korsan karardır... Bu kararın gerekçesini yazmak için ortada yetkili bir mahkeme kalmadığı gibi bu kararın gerekçesini yazmaya yetkili hakimlerde kalmamıştır. Bu haliyle karar yok hükmündedir. Hâkimler kamuoyunda bir algı, bir kanaat oluşturmak için açıkça suç işleyerek altında mühür, imza bulunmayan bir kağıt yığınından ibarettir.”
317 bin lira masraf çıktı
Mahkeme gerekçeli kararda, tebligat, bilirkişi avukat ve posta kalemlerinden oluşan toplam yargılama giderini 317 bin 162 lira 27 kuruş olarak hesapladı. Gerekçeli kararın son bölümünde 5 yıl süren davanın yargılama gideri olarak hesaplanan 317 bin 162 lira 27 kuruşun ceza alan 245 sanıktan tahsil edilmesine karar verdi.
Savunmalar stratejik
Kararda, “Sanıkların Ortak Savunma Stratejileri” başlıklı bölümde sanıkların savunma stratejilerinin olduğu ileri süren mahkeme bu stratejiyi de 6 maddede sıraladı:
“1. Bu davanın polis içindeki bir çetenin tertibi olduğu ve MİT ile bir kısım mensuplarının oyunlarıyla başlatıldığını devamlı tekrarlama, bu bağlamda aramalarda çıkan aleyhteki delillerin hiçbirini kabul etmeyip, polisin koyduğunu ifade etme, ikrar mahiyetindeki beyanların kasıtlı olarak polis tarafından yazıldığını söyleme.
2. Her türlü suçlamayı devamlı olarak reddetme, suç unsuru içeren açık telefon konuşmalarında şaka yaptıkları veya öyle demek istemediklerini savunma, soruşturma makamlarının müdafii refakatında aldığı ifadelerden aleyhe olanları kabul etmeme.
3. Ergenekon diye bir örgütün olduğu iddiasının doğru olmadığını ısrarla ifade etme, yargılananların büyük çoğunluğunun vatansever ve masum olduklarını yineleme.
4. ‘Tuncay Güney gibi güvenilmez kişinin beyanları dosyadan çıkarıldığında aleyhte hiçbir şey kalmıyor’ beyanını sıklıkla işleme.
5. Hakkında dava açılan asker kişilerin ne ile suçlandığını göz ardı ederek, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin suç örgütü kabul edildiğini iddia etme, TSK ile kendilerini özdeşleştirerek avantajlı durum elde etme.
6. AKP muhalifi olduklarından dolayı yargılandıklarını savunmaları.”