07.03.2020 - 08:29 | Son Güncellenme:
1912’deki Balkan Savaşı’nda Osmanlı Devleti, kendisinden ayrılarak ayaklanan Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ devletlerine karşı savaşa girdi. Düşman Çatalca’ya kadar ilerlerken, Anadolu’nun farklı şehirlerinden binlerce vatan evladı cepheye katıldı. Alanya’dan yola çıkan askerlerimiz de günlerce yollarda yürüyüp cepheye geldi. 86. Alay’a bağlı Alanyalılardan oluşan Alaiye (Alanya) Redif Taburu bir gece önce düşmanı püskürtüp Dağyenice köyü civarında mevzilerde konuşlanarak dinlenmeye başladı. Mevzilere sızan Bulgar çeteciler, Alaiye Taburu’na saldırarak 657 askeri şehit etti. 1912 yılının 17 Kasım gecesi yaşanan bu acı olaydan sonra bu tepe ‘Alaiye Şehitliği’ olarak kayıtlara geçti. 1954 yılında da tepeye bir anıt inşa edildi. Geçen yıl İstanbul Valiliği ‘Şehitlik Müzesi’ projesi kapsamında ilk kazmayı vurduğunda şehitlerin iskeletleri çıkmaya başladı.
MUHTEMEL SENARYOLAR
* İstanbul Medeniyet Üniversitesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanı Dr. Ömer Turan: “Etraflarında oda tipi, lahit benzeri baskıdan koruyucu bir yapı olmadan böyle kalmalarının muhtemel senaryosunun cesetlerin ölü katılığı halinde gömülerek üzerlerine toprak atılması durumunda mümkün olduğu ilk akla gelen ihtimaldir. Özellikle savaş gibi mücadele içeren asker ölümlerinde bu durum ölü sıkışması olarak adlandırılır. Eğer baskın gibi durum olmuşsa askerler aniden vefat etmişlerse ya da bir yere koyularak kurşuna dizilmişlerse ölü sıkışması gerçekleşebilir. Savaş durumlarında toplu ölümlerde kimyasal gaz kullanımı da hatırda tutulmalıdır.”
SUBAYLARDAN İKİSİ YABANCI
* Rahmi Asal (İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürü): “Toplu olarak 16 mezar aynı çukura gömülmüşler. Ağzı açık şekilde, eli boğazında sanki ölüm anında yaşadıklarını bize gösterir halde bulduk. Çok üzücü. İskeletlerin duruşları yaşadıkları acıyı gösteriyor. Subaylardan ikisi yabancı kökenli olup, üzerlerinden gelen mühürler okunduğunda; birinin adının Avedis diğerinin adının Daniel olduğu anlaşılmıştır. Bugüne kadar mezarlarda 40 adet sikke, 5 adet subay mührü, 5 adet subay rütbesi (Osmanlıca 86 yazılı), Çok sayıda üniforma düğmesi ile kemer, kayış tokaları, 1 adet pusula, çok sayıda tütün tabakası ile sigara ağızlığı, 1 adet süngü, Çok sayıda ayna, 2 adet yüzük bulundu.”
ELİ BOĞAZINDA DEHŞET İÇİNDE...
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın özel izniyle şehitlik kazısını İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürü Rahmi Asal ile yerinde inceledik. Kazı sahasında iki farklı savaş dönemine ait bulgular yer alıyor. I. Balkan Savaşı’na ait şehit mezarları, tabya destek duvarları ile 2. Dünya Savaşı’na ait 11 adet betonarme korugan tespit edildi. Alanda gün ışığına çıkarılan binlerce kurşun, yüzlerce top bataryası, şarjör, süngü, tüfek aksanları o gece göğüs göğüse yaşanan mücadelenin izleri.
Alanda 35 şehidin mezarı bulundu. Şehitlerin 16’sı da bir çukurun içine elbiseleri ile üst üste yığılmışlardı. Nefes almaya çalışırken ağzı açık şekilde boğulan, ağzını dirseği ile kapatmaya çalışan, eli boğazında kafasını arkaya doğru atan şehit iskeletlerini görünce acı içinde öldüklerini hissediyorsunuz. Kafası paramparça olan, pelvisinden (leğen kemiği) süngü sokularak işkenceye maruz kalan şehit naaşları yüreğinizi dağlıyor. Şehitlerin 9. Tümene ait 86. Alay’ın askerleri olduğu rütbelerinden belirlendi. Alanda çalışan antrepolog ve arkeologlar bazı şehit iskeletlerinde kama ve süngü izleri tespit edildiğini, kemiklerde parçalanmalar olduğunu ancak mermi çekirdeği tespit etmediklerini belirtiyor. Bu da baskınla katledildiklerinin bir göstergesi olarak yorumlanıyor.
KİMYASAL İHTİMALİ
İskeletlerin şekillerinde bir boğulma emaresi görüldüğünden kimyasal gaz kullanımı da akıllara geliyor. Her ne kadar 1907’nin ekim ayında Hollanda’nın Lahey şehrinde toplanan 44 ülke, savaş alanında zehirli gaz kullanımını yasaklayan sözleşmeyi imzalasa da Birinci Dünya Savaşı’nda kimyasal gaz kullanıldığını biliyoruz.
Ömer Erbil / Hürriyet