31.01.2022 - 06:46 | Son Güncellenme:
Fazilet Şenol / Milliyet.com.tr - "Müzik ruhun gıdasıdır" sözünü duymayan yoktur. Peki müzik vücudun da gıdası olabilir mi? Bazı tarihçiler ve bilim insanları en az 6 bin yıldan beri devam eden Türk müziği geleneğinden bahsediyorlar. Kökeni bu kadar eski olan Türk müziği çeşitli hastalıkların tedavisi için kullanılmış ve hâlâ da kullanılıyor! ABD New York’ta 1920'li yıllarda hastanelerde ve hapishanelerde müziğin yatıştırıcı etkisinin araştırılmaya başlanması ile yeniden gündeme gelen müzikle tedaviyi, Türkler yüzyıllar öncesinden nasıl keşfettiler? Günümüzde müzikle tedavi nasıl yapılıyor? İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Müzikoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Pınar Somakcı ve Akademisyen-Müzisyen Emine Begüm Kanıkey Güvenç Akçay'a sorduk.
'GİZEMLERE MÜZİK, RİTİM VE DANSLA KARŞI KOYDULAR'
Türklerde müzikle tedavinin başlangıcının, kesin bir tarih verilememekle birlikte Türk tarihi kadar eskiye gittiği düşünülüyor. Müziğin insanları bir hipnoz hali oluşturarak etkilediği ve hatta kitlelere zaman zaman yön verdiği söyleniyor. Tarih boyunca da hastalıkların tedavisinde oldukça yaygın bir yöntem olarak kullanılmış. Prof. Dr. Pınar Somakcı insanların doğal felaketlerin ne olduğunu anlayamadıkları gizemli durumlarda olayları olağanüstü gizemlerle, ruhlarla ve sihirlerle bağdaştırdıklarını, yine bu felaketlerin hastalıklara sebep olduğunu düşündükleri kötü ruhlardan korunmak için doğadaki sesleri taklit ettiklerini söyledi.
"Güçlü gördükleri hayvanların derilerinin gerili olduğu ve üzerinde resmi çizili hayvanın gücünü kullandıklarına inanarak bu gizemlere müzik, ritim ve dansla karşı koymuşlardır" diyen Somakcı, Şamanizm'e göre hastalıkların, kötü ruhların insanları cezalandırmasından kaynaklandığını belirtti. Bu nedenle tedavinin de müzik ve ritim eşliğinde yapılan danslar ve söylenen şarkılardan oluştuğuna dikkat çekti.
'DİNİ KURALLAR VE ÖLÇÜLERİNCE KULLANILDI'
Prof. Dr. Pınar Somakcı İslamiyet'in kabulünden sonra Şaman inancının İslam dini inancına uygun olmaması sebebiyle Şamanizm geleneklerine göre yapılan tedaviye yönelik ayin ve törenlerin terk edildiğini söyledi. Prof. Dr. Somakcı, "Fakat her ne olursa olsun müziğin insan ruhuna olan etkileri göz ardı edilmedi. Savaşlarda, kahramanlık, cesaret ve güç vermesi; eğlencelerde, kutlamalarda müziğin bir araya getirme, paylaşma özelliği sebebiyle İslam dini kuralları ve ölçülerince kullanılmaya devam edildi" dedi.
1820 YILINA KADAR UYGULANDI
Arap filozof El-Kindî’nin Hıltlar tedavisinin, udun telleri ve dört element ile vücuttaki dört sıvının, ilgili tel üzerindeki müzikal gezinme sonucunda vücuttaki bu sıvıların güçlendiği ya da zayıfladığı teorisine dayandığına dikkat çeken Prof. Dr. Pınar Somakcı, geleneksel Osmanlı hekimliğinin son temsilcisi Gevrekzâde Hafız Hasan Efendi’nin "Er’Risâletü’l Musikiyye mine’d Devâir’ir Ruhâniyye" adlı eserinde de makamların ve tedavi edilen hastalıkların burçlar, avaze, gezegenler, unsurlar, ten rengi, meslekler ve gün içindeki zamanlara göre sınıflandırıldığını belirtti. Somakcı, "Selçuklu ve Osmanlı Dönemi makamsal müzikle tedavi, özel şifahanelerde 1820 yılına kadar uygulandı" dedi.
'BURCUNA UYGUN MAKAM DİNLETİLİYORDU'
Selçuklu ve Osmanlı döneminde uygulanan makamsal müzikle tedavinin hekim tarafından hastanın müzikle tedaviye uygun görülmesiyle başladığını belirten Prof. Dr. Somakcı, müneccimbaşıları tarafından hastanın yıldıznamesinin hazırlandığını, burcuna göre hastalıklara olan yatkınlığının belirlenmesini sağladığını belirtti. "Kişinin burç özelliklerine göre karakter analizinin tamamlanması, usta müzisyenler tarafından hastanın burcuna uygun makamın hastaya dinletilmesi ile tedavi şekilleniyordu" diyen Somakcı, özel şifahanelerde müneccim, hekim ve usta müzisyenlerin bir araya gelerek oluşturdukları makamsal müzikle tedavi yöntemi, bilhassa ruhsal hastalıkların tedavisinde kullanıldığına dikkat çekti.
'KADİM BİR KÜLTÜR MİRASI'
Modern tıbbın gelişmesiyle bu tür tedavilerin bırakıldığına dikkat çeken Pınar Somakcı, 1920'de New York'ta yapılan bir araştırmayla konunun yeniden gündeme geldiğini söyledi. Prof. Dr. Somakcı, "Her ne kadar Avrupa’da uygulanmaya ve yayılmaya başladığı düşüncesi hâkim olsa da, aslında müzikle tedavi biz Türkler için on asırlık kadim bir kültür mirası" diye konuştu.
OTİZM TEDAVİSİNDE KULLANILIYOR
Pentatik müzik Orta Asya şamanlarının tedavi seanslarında kullandıkları bir müzik türü. Kanıkey Güvenç Akçay, bu müziğe bazı müzikologların "Allah'ın hediyesi" dediklerini, Orta Asya şamanlarının tedavi seansında kullandıkları bu müzik türünün günümüzde Nordoff Robins Müzik Enstitüsü'nde özellikle otistik çocukların tedavisinde kullanıldığını söyledi. Müzisyen Akçay, "Bu müzik türünün kendine güven ve kararlılık hissi verdiği tespit edildiği için otizmin aşılmasında çok etkili olduğu görülüyor" detayını aktardı.
KÖTÜ RUHLARI KOVAN ÖNEMLİ BİR ÇALGI
Tedavi esnasında basit ritim aletlerinin, bazı üflemeli telli, yaylı çalgıların ve Orta Asya döneminde kullanılan kopuz veya bağlamanın tedavi edici, iyi ruhları çağıran, kötü ruhları kovan önemli bir çalgı olarak kullanıldığını söyleyen Prof. Dr. Pınar Somakcı, "İslamiyet'in kabulünden sonra askeri müzik ve dini müziğin gelişmesiyle kös, nakkare, zil, ney, rebap kudüm, halile, çeng gibi çalgılar kullanıldı. Dini motifler yerini yavaş yavaş sosyal konulara çevirmesiyle klasik Türk müziği ve halk müziği de gelişmiş, zamanla tedavide ud, santur, kanun, tanbur, kemençe, bağlama gibi çalgılar da kullanılmaya başlanmıştır" ifadelerini kullandı.
'CESARET DUYGUSUNUN UYANMASI İÇİN KULLANILDI'
Türklerin tedavide kullandıkları çalgıların en eskilerinin davul ve flütler olduğunu söyleyen Kanıkey Güvenç Akçay, "Davullar ilan ve işaret aleti olmasının yanında şamanlar tarafından da kötü ruhların kovulması ve cesaret duygusunun uyanması için kullanılmıştı" dedi.
HASTALIKLARDAN KORUYUCU BİR UNSURDU
Yayla veya parmakla icra edilen kopuz, topşuur, komuz, kıyak, dombra, dutar, koçkarca (rübab), çeng, gıçek, yatugan (cetigen) miskal, kılkopuz, şan gobız, asatayak, sıbızgı, davul gibi müzik aletlerinin ve çeşitli ritim sazlarının eşliğinde şamanların trans haline geçtiklerine dikkat çeken müzisyen Akçay, tarihi seyirde İslam dininin tesiriyle Asya Türk musikisinin zaman içerisinde tasavvufi Türk musikisini doğurduğunu söyledi. "Bahsi geçen enstrümanların yanında yine keman, bağlama, cura, âşık sazı, son dönemlerde piyano da kullanılan enstrümanlar arasında" diyen Akçay, müziğin Türk kültüründe yalnızca hastalıkların tedavisinde değil, hastalıktan koruyucu bir unsur olarak kullanıldığına da vurgu yaptı.
Makamların tedavilerde belirli bir dinlenme saati olduğunu söyleyen Prof. Dr. Pınar Somakcı aynı zamanda makamların ırka, burca, mesleğe ve ten rengine etkisi olduğunu da ekledi. Konuyla ilgili ilk araştırmayı 17. yüzyılda yaşamış olan şair, hekim Hasan Şuûrî'nin "Ta’dîlü’l-Emzice" isimli eserinde kaleme aldığını söyleyen Somakcı, bu kitaptla hastalıkların makamlarla ve on iki burçla ilişkilendirdiğini söyledi.
FELÇ, BAĞIRSAK HASTALIKLARI VE DAHA FAZLASI...
Araştırmalara göre müzikle tedavinin temelini oluşturan on iki makamın iyi geldiği hastalıklar şu şekilde sıralanıyor:
Makâm-ı râst: Felce iyi gelir.
Makâm-ı ‘ırâk: Ateşli hastalıklara, insana sersemlik veren bir hastalıklara, yüzün ve göz kapaklarının şişmesi, bir sıcak verem ve çarpıntıya faydası vardır.
Makâm-ı ısfahân: Soğukluk ve kuruluktan kaynaklanan hastalıklara iyi geldiği gibi zekâ, akıl, hatırlama ve düşünme, yoğunlaşma ve odaklanma gücünü artırır.
Makâm-ı zirefkend: Bedende görülen felç, ağız felci, yarım felç, sırt ağrısı, eklem ağrıları ve kulunç hastalıklarını tedavi eder.
Makâm-ı rehâvi: Her türlü baş ağrısına faydalı olup, kalp çarpıntısını engeller. Felç ve balgam ve kanla ilgili hastalıkları bedenden söker atar.
Makâm-ı büzürg: Bağırsak ağrısı, kulunç ve vücutta görülen ciddi hastalıklara faydası olup zihni berraklaştırır. Doğru düşünmeyi, zihni toparlamayı sağlar, sevda (aşırı sevgiden doğan bir çeşit hastalık) ve çeşitli korkularla ilgili hastalıklara büyük faydaları olur.
Makâm-ı zengûle: Akıl hastalıkları, ciğerler ve mide ile ilgili rahatsızlıklara faydası olmasının yanı sıra kalbe ferahlık ve huzur verir.
Makâm-ı hicâz: İdrara çıkma zorluğuna, vücutta görülen tehlikeli ağrı ve sancılara iyi gelmesinin yanında cinsel gücü harekete geçirir.
Makâm-ı buselik: Kulunç hastalığına, kalça kemiği ağrısına, baş ağrısı ve kanla ilgili rahatsızlıklara faydalıdır.
Makâm-ı uşşâk: Gut hastalığı, uykusuzluk ve ayak ağrılarını tedavi oldukça faydalı olup insanı rahatlatır.
Makâm-ı hüseynî: Kalp ve ciğerde oluşan iltihaplara, mide rahatsızlıklarına, sıtmalı ve hummâlı hastalıklarının ateşini söndürmeye faydalıdır.
Makâm-ı nevâ: Uyluk başından tırnağa kadar varan siyatik ağrısına, kalça kemiği ağrısına iyi geldiği gibi insanı bozuk düşüncelerden uzaklaştırır ve zihnin hatırlama gücünü artırır.
ESMER TENLİLER İÇİN IRAK MAKAMI
Osmanlı hekimliğinin son temsilcisi Gevrekzâde Hafız Hasan Efendi'ye göre, usta bir müzisyenin kişilerin tiplerine göre hangi makamın uygun olduğunu bilmesi gerekiyor. Prof. Dr. Pınar Somakcı makam ile ten ilişkisini şöyle açıkladı:
"Esmer tenli ve kuru tenliler için Irak makamı. Buğday ve nemli tenliler için Isfahân makamı. Sarışın tenliler için Rast makamı. Beyaz tenliler için Kûçek makamı."
NABIZ VE MÜZİK ARASINDAKİ GÜÇLÜ İLİŞKİ
Aynı zamanda Pınar Somakcı makamların günün hangi saatinde dinlenilmesi gerektiğine de değinerek, "Gevrekzade Hafız Hasan Efendi, nabız ve müzik arasında güçlü bir ilişkinin olduğunu, hekimin nitelikleri arasında müzik bilgisinin de olması gerektiğini söylemiştir. İyi bir hekimin, günün hangi saatlerinin hangi mizaçlarla uyumlu olduğunu bilmesi ve musikişinaslara yol göstermesi gerektiğini, öncelikle hastanın tabiat ve mizacını teşhis ederek ona faydalı olabilecek musikiyi tespit etmesi gerektiğini ifade etmektedir" şeklinde konuştu.
'KALP RİTMİNİ TEKRARLAYAN RİTİM'
Her bir enstrümanın insana verdiği hissin farklı olduğunu söyleyen müzisyen Kanıkey Güvenç Akçay, "Ney sesi insana en yakın seslerdendir. Gönüle hitap eder. İnsanı manevi olgunluğa yöneltir. Müzik terapi çalışmalarında geleneksel formda Türk Musikisini Araştırma ve Tanıtma grubu olarak yaptığımız pasif terapide, icra edilecek makam ney sazı veya başka bir üflemeli sazla ritimsiz emprovize olacak şekilde başlanır. Daha sonra su sesi ve dombra enstrümanları eşlik eder. Su sesinin arındırıcı özelliği vardır. Kötü düşüncelerin oluşmasını engeller, frekansı yükseltir. Dombra veya bendir ile kalp ritminde birbirini tekrarlayan ritim vurulur. Tekrar eden ritimler dışarıdan gelen seslere kalkan olurlar ve transı kolaylaştırırlar, ney veya üflemeli enstrüman ritimli şekilde makamda gezinir. Daha sonra yaylı, telli, tuşlu sazlar icra edilen makamda doğaçlama gezinirler ve seans biterken tekrar başladığı gibi ney ile veya üflemeli sazla önce ritimli sonra ritimsiz tek olarak seans bitirilir. Terapiye başlarken üflemeli sazlar tercih edilir fakat diğer entsrümanlar da icrada kullanılabilir" ifadelerini kullandı.
TELLİ SAZLAR KARARLILIK VE GÜVEN HİSSİ UYANDIRIYOR
Üflemeli sazların rahatlatıcı, sakinleştirici, zihni arındırıcı, acı derecesini azaltıcı özelliği olduğuna dikkat çeken Akçay, bu sebeple üflemeli sazların uyku öncesi rahatlamak, gün içerisinde gerginliği ve stresi azaltmak için dinlenebileceğine dikkat çekti. "Yaylı sazlar frekanslarının yüksek olması dolayısıyla güne başlarken dinlenebilir. İnsanda gerginliği azaltıcı, esneklik artırıcı özelliği vardır. Yaylı sazların ruhsal rahatsızlıkların tedavisinde etkili olduğu bilinmektedir ayrıca düşük nabzı yükseltir" dedi.
Müzisyen Akçay, vurmalı çalgıların enerji seviyesini dengelediklerini ve Parkinson, Alzheimer, hiperaktivite gibi rahatsızlıkların tedavisinde kullanıldığını belirtti. Telli çalgıların insan bünyesindeki sıvıları harekete geçirdiğini söyleyen Akçay, aynı zamanda kararlılık, ahenk ve güven hisleri uyandırdığına da dikkat çekti.
HİCAZ MAKAMI GECE, SABA MAKAMI GÜN DOĞMADAN
Kanıkey Güvenç Akçay, 200 yıllık bir kaynak olan Hâşim Bey Mecmuası'nda hangi makamın hangi organa faydalı olduğuna, hangi saatlerde dinlenilmesi gerektiğine dair bilgilerin bulunduğuna dikkat çekerek şunları ifade etti:
"Musiki üstadı, bilgin, Safiyü'd-Din Urmevî belli makamların belirli saatlerde dinlenilmesinin daha etkili olacağını ifade etmiştir. Bu bilgilere göre Hüseyni makamı tan yeri aydınlandığında, Zirgüle makamı öğle vaktinde, Rast makamı gece yarısı, kuşluk vaktinde ve gündüz, Saba makamı gün doğmadan, Hicaz makamı gece vakti, İsfahan makamı gün batarken dinlenirse etkilidir. Ayrıca Türk müziğinin kökeni olan, günün hemen hemen her saatinde dinlenebilen 'pentatonik' müziğin kendine güven ve kararlılık hissi uyandırdığı bilinir. Pentatonik müzik, insanı doğasına yakınlaştıran müziktir."
KUTSAL BİR ATIN YÜRÜYÜŞÜNÜ TAKLİT EDİYORLARDI
Peki müzik ile tedavi esnasında gerçekleştirilen ritüeller nelerdi? Bu soruya Prof. Dr. Pınar Somakcı, ve akademisyen müzisyen Kanıkey Güvenç Akçay aynı cevabı verdi. Şamanlar çeşitli ritim ve özel melodilerle kutsal bir atın yürüyüşünü taklit ederek veya çeşitli sembolik hareketlerle vecd halinde hastalıkların giderilmesi, toplum meselelerin çözülmesi, toplumda bereketin ve barışın olması için dua edip ata ruhuna yöneliyorlar. Şaman dansının günümüze kadar ulaşmış bilinen en eski örnek olduğunu söyleyen Akçay, bu dansın bugün Sağlık Bakanlığı’nın düzenlediği 'Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamaları' alanında müzik terapi sertifika programında müzik terapisti Dr. Rahmi Oruç Güvenç'un öğretileriyle uygulandığını belirtti.
SAYISIZ BİLİMSEL ARAŞTIRMA VAR
Müzikle tedaviyi kanıtlama konusunda çeşitli kitap, makale, bildiri ve tez çalışmalarının bulunduğunu belirten Prof. Dr. Pınar Somakcı, "1920 yılında New York eyaletinin hastane ve hapishanelerinde müziğin insan ruhu üzerindeki etkileri araştırılmıştır. I. ve II. Dünya savaşları sonrası yaralılara canlı müzik dinletilmiş, tedavilere olumlu yansıyan sonuçlar değerlendirilmiştir. Böylece müziğin tedavideki yeri, müzik terapi olarak bir kez daha gündeme gelmiştir. Müzik terapide, dönemin psikoterapi yaklaşımları içinde yer alan teknikler alınmış ve geliştirilmiştir" dedi. Kanıkey Güvenç Akçay ise Türk Musikisini Araştırma ve Tanıtma grubunun kurucusu etnomüzikolog, müzik terapisti Dr. Rahmi Oruç Güvenç’in çalışmalarıyla pek çok detayın gün yüzüne çıktığını ve Dr. Oruç Güvenç’in gerek yurt içinde gerekse yurt dışında yaptığı sayısız bilimsel araştırmanın bulunduğuna dikkat çekti.