24.08.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:
Yüzbaşı İstanbullu Saim Bey, Türk savunmasının sağ kanadındaki 5. Kafkas tümeninin 13. Alayının 1. Taburu’nda bölük komutanıydı. 24 Ağustos’ta şehit oldu. Asker geleneğine göre, kanlı üniformasıyla gömüldü.
Arkadaşları şehidin özel eşyalarını bir torbaya koyup, Amasya’daki ailesine yollamak için hazırlanırken, cebinden bir mektup çıktı. Eşi şöyle yazmıştı:
“Günlerden beri Kurban Bayramı hazırlığı içindeyim. Çocukların dikişlerini diktim. Fakat bu nasıl bayram? Çocuklar soruyor, babamız ne zaman gelecek? Onunla ne zaman bayram yapacağız diyorlar…”
Gece Türk birliklerinin çabaları hiçbir olumlu sonuç vermedi. 25 Ağustos gününe gelindiğinde Haymana bölgesinde Mangal Dağı kaybedilmiş, Polatlı batısında hâkim tepeler düşman eline geçmeye başlamıştı.
Öte yandan, Mangal Dağı’na komşu durumda bulunan Türbe Tepe’de göğüs göğse boğuşmalar yaşanıyordu. Bu tepe Mangal Dağı’ndan sonra savunmanın devamı için çok önemliydi. Mevziiler defalarca el değiştirdi. Süngü savaşları uzadıkça uzuyor, bölüklerin asker sayısı yarıya iniyordu.
Hilal savunması
Yunan ordusu cephe genelinde taarruz ediyordu. Ancak bütünleşik bir taarruz değildi bu. Düşman taarruzu birbirinden ayrı gruplar halinde yapıyor, saldırı cephesinin hiç birinde kesin sonuç alacak bir ağırlık merkezi görülmüyordu.
Yarım ay biçiminde yerleşmiş olan Türk savunmasının gerilerinde ise ihtiyat kuvvetleri bulunuyordu. Böylece, gereken yere süratle yedek kuvvet kaydırılıyordu. Türk tarafı Yunan ordusunun ne yapacağını doğru tahmin ediyor, zamanında tedbir almakta gecikmiyordu.
General Stratigos: “Aslında söz konusu olan kademe kademe mevziler değil, çok derin bütün bir müstahkem bölgeydi. Yunan ordusu Sakarya oltasını yutmuş, Sangarios çıkmazına girmişti. Henüz farkında değillerdi…
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, komuta kademesiyle Duatepe’de savaşı yönetirken.
Başkomutan’dan tarihe geçen emir
26 Ağustos cephenin en buhranlı günlerindendi.
Çarpışmalar sonunda, sol kanatta bulunan Türk birlikleri geri çekilmek zorunda kaldı. Geri çekilme, öteki birliklerin de geriye alınarak yeniden düzenlenmesini gerektirmiş, cephe boyunca tehlikeli bir durum doğmuştu.
Mustafa Kemal Paşa, 3. Grup Komutanlık Karargâhının bulunduğu Haymana-Soğluca köyüne gidip durumu yakından görmüştü. Yusuf İzzet Paşa, bir ara uygun bir dille sordu:
-Böyle çekile çekile nereye kadar gideriz, paşam?
Başkomutanın zihninde uzun zamandır tasarladığı bir savunma stratejisi vardı. Aslında, savaşın ilk günü Mangal Dağı’nda yaşananlardan sonra, bunun üzerinde daha da çok düşündü. O acı olaydan, şaheser bir ders çıkarabilecek dahi bir komutandı o. İşte, askerlik kuramını kökünden sarsan o tarihi emri o zaman dikte etti.
“Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır o satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanı ile ıslanmadıkça terk olunamaz. Onun için küçük, büyük her birlik, ilk durabildiği noktada yeniden düşmana cephe kurup savaşa devam eder. Yanındaki birliğin çekilmeye mecbur olduğunu gören birlikler ona tabi olamaz. Bulunduğu mevziide sonuna kadar dayanmaya ve karşı koymaya mecburdur.”
Yunan askerleri Sivrihisar’da. (14 Ağustos 1921)
Yunanlar zaferden emindi
Gün doğumuyla birlikte Yunan ordusu bütün cephede taarruza başladı. Bütün birliklere mevzilerini son nefeslerine kadar tutmaları emredilmişti.
Başkomutan Haymana’ya gidip, vaziyeti yerinde tetkik ederek emirlerini verdikten sonra, Milli Savunma Bakanı’na yeni bir telgraf yolladı:
“Yazdığım son şifremin içeriğini uygulama için bugün öğleden sonra yeni bir talimatımı beklemenizi rica ederim.”
Durum değişme eğilimi gösteriyordu.
Türk ordusu adım adım savunma yapmaya başlamıştı…
Neticede cephe yarılmamış, yeni bir saldırı için de savunma düzeni alınmıştı.
Öte yandan, Yunan Harbiye Bakanı Teodokis, zaferden öyle emindi ki, kendisiyle görüşmek isteyen İngiliz askeri temsilcisine 5 Eylül’de Ankara’da randevu veriyordu.
Matbaa makineleri ve önemli evrakların Kurman yolu üzerinden Kayseri’ye taşınması. (10 Ağustos 1921)
Meclis Kayseri’ye taşınabilir
27 Ağustos 1921’de Cephedeki buhranlı gelişmelerin sonucunda, gece yarısında başkomutan milli savunma bakanına bir telgraf yolladı:
“Meydan savaşının Ankara’ya dek uzaması olasılığı belirmiştir. Meclisin Keskin ve sonra Kayseri’ye taşınması gerekebilir”
Bu konu Meclis’te hararetli bir şekilde tartışılmıştı. Milletvekillerinden Durak Bey’in kürsüye çıkıp, “Düşman buraya geldiğinde bizi elimizde silahla kendisini bekler bulmalı” demesi zabıtlara geçmişti.
Ancak, ordunun oynak savunma prensiplerini ve askerliğin gereklerini yerine getirebilmesi için Meclis’in güvende olması gerekiyordu. Askerlerin kafasının rahat olması buna bağlıydı. Zaten Ankara’da memurlar ve pek çok aile Kayseri istikametinde çoktan yola koyulmuştu.
‘Ne delice kahramanlık!’
Batı Cephesi emrinde sadece 2 uçak vardı. Kahraman tayyareciler, canla başla iş görüyor, komutanlara değerli keşif bilgileri topluyordu.
Aslında Türk kartallarının uçması bir mucizeydi. Kanatları, emayit yerine patates püresi ve sığır ayaklarının kaynatılmasıyla elde edilen malzeme ile kaplanıyor, başka uçakların parçalarını birbirine uydurarak, sonunda uçabilir hale getiriliyordu. Fransız diplomat Franklin Bouillon savaştan önce cepheyi gezerken, motoru bir uçaktan alınmış, kanatları başka tipte bir uçaktan aktarılmış, bez kanatları patates püresiyle emayelenmiş garip görünüşlü tayyareyi görünce, “ Ne delice Kahramanlık! Elbette kazanırsınız” demişti.
Gerçekten de o tayyarelere binmek bile büyük bir cesaretti. Cesaret ise Çılgın Türklerde mevcuttu.
YARIN: Yunan birlikleri savaş gücünü giderek yitiriyordu