GündemHatırlandıkça yaşar şehirler

Hatırlandıkça yaşar şehirler

18.06.2023 - 07:00 | Son Güncellenme:

Kalem üstadı İslam Çupi, “Hey Gidi İstanbul” kitabında eski İstanbul’u anlatırken şehir üzerinden kendi biyografisini yazıyor.

Hatırlandıkça yaşar şehirler

Efnan Atmaca - “18 yaşımda bulduklarım, 63 yaşımda kaybettiklerimle bir İstanbul kumarı oynuyorlar. Küçüklerin büyükler karşısında her zaman kaybedeceklerini bile bile...” İslam Çupi’nin İstanbul sevdasını anlattığı pek çok güzel sözünden biri bu. Onu daha çok spor yazarı olarak tanıyoruz ama İslam Çupi, Fenerbahçe’ye olduğu kadar İstanbul’a da düşkün bir isim. 22 yıl oldu aramızdan ayrılalı. Çok sevdiği İstanbul’a ise 1940’larda gelmişti. Arnavut kralı Ahmet Zogu’nun başyaveri Allaman Çupi ile Nadiye Çupi çiftinin çocuğu olarak 1932’de Tiran’da doğdu Çupi. Enver Hoca’nın iktidara geçmesinin ardından ailesiyle birlikte Arnavutluk’tan Türkiye’ye göç etti. Bir süre Galatasaray Lisesi’nde okudu, oradan Vefa Lisesi’ne geçti. 1950’lerin ilk yarısında amatör futbol takımı Çapa’da top koşturdu, sol ayağı dillere destandı. 

Haberin Devamı

Hatırlandıkça yaşar şehirler

1950’li yıllarda Çiçek Pasajı’nın girişi.

Balzac benzetmesi 

1957’de muhabirliğe başladı, başlayış o başlayış. Adıyla bütünleşen Milliyet’e 1981’de geçti. Ölene kadar da “Pazarın Ertesi” adlı köşesinde yazdı. Yazdıklarıyla “Futbol sadece futbol değildir” tezini hep doğruladı. Çevresi ona “Arnavut prensi”, “Mavi gözlü dev”, “Baba” derdi. Bir de “Spor yazarlarının Balzac’ı”... 1995’te ilk kez yayımlanan şimdiyse yeniden İş Bankası Yayınları etiketiyle okurla buluşan “Hey Gidi İstanbul”, işte bu Balzac namına yaraşır bir kitap. Kitapta İstanbul üzerinden kendi hayatını anlatıyor aslında Çupi. Eski semtlerden başlıyor yolculuğa; Pazartekke’den Şehremini’nden Topkapı’dan... Hem hayatının hem kitabın büyük bölümü Beyoğlu’nda geçiyor. Şimdi eskisine hiç benzemeyen İstiklal Caddesi’nde. 

Haberin Devamı

Hey Gidi İstanbul! 

Plajlara uğruyor sonra... Tiyatrolara, sinemalara gidiyor. O yılların insanlarını anlatıyor, şehre ruhunu bırakan, belki bugün sadece yakınlarının andığı simaları. Bir şehrin değişimi “Hey Gidi İstanbul”... Mekânlar, yaşayanlar değiştikçe şehrin nasıl yeniden yeniden doğduğunu ispat ediyor. Ve maalesef her bina yıkıldığında, şehre imzasını bırakan her anıt kaybolduğunda, her insan öldüğünde şehir lime lime yok oluyor. Bazılarımız yetişti Çupi’nin veda ettiği İstanbul’a, bazılarımız için ise eski bir masal o yıllardaki şehir. Gelin bir kez daha kulak verelim Çupi’nin anılarından İstanbul’a. Hem onu yâd edelim özlemle hem de biliriz ki anlatıldıkça, hatırladıkça yaşar insanlar gibi şehirler de. Kim bilir belki döneriz eski günlere... Ama tıpkı sizin dediğiniz gibi İslam Abi, “O eski Kadıköy vapur iskelesi de o kadar sıcak insan ve terbiye kokmaz artık...” 

Hatırlandıkça yaşar şehirler

1940’lı yılların sonunda Kız Kulesi’nin karşısında Salacak Plajı. (Cengiz Kahraman Arşivi) / Ara Güler’in fotoğrafında Kumkapı önünde balıkçılar avdan dönüyor.

Kitaptan bölümler

Senin gözlerin Beyoğlu... 

“Kitaplaşmayan, hiçbir gazetede basılmayan ilk şiirimi Kalyoncu Kulluk’lu Eleni’ye Beyoğlu’ndan yazmıştım. ‘Senin gözlerin Beyoğlu... Benim gözlerim köroğlu’ diyerekten. 

Haberin Devamı

Gerdanlık pırıltısı plajlar 

“Üç tarafı denizlerle çevrilmiş İstanbul, sahillerin ötesine berisine oturttuğu plajlarıyla dünya turizm kartpostallarının renkli bir maketini sunardı eskiden. Gerek doğası gerek güzellik ve refah yaşama yönünden, içinde nefeslenen canlıya masalsı bir hayal âlemi sunan eski İstanbul, boynuna bir gerdanlık pırıltısı olarak astığı plajlarıyla yazın denizle insanı birbirine yaklaştıran, öpüştüren çekim gücü yüksek bir mıknatıstı sanki. Denizle bakir koylar arasında insanın yaz boyu kurduğu bedava ıslanma zinası, paralı plajlar yolu ile daha hizmet edici bir konfora ulaşır, insanın ihtiyaçları ile işletme, yöreyi Amerikan yaz filmlerinin çekici dekoruna büründürürdü.” 

Bir cennetti gazetecilik 

“Kibrit kutusu kadar ufak odalarda tek telefonun yanında kuyruklaşan muhabir ve foto muhabiri koşuşturmalarını, ölgün ampul ışıkları altında sayfa mizanpajlarını, sekretersiz bir-iki iskemleli yazı müdürü makamlarını özlüyor, dünyama her takvim yaprağı koptukça acılı vedalar atıyorum. Üst odalarda yapılıp hazırlanışı ve basımı bodrumlarda gerçekleştirilen o zamanın gazeteleri, keyifli kâğıt ve mürekkebiyle lezzetli bir düşünce yolculuğu idi. Üstün astı horlamadığı, her yanı ile sevgi, karşılıklı anlayış ve diyalog zenginliğinin kanat çırptığı, insanların yetki kullandığı zaman asla despot olmadığı bir liberal cennetti, o dönemlerde gazetecilik...”