17.10.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:
SAFA TEKELİ - Mondros Mütarekesi’nin ardından Türkiye’nin güney illerini işgale girişen ve Adana’da, Kahramanmaraş’ta, Gaziantep’te direnişle karşılaşan Fransızlar, Ankara’da Nisan 1920’de kurulan hükümetin zaferler kazanması üzerine anlaşma yolları aramaya başlarlar. Atatürk’ün Nutuk’ta anlattığına göre, Fransa Hükümeti, bu amaçla eski bakanlardan Franklin Bouillion’u Ankara’ya gönderir. Mustafa Kemal, 9 Haziran 1921’de Ankara’ya gelen Bouillion ile 13 Haziran’da başlayan kapsamlı görüşmelerde bulunur.
Sevr: Ölüm kararı
Mustafa Kemal, Ankara istasyonundaki özel dairesinde yaptığı ilk toplantıda, Sevr Antlaşması’nın bir oldubitti olarak ortada bulunduğunu söyleyen Fransa Parlamentosu Dışişleri Komisyonu Başkanı Bouillion’a, “Eski Osmanlı İmparatorluğu’ndan yeni bir Türkiye devleti doğmuştur. Bunu tanımak gerekir” der. Yeni Türkiye’nin, her bağımsız ulus gibi haklarını tanıtacağını kaydeden Mustafa Kemal, “Sevr Antlaşması, Türk Ulusu için öylesine bir uğursuz bir ölüm kararıdır ki, onun bir dostun ağzından çıkmamasını isteriz” diye konuşur.
Bağımsızlık nedir?
Görüşmede, “onuruyla yaşamak isteyen” ulus bireylerinin, tam bağımsızlığın sağlanması ve sürdürülmesi konusunda kanını akıtmaya karar verdiğini kaydeden Mustafa Kemal, tam bağımsızlığı, tarihe geçecek biçimde şöyle tanımlar: “Tam bağımsızlık demek, elbette siyasa, maliye, iktisat, adalet, askerlik, kültür... gibi her alanda tam bağımsızlık ve tam özgürlük demektir. Bu saydıklarımdan herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, ulusun ve ülkenin gerçek anlamıyla bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir.”
21 Ekim 1927 tarihli Cumhuriyet
Nutuk’ta, Franklin Bouillion’un, bu sözler karşısında “ciddi ve içtenlikle birtakım şeyler söylediğini” anlatan Mustafa Kemal, Sakarya Savaşı’ndan 37 gün sonra 20 Ekim 1921’de, Fransa Hükümeti adına Bouillion’un imzaladığı Ankara Anlaşması konusunda şunları kaydeder: “Bu antlaşma ile siyasa, iktisat, askerlik (alanlarında) ve öbür alanlarda, tek bir konuda bağımsızlığımızdan hiçbir şey yitirmeksizin yurdumuzun değerli parçalarını işgalden kurtarmış olduk. Bu anlaşma ile ulusal isteklerimizi, ilk kez olarak, Batı devletlerinden biri söylemiş ve onaylamış oldu.”
Nutuk’taki gazeteciler
Nutuk’ta adı anılan on beş gazetecinin arasında İngilizciler, mandacılar, padişah yanlıları, cumhuriyetçiler, sosyalistler, muhalifler vardır. Aralarında linç edilenler, yurt dışına kaçanlar, saf değiştirenler ya da sonradan Atatürk’ün yakın çevresine girenler de bulunmaktadır. Mustafa Kemal, onlardan söz ederken, tarihe âdeta müthiş bir ibret tablosu çizer.
İngiltere Dışişleri Bakanı Boris Johnson’un büyük dedesi Ali Kemal: Nutuk’taki Ali Kemal, İngiliz Muhipleri Cemiyeti’ne girenler arasında yer alan “Dâhiliye Nazırı Ali Kemal Bey”dir. Peyamı Sabah gazetesiyle Kurtuluş Savaşı’na sonuna kadar karşı çıkar, ağır yazılar kaleme alır. Zaferden sonra yargılanmak üzere Ankara’ya götürülürken İzmit’te (söylentiye göre Nurettin Paşa’nın kışkırtmasıyla) 6 Kasım 1922’de linç edilir.
Ali Kemal’in gazetesi Peyamı Sabah’ta “Millî hareket boşa gitmeye mahkûmdur.” (1 Mayıs 1920) diye yazan Sait Molla’dan daha önce söz edilmişti. Refik Halit (Karay) ile Refi Cevat (Ulunay) da İngilizciler arasında yer alır ve Mustafa Kemal’e “Ankara keçisi” diyecek kadar ileri giderler. Tabii sonra “pişman” olurlar! Halide Edip (Adıvar), Millî Mücadele’nin başında; Chicago Daily News muhabiri Edgar Louis Browne’ı Sivas Kongresi’ne gönderecek kadar hızlı bir Amerikan mandası yanlısıdır. Millî Mücadele’yi başlatan Mustafa Kemal’e gönderdiği mektupta, “serüven zamanı geçti” diyerek, mandayı savunan Halide Edip, sonradan “Onbaşı” oluverir.
Mustafa Kemal Paşa, Franklin Bouillion, İsmet Paşa ve Yusuf Kemal Bey.
Arif Oruç, Kurtuluş Savaşı sırasında İslami-Bolşevik eğilimli Yeşil Ordu’nun yayın organı Yeni Dünya, Cumhuriyet’in ilanından sonra da Yarın adlı gazetesiyle muhalif tutum takınır. Nizamettin Nazif’in (Tepedelenlioğlu) adı ise Çerkez Ethem’in Kuvayı Seyyare güçleri ile düzenli ordu birlikleri arasında karışıklıklar çıkaranlar arasında geçer. Erzurum’da Albayrak gazetesinin başyazarı Necati Bey (Süleyman Güneri), muhalefetini, Mustafa Kemal’i milletvekilliğinden düşürme amacı güden yasa tasarısına imza atacak kadar ileri götürür.
Adana’da Toksöz gazetesini çıkaran, yazar Orhan Kemal’in babası Abdülkadir Kemali (Öğütçü) de muhaliflerdendi.
Yunus Nadi (Abalıoğlu) ise gazetesi Yeni Gün’ü Ankara’ya taşır sonra da İstanbul’da Cumhuriyet’i kurar ve hep Mustafa Kemal Atatürk’ün yanındadır.
‘Cumhuriyetçi geçinenler’
Toplumda, “entelektüel ve aydın” olarak bilinen Velid Ebuziyya (Tevhidi Efkâr), Ahmet Emin Yalman (Vatan), Lütfi Fikri Bey (Hukukçu), Hüseyin Cahit Yalçın’ın (Tanin), Mustafa Kemal’in karşısındaki muhalif grubun yanında yer alarak, “Cumhuriyet’in erken ilan edildiği”, “Hilafetin korunması”na yönelik görüşleri savunmaları, Mustafa Kemal Atatürk’ü âdeta küplere bindirir.
Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk’ta, Hüseyin Cahit Yalçın nezdinde, bu görüşleri savunanları kast ederek tarihe şunları geçirir: “Cumhuriyet’in ilanı üzerine İstanbul’da bazı kimseler ve bazı gazeteciler Halife’ye de bir rol yaptırmak hevesine düştüler. Tanin başyazarı, kendisinin cumhuriyetçi olduğunu ilan etmişti. Fakat öyle bir cumhuriyetçi ki, onun istediği cumhuriyet idaresinin başında, halife olarak Osmanlı hanedanından biri bulunacaktı. Gelecek nesillerin, Türkiye’de Cumhuriyet’in ilân edildiği gün, ona en insafsızca saldıranların başında, ‘Cumhuriyetçiyim’ diyenlerin yer aldığını görerek asla şaşıracaklarını sanmayınız! Aksine, Türkiye’nin aydın ve cumhuriyetçi çocukları, böyle cumhuriyetçi geçinmiş olanların gerçek düşüncelerini tahlil ve tespitte hiç de kararsızlığa düşmeyeceklerdir.”
-BİTTİ-