GündemDevrimci kadınları Köşk’te ağırlamıştı

Devrimci kadınları Köşk’te ağırlamıştı

14.03.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:

Cumhurbaşkanı’nın eşiydi. 1978’in hararetli siyasi ortamında Devrimci Kadın Dernekleri Federasyonu üyelerini Çankaya Köşkü’nde kabul etmiş ve talepleri için destek sözü vermişti

Devrimci kadınları Köşk’te ağırlamıştı

Gazeteci-Yazar Ayça Atikoğlu, Çankaya’nın hanımefendilerini kaleme aldığı İnkılap Yayınları tarafından basılan “Cumhurbaşkanı Eşleri” adlı kitabında 6. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün eşi Emel Korutürk’ü şöyle anlatmıştı:
“Ailesinin dördüncü çocuğu Emel Cimcoz, akademi eğitimi almıştır ve resim yapmaktadır. 1915 doğumlu olan Emel Hanım, o zamanlar sadece on beş evin bulunduğu Moda’da geçirir çocukluğunu. 1936’da İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’ni bitirir. Araştırmacı Gökhan Önce de kitabında, Emel Cimcoz’u şöyle anlatır: ‘Hanımefendi yapısı icabı ve aileden tevarüs ettiği tevazu içinde alayişi sevmeyen hali ve tavrıyla beni çok etkilemiştir. Lise eğitimini İsviçre’de yaptı ve Güzel Sanatlar Akademisi resim bölümüne girdi. İbrahim Çallı atölyesinde resim çalışmalarına başladı ve diğer ünlü hocalardan eğitim aldı. Akademi’de Avni Arbaş, Turgut Atalay, Selim Turgan gibi arkadaşları vardı.’
Emel Cimcoz, 1944 yılında deniz subayı Fahri Korutürk ile evlenir. Donanma Komutanlığı ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı yapan Korutürk, 1960’dan sonra Moskova’ya büyükelçi olarak atanır. Dürüstlüğü ile ünlü Korutürk Rusya’daki dinleme sisteminden, baskı ve kontrol atmosferinden çok rahatsız olur. Bu durum sağlığını etkiler. Zaten emeklilik vakti gelmiştir. İstanbul’a dönüp emekliliğin keyfini çıkarmaya başlayan çifti hiç beklemedikleri bir anda, bir akşamüstü İhsan Sabri Çağlayangil arar ve ‘Fahri Bey, smokininizi alın ve yarın Ankara’ya gelin’ der. Fahri Bey Ankara’ya gider ama tavrı bellidir: ‘Ben ancak üç parti mutabık ise bu görevi kabul ederim’ der ve 6 Nisan 1973’te 6. Cumhurbaşkanı seçilir.
Korutürk çiftinin üç çocukları olur. İlk çocukları Osman Korutürk, ortanca oğlu Salah ve ailenin üçüncü çocuğu Ayşe. Emel Hanım, eşinin, kendisinin ilkeli yaşamlarını, çocuklarının Çankaya’daki siyasi yaşamda adeta görünmez oluşlarını ise şöyle ifade ediyor:
‘Geçen akşam bir televizyon kanalında Semra Özal ile söyleşi yapılıyor. Semra Hanım ‘Bizden öncekilerin çocukları yoktu, bizimkiler ondan bu kadar dikkat çektiler’ diyor, gazeteci de ona, Atatürk hariç ki o en büyüktür, Cumhurbaşkanlığı ile sınırlanamaz, tüm cumhurbaşkanlarının çocuklu olduğunu söyleyemiyor. Benim üç çocuğum olduğu hala bilinmez. Hiçbir zaman onları protokole sokmadık. Çankaya’da sanatçıların da davet edildiği çok büyük bir yılbaşı resepsiyonu verdik, o davette bile çocuklarım yoktular. Çocuklarla devlet işini titizlikle ayırdık. Çankaya’da 7-8 araba olmasına rağmen oğlum üniversiteye araba ile gitmek isteyince biz ona araba aldık.”

‘Nazmiye Hanım zekidir’
Çankaya serüveninde Emel Hanım’ı en çok etkileyen yerli şahsiyet ise Nazmiye Demirel olmuş:
“Nazmiye Hanım’ı çok zeki ve esprili bulurum. Jivkov gelmişti bir resmi ziyaret için. Kızı refakat ediyordu. Uzun boylu, soğuk, mesafeli bir tipti kız ve yabancı dil bilmiyordu. Dolayısıyla yemekte sohbet etme imkânı olmadı. Yemek bitti, bir ara baktım Nazmiye Hanım ile Jivkov’un kızı bir köşede gülüşüyorlar, merak ettim ve ‘Hanımefendi nece anlaştınız?’ diye sordum, ‘Gözce’ dedi.
Bayan İnönü’nün de son derece zeki olduğunu düşünürdüm. Babam anlatmıştı. (Bu anıyı İnönüler bilmiyor!). İnönüler resmi ziyaret için Bosna’ya gitmişler. Büyük de bir resim sergisi açacaklar. Mevhibe Hanım pembe şapkası ve giysileriyle çok şıkmış. Devlet protokolü gereği üstü açık bir arabada ilerliyorlarmış, tam Bosna’ya girerlerken Mevhibe Hanım şapkasını çıkarıp eşarp bağlamış ve ‘Burada Müslümanlar çoğunlukta, böylesi daha uygun’ demiş.”

Devrimci kadınlar
“Emel Hanım 1978’deki hareketli ortam içinde, sosyal olaylara da ilgisiz değildi: Kadınların sosyal hakları için kendisiyle görüşme talebinde bulunan Devrimci Kadın Dernekleri Federasyonu yönetim kurulunun görüşme talebini kabul etmiş ve yönetim kurulu üyelerinden Nadire Mater, Ayşegül Devecioğlu ve Nihal Uygur’u Köşk’te ağırlayarak kadınların taleplerini gerçekleştirmek için elinden geleni yapacağı konusunda söz vermişti.”

‘Ressamım’ demezdi
“Emel Hanım, sanata olan saygısı yüzünden, sayısız tablo yapmış olmasına rağmen kendisi için ‘ressam’ sıfatını kullanmadığı gibi, kullanılmasına da izin vermiyor. O kadar ki, bir gün Cumhuriyet gazetesinde saygın bir köşe yazarının sütunlarında kendisini ‘ressam’ olarak tanımlanmasına çok üzülüyor ve düzeltme yapılmasını rica ediyor.
Emel Hanım, yaptığı resimlerin çoğunu akrabalarına ve dostlarına hediye etmiş. Ancak bunlardan biri hala salonunun en kıymetlisi olarak duruyor. Babası Salah Cimcoz’u evlerinin balkonunda resimlediğ bir tablo bu... Çankaya’dan İstanbul’a dönerken de en çok tuval ve fırçalarına tekrar kavuşabileceği için sevinmiş. Moda’ya yerleşir yerleşmez resim yapmaya bıraktığı yerden devam etmiş.” Emel Hanım’ın kişiliğindeki bir başka sürpriz de, kuralları önemsemesine rağmen, kural dışı kişiliklere bayılması: “Hiç çılgın değilim ama çılgınlara bayılırım; Semiha Berksoy’u çok takdir ederim efemdim’ diyor. Yemek odasındaki başköşeyi de ona ayarmış. Berksoy’a bayılıyor ama Nazım’ın da bayıldığından emin değil. Berksoy’un, ortak bir dostları aracılığı ile Moskova’ya Nazım’a hediye yolladığını, ama Nazım’ın tepki gösterip, hediyeyi bir kenara attığını bizzat duymuş... Hanımefendinin ruhani kentleri de doğal olarak sanat ile iç içe olanlar. “Krakow’a bayalırım, Hitler bile hayranlıktan oraya dokunmamıştır’ diyor. Krakow’dan sonra en sevdiği şehir Moskova. Oradaki müzelere, sergilere doyamamış... Moskova’daki büyükelçilik rezidansını da çok sevmiş; Çarklık döneminde bir şeker tüccarının sevgilisi için yaptırdığı ev gerçekten çok güzel. Bence hanımefendi aşktan dem vurmaya bayılıyor ama bu konuyu kısa geçiriyoruz. Peki, Emel Hanım İstanbul’da ne yapıyor, nasıl yaşıyor?
“Genelde yabancı basını izliyorum, onun dışındaki en büyük ilgim futbol. Biz ailecek Fenerbahçeliyiz. Gol olursa hemen Naim Talu’nun eşi ile birbirimizi ararız” diyor. Bir kahve içimi gidip 5 saat kaldığım evden, muaşeret sınırlarını zorlamamak için isteksiz de olsa ayrılıyorum. Giderken hafifçe eğiliyor ve “Sakın gazeteciyim demeyin, sanat yazarıyım deyin!” diye adeta fısıldıyor.

Haberin Devamı

Devrimci kadınları Köşk’te ağırlamıştı

Korutürk ailesi. Cumhurbaşkanı baba Fahri Korutürk, sanatçı anne Emel Korutürk, çocukları, damadı ve gelinleri.

Devrimci kadınları Köşk’te ağırlamıştı

Emine Korutürk Cumhurbaşkanı eşi iken bir uçak yolculuğunda.

Emel Korutürk’ten sessiz veda
Emel Korutürk, önceki gün İstanbul’da vefat etti. Mesane tümörü rahatsızlığından dolayı zor günler geçiren 98 yaşındaki Korutürk, bir süredir evde tedavi görüyordu. Rahatsızlığı arttığı için 3 gün önce Kadıköy’deki özel bir hastaneye kaldırılan Korutürk, tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı. Eşi Fahri Korutürk’ün Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olmasının ardından 1973-1980 yılları arasında “Firs Lady” olan Korutürk’ün cenazesi, bugün Teşvikiye Camii’nde öğle vakti kılınacak cenaze namazının ardından Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedilecek.

Haberin Devamı

Resim Heykel Müzesi’nin kurucularındandı
Çankaya Köşkü’nde ilk kez sanatçılara resepsiyon verilmesini sağlayan Emel Korutürk’ün sanat çalışmaları lise öğrenimi için gittiği İsviçre, Lozan’da başladı. 18 yaşındayken, 1933 yılında Cumhuriyet’in 10. yıl nedeniyle Ankara’da düzenlenen sergiye katılan Korutürk’ün çalışması Atatürk’ün de dikkatini çekti. Türkiye’ye döndükten sonra İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’ne başladı. Akademiyi 1936’da bitirdi ve eşi Fahri Korutürk ile beraber Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nin kurulmasını sağladı. Fikret Mualla’nın 34 eserini müzeye kazandırdı. Özel sanat galerilerinin açılmasını da teşvik etti. Sanatçının “Gazi’ye Şükran” adlı tablosu halen Ankara Resim Heykel Müzesi’nde sergileniyor. Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Emel Korutürk’ün Türkiye’nin yetiştirdiği önemli ressamlardan biri olduğuna dikkat çekerek, “Emel Korutürk hiç kuşkusuz Türkiye’de sanatın gelişimi ve korunması adına fevkalade önemli katkılarda bulunmuş kıymetli bir sanat insanıydı” diye konuştu.
KÜLTÜR SANAT SERVİSİ

Seçkin değil, halkçı ve özgürlükçüydü
AYÇA ATİKOĞLU
Kucağımda mimozalarım Moda burnundaki evin kapısını çalarken önyargılarla kuşatılmış beynimin çelmeleri ayağıma dolanıyordu... Beni bekleyen ‘Batılı kibir’e karşı ben de sınıfsız tavrımı kuşanmıştım ki tüm bunlara hiç gerek kalmayacağını, Emel Hanım’ın sanılanın aksine seçkinci değil, son derece halkçı, eşitlikçi ve özgürlükçü olduğunu anlayacaktım...
Cumhurbaşkanı eşleri içinde, kamuoyu nezdinde de cumhurbaşkanı aileleri nezdinde de, Emel Korutürk’ün yeri hep ayrı oldu. Seçkin bir aileden gelmesi, İstanbul zarafetinin son temsilcilerinden biri olması, eğitimi, ressamlığı; hakkında tek bir spekülasyon olmayışı ile yerleşmiş bir kanıydı bu...
Kapıyı siyah-beyaz Türk filmlerindeki gibi beyaz önlüklü bir hizmetkâr açmıştı. Emel Korutürk, salonda bekliyordu. Denize nazır aile apartmanındaki ev, iki dairenin birleşmesinden oluşmuş ve ‘Parisien’ bir zarafetle döşenmişti. Aile yadigârı kıymetli parçalar, marküteri konsollar, oymalı çalışma masası, zengin bir kütüphane; Fikret Mualla, Bedri Rahmi, İbrahim Çallı, Ali Rıza Biz, Şeker Ahmet Paşa imzalı tablolar, IV. Loui’nin kızı Parma Prensesi’nin mücevhercisinin yaptığı altın varaklı bir çift şamdan, ferah, iç açıcı renklerdeki kanepelerin arasına serpiştirilmişti...

Çılgınlık özlemi
Emel Hanım da tıpkı evi gibi sanat, görkem, zarafet ve tarihin, günümüz rahatlığı ile dengelenmesinin bir simgesiydi sanki. Sohbeti doyumsuzdu, açıktı, sansürsüzdü; Nâzım Hikmet’in aşklarından da dem vuruyordu, hükümetin tavrından da, Fenerbahçe’nin gollerinden de... Moda’daki köşkü bırakıp bir deniz subayının eşi olarak sade bir yaşama geçmeyi ne kadar doğal yaşamışsa, cumhurbaşkanı eşi olmayı da o kadar doğal karşılamıştı. Protokol onun yaşamının parçası olmuştu ama içinde bir özlem hep kalmıştı: Hiç çılgınlık yapamamış olmak, ‘Semiha Berksoy’a hep bayılmışımdır’ demesi bu yüzdendi, Uğur Çakıcı öldürüldüğünde alt komşusuna, ‘Çok üzüldüm mert bir kadındı demesi’ de...
Şimdilerde samimiyetle ikame edilmeye çalışılan kibarlık ise Emel Hanım için ‘hayati’ idi. O kadar ki, 1960’lı yıllarda Moskova sefiresiyken, bir Türk gazeteci hanımın ‘Memnum oldum’ demesini hâlâ unutamıyordu ve ‘Efendim böyle kabalık olur mu?’ diye soruyordu (Bir sefire ile tanışıyorsanız siz memnun olamazsınız, dilerse o olur.)

Fikret Mualla’nın mezarını yaptırdı
İstanbul’un köklü ailelerinden Cimcozların kızı olan Emel Cimcoz’un gençliği kültür, politika ve sanat ortamı içinde geçer. Emel Hanım’ın babası Salah Cimcoz yaşamı boyunca sanat ve sanatçının yanında olmuştur. Salah Cimcoz’un Fikret Mualla ile tanışması da ilginç bir rastlantı sonucu olur. Cimcoz bir gün arkadaşları ile birlikte Koço’da oturmaktadır. Orada bulunan Fikret Mualla, içki mezesi olan leblebiyi şaka olsun diye Cimcoz ve arkadaşlarının masasına atar; tanışmaları böyle olur. Bir süre sonra Moda’daki köşkünde Mualla’ya bir atölye tahsis eder. Maddi olarak rahat etmesi için de ona hamilik yapmaya ve geniş çevresini kullanmaya başlar. Ne var ki ressam, Fikret Mualla’lığını yapar ve CHP’nin sipariş ettiği devlet büyüklerinin toplu halde resmedildiği büyük panodaki portreleri jiletle keser, gözlerini oyar ve küfreder.
Fikret Mualla bu olaydan bir süre sonra da Paris’e gider.
Mualla, Paris’e gittikten sonra da Cimcozlarla ilişkisini kesmez, Emel Hanım’a uzun mektuplar yazar, Madam Agnes’in evindeki yaşamını anlatır. Emel Hanım da ünlü ressamımızı desteklemeyi sürdürür. Karacaahmet’teki mezarını yaptırmayı da yine o üstlenir.
Lacivert hırkası, incileri, sabah makyajı, Eve sigarasını tüttürüşü ile hiç unutmayacağım Emel Hanım’la birlikte İstanbul silueti biraz daha silikleşti sanki...

Haberin Devamı

Yarın: Korutürk’lü yıllar