03.09.2023 - 07:00 | Son Güncellenme:
Ege Doğaç Erdoğan - İsmet İnönü 1964’te Johnson’ın mektubuna cevaben, “yeni bir dünya kurulur ve Türkiye de bu dünyada yerini bulur” demişti. Soğuk Savaş’ın en çetin geçtiği yıllarda bu dik duruşu sergilemek elbette milletimiz için bir gurur kaynağıydı. İnönü’nün bu sözünün altında yılların verdiği devlet adamlığı tecrübesi yatıyordu zira küresel güç dengelerini çok iyi etüt edebiliyordu. Gelişmekte olan ülkeler dünyanın rakip ve hasım iki kutba ayrılmasını istemezler. Herkesle rahatça ticaret yapabilmek, bir an önce kalkınma süreçlerini tamamlamak için barışçıl ve sorunsuz bir dünya idealdir onlar için. İki taraftan birisini seçmek durumunda kaldıklarında bazı fırsatlardan feragat ederler. Bu yapısal düzlemde her kazanç bir kayıp anlamına gelir. Bu sebeple, ulusal çıkarları taraf oldukları kutup tarafından yeterince karşılanmadığında alternatif arayışlarına girerler. Dünya giderek 20. Yüzyıldaki Soğuk Savaş dönemindeki bir düzene evriliyor. Yavaş yavaş taraflar şekilleniyor ancak doğum sancısının zirvede olduğu şu günlerde ikili oynayan ülkeleri görmek hiç de şaşırtıcı değil.
Kutuplaşma derinleşiyor
BRICS toplantısı yeni düzende ülkelerin nasıl konumlanıyor olacaklarını görmek için önemli bir gelişmeydi. Tabii somut ve kesin çıkarımlar yapmak için çok erken. 2001’de daha BRICS bile kendi varlığından bihaberken gruba BRIC (Güney Afrika sonradan katıldığı için “S” henüz yoktu) ismini takan yatırım bankacısı Jim O’Neill son gelişmelerin elle tutulur bir sonucu olacağına şüpheyle bakıyor. Grubun amacının nasıl şekilleneceği hususunun baştan beri muallak olduğunu ifade eden O’Neill, ne BRICS’i ne de G7’yi küresel sorunları çözmek için doğru adres olarak görüyor. 27 Ağustos’ta Clatham House’da yayınlanan makalesinde O’Neill aslında G20’nin daha aktif bir rol oynaması gerektiğini öne sürüyor. Bunun sebebi ise basit: bir yanda liberal demokratik düzenin savunucu olduğunu iddia eden Batı’nın G7’si, diğer yanda ise buna bir reaksiyon olarak gruplaşmış otoriter ülkelerin oluşturduğu BRICS, küresel sorunlara objektif ve kollektif bir bakış açısıyla yaklaşmayı imkansız kılıyor. Arada kalan ülkeler bir tercih yapmak durumunda bırakılıyor ve kutuplaşma daha da derinleşiyor.
Genişleme hamlesi
BRICS’e yeni bir kısaltma bulunur mu bilinmez ama artık İran, Suudi Arabistan, Mısır, Arjantin, Birleşik Arap Emirlikleri ve Etiyopya’da grubun üyeleri oldular. Bu büyük genişleme hamlesinin ilginç pek çok yanı var:
Birbirleriyle geleneksel rakip olan Suudiler ile İran’ın aynı çatı altında birleşiyor olması. Ayrıca ABD ile uzun süredir yakın ilişkiler süren Suudi Arabistan’ın ve BAE’nin Rusya ve Çin’in önderliğinde bir oluşuma katılması.
Coğrafi olarak birbirinden çok uzak ülkelerin grupta yer alacak oluşu.
Daha yeni Şangay İşbirliği Örgütü’ne katılım sağlayan İran’ın, özellikle yaptırımları delmek için giderek aktif bir dış politika izliyor oluşu.
Bunlara ek olarak, üyelik başvurusu yapan Endonezya’nın reddedilmesinin sebebi muhtemelen geçen sene G20 başkanlığı esnasında küresel gıda güvenliğini gündeme taşıması diyebiliriz. Rusya’nın baskınlığının en net hissedildiği uluslararası oluşum olan BRICS’in genişlemesi Ukrayna’daki durumu etkileyebilir. Öte yandan Yeni Kalkınma Bankası (New Development Bank - NDP) gelişmekte olan ülkelere kredi imkanı sunuyor ve BRICS ülkeleri dolar yerine kendi para birimlerini kullanma niyetlerini açıkça beyan ediyorlar. Şu an için bunun bir hayal olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ancak Euro’nun da bir hayalin gerçekleşme hikayesi olduğu unutulmamalı.
Sonuç itibariyle gelişmekte olan ülkeler tek süper-güç hegemonyasından iki ya da çok kutuplu bir dünya düzenine geçişte kendilerine yer bulmaya çalışıyorlar. Artık üçüncü dünya ülkeleri tanımı da yerini ‘küresel güney’ sınıflandırmasına bıraktı. Çoğunluğu güney yarımkürede bulunan bu ülkeler Batı’ya ya da Doğu’ya körü körüne bağlı kalmak istemiyorlar. Küresel güneyin tutumu, BRICS’in sembolik bir centilmenlik anlaşması mı yoksa yeni bir güç odağı mı olup olmayacağını belirleyecek.