21.12.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:
PINAR TÜRENÇ yazıyor
Balbay, bir an durakladı. Silivri 1 nolu kapının önünde yüzü gerildi: “Girmesem olmaz mı?” dedi ve gülmeye başladı. Gülmek o an hepimize iyi geldi doğrusu. Fakat Silivri’ye böyle gideceğimiz hiç aklıma gelmemişti. Yıllardır “tutsak gazetecilere, akademisyenlere” yaptığımız ziyaretin, çok farklı bir yüzüyle bu kez karşı karşıyaydık.
Sabahın kör karanlığında uyandığımdan beri “Acaba” diyordum: “Acaba Balbay yıllarca birlikte kaldığı koğuş arkadaşı Tuncay’la nasıl karşılaşacak?”
Eksi üç derecede Silivri kırsalını beyaza büründüren kırağının dondurucu soğukluğu üstümüze eklenince içim bir daha titredi. Basın Konseyi Yüksek Kurulu’ndaki arkadaşlarımla hapishanenin ziyaretçi giriş kapısından Balbay’la kucaklaştığımızda o bizden de heyecanlıydı.
Tereddüt etmedi
Basın-ifade özgürlüğünün hiçe sayıldığı davalarda “terörist” yapılan içerideki gazetecilere ziyaret için Silivri’ye giderken Balbay’a da “Hadi gel bizimle, belki senin için bu ilk ziyaretin ağırlığını daha kolay aşarsın” demiştim. Tereddütsüz kabul etmişti: “Ben de nasıl gideceğimi, nasıl o duygu selini aşacağımı bilemiyordum.”
Silivri ziyaretçi kapısında Balbay’ı karşılarında görenler şaşırıyordu. “Sahi mi? Siz o değil misiniz? Bizi de Allah kurtarsın” diyor, ellerini tutanların gözleri yaşarıyordu. Balbay ne olursa olsun mutlu değildi. Belki de yaşamının en zor ziyaretini gerçekleştiriyordu. Beş yıldır hep sanık olarak cezaevinde olan Balbay bu kez milletvekili sıfatıyla görevlilerce kapıda karşılanıyordu. İnanılır gibi değildi. Cezaevi görevlilerinin de gözlerinin içi gülüyordu.
Ona ziyaretçi alışkanlığımızla yol gösterdik. Göz taramalarından, elle yoklamalardan geçtikten sonra yıllarca birlikte kaldığı hücre arkadaşı Tuncay’a doğru üst kata çıkarken yüz mimikleri donmuştu. Bir an sırtıma dokundu: “Biliyor musun bu çok iyi oldu. Yoksa nefret ettiğim, hayatımdan silmeye çalıştığım bu yere yeniden gelmek benim için çok zordu teşekkür ederim.” Elinden tuttum: “Biz güçlüyüz ve rahatız merak etme.”
‘Neredesiniz?’
Yıllardır tutuklu ziyaretlerimizde içeridekileri açık görüş salonunda hep biz beklerdik. Bu kez bizi bekleyen içerideki gazeteci Tuncay Özkan’dı. Balbay’a bir sarıldı, sırtlarında patlayan küt küt sesleri salonda yankılandı. “Neredesiniz?” dedi Tuncay. “Neredesiniz?” Gardiyan Mikail dâhil herkes Balbay’la kucaklaştı. Neydi bu yaşadığımız! Sırada diğer hükümlü gazeteciler Hikmet Çiçek, Deniz Yıldırım, Turan Özlü de vardı.
“Canımsın” diyordu ağırlaştırılmış müebbette çarptırılan Tuncay. “Canımsın.” Mustafa Balbay donup kaldı o an. Gözlerimiz buğulandı. Tuncay konuştu:
“Çok sevindirdiniz bizi. Ama dışarıdaki bazı gazetecilerle de utanıyorum. Balbay içeri diye tempo tutanlar vicdansızdır. Şimdi gördüler işte. Bizi de kör sabahlarda aldılar. Aynı muamelelere tâbi tutulduk: Üç gündür kendi yaşadıklarım gözümün önüne geliyor. Ama bizim adımız Ergenekoncu idi. Bugün Ergenekon şablonu ile aynı filmi görüyoruz. Bizim para sayma makinamız hiç olmadı. Akıl mı edemedik yoksa?”
Gülüştük. Balbay yanıtladı:
“Tuncay bizim gün sayma makinamız oldu sadece”
Açık görüşte ilk kez çayın yanında kahve de ikram edildi. Ne de olsa yanımızda gazeteci milletvekili vardı.
‘Zindanlar boşaltılmalı’
Tuncay “Çok sıkıntılıyız” diye devam etti: “Paralel devlet uygulaması bu ülkenin sonunu getirir. Barış için enerjiler boşaltılmalı artık. Geçmişe sünger çekmesinler ama bu kin ve öç bitmeli. Zindanlar boşaltılmalı, insan değerli ise masaya her kesimin temsilcisi davet edilmeli. Geleceği birlikte kurmalıyız. Zaten Türkiye sofrası Gezi’de kurulmuştu. Buna devam etmeliyiz. İntikam hissi ile yarını inşa edemeyiz. Biz katil değiliz. Elinde kan olanlarla da bir değiliz. Beş yıl üç aydır hücredeyim. Benim suçum ne? Geleceği insan kuracaksa insanımızı sevmeliyiz.”
Yanıt Balbay’dan geldi:
“Gelecek güzel olacak. Merak etmeyin. Ben bu iş için çalışıyorum. Çıkacaksınız. Gerekeni yapıyoruz. Her şey olumlu olacak. Ben bu olayı tutan oldum ve bırakmayacağım.”
‘4 yıl beraber kaldılar’
Dört yıl boyunca 4 nolu hücrede birlikte kalan iki gazetecinin hislerini onlar gibi yaşamak kuşkusuz olanaksızdı. Onlar birbirlerinin bakışına, duruşuna, sesine, kokusuna alışmışlardı. Dile kolay avuç içi hücreye en güzel yıllarını hapsetmişlerdi.
Avrupa’nın en büyük cezaevinde, dünyanın en büyük gazeteci hapishanesi Türkiye’de yaşanan garip bir olaydı bu. Tuncay Özkan, Deniz Yıldırım, Hikmet Çiçek, Turan Özlü ve diğerleri yanımızdan teker teker hücrelerine dönerlerken muhalif gazeteci oldukları için hüküm giymişlerdi ve şöyle diyorlardı: “Bu testi daha fazla su taşımaz.” Ama isyan noktasına geldikleri de kesindi:
“Biz neden buradayız? Suçumuz ya-yın-la-mak. İlk kez üç gündür kesin isyanlardayız. Bugün yaşananları bize nasıl anlatacaklar? Marta kadar da bekleyemeyiz. Öfkemiz çok büyük.”
Hep birlikte Silivri’yi terk ederken öncelikle Balbay çok üzgündü. İlk kez o, arkadaşlarını geride bırakıp özgür yaşamına dönüyordu. Kısacası sözün bittiği yerdeydik.