14.12.2012 - 10:54 | Son Güncellenme:
AA
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde Urfi Çetinkaya ile birlikte 14 sanığın, ”örgütlü şekilde uyuşturucu ticareti yapmak” suçundan çeşitli hapis istemleriyle yargılandığı, haklarında verilen 24 yıllık hapis cezasının Yargıtay 10. Ceza Dairesi tarafından bozulmasıyla Çetinkaya, bacanağı Talip Doğan ve Enver Sarı ile birleşen dosyalardaki 2 sanığın da yeniden hakim karşısına çıktığı davada, gizli tanık muamması yaşanıyor.
Dava kapsamında, kimliği gizli tutulan bir muhbirin anlatımları doğrultusunda 8 yılı aşkın bir süre tutuklu olarak yargılanan sanık Urfi Çetinkaya’nın avukatı Hatip Mercan, müvekkilinin bu dava dosyasında yargılanmasını sağlayan tek delil olarak kabul edilen, aleyhte beyanların sahibi ”X1” adlı gizli tanığın, polis tarafından herhangi bir kaydına rastlanmadığını ve kimlik, irtibat bilgilerine ulaşılamadığını iddia etti.
Muhbir ihbarlarıyla başlatılan operasyon
Avukat Mercan’ın iddialarına dayanak olan dava süreci, avukatın dosyaya koyduğu belge, dosyaya ulaşan yazılar ve mahkeme tutanaklarına göre şöyle yaşandı: Dönemin İstanbul Narkotik Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’nde görevli bir başkomiseri tarafından tutulan ve narkotik büro amirliğine 30 Temmuz 2003 tarihinde gönderilen bir yazıda, adı gizli tutulan ”X1” kod adlı muhbirin 2003 yılının mart ayında, ”uyuşturucu kaçakçılığı suçundan cezaevinde bulunan Urfi Çetinkaya’nın halen uyuşturucu kaçakçılığına devam ettiği” yönünde beyanlarda bulundu. Aynı gizli tanık, 15 Ağustos 2003’de de narkotik şubeye giderek, ”Enver Sarı’nın Urfi Çetinkaya adına uyuşturucu madde imalatı yaptığı” bilgisini aktardı.
Dönemin başkomiseri U. A. tarafından yazılan tutanağa göre, adı gizli tutulan ”X1”den başka, ”X2” adlı bir muhbirden de, bu yönde bilgiler alındığı belirtildi.
"Kimlik ve adres bilgilerini saklayın" kararı
Soruşturma aşamasında dönemin Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde (DGM) görevli İstanbul cumhuriyet savcılarından İsa Dalgıç, muhbirlerin suçla ilgili açıklamalarına ihtiyaç duyduğu için, muhbirlerin ’gizli tanık’ olarak dinlenilmesi kararının çıkarılmasını talep etti.
2 Nolu DGM de, 9 Ocak 2004’te verdiği kararda, tanıkların kimliklerinin ve ikametgahlarının saklı tutmak suretiyle tedbir uygulanması ve tanığın gerektiğinde tebligat yapılacak adresinin ile açık kimliğinin tahkikatı yapan güvenlik birimi tarafından özel olarak saklanmasına hükmedildi.
"Kasada saklıyoruz"
Daha sonraki süreçte X1’in, ”gizli tanık” olarak 13 Ocak 2004’de, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde ifadesi alınarak bu ifade ”gizli” ibaresiyle savcılığa gönderildi.
Dönemin İstanbul Narkotik Şube Müdürü Tufan Ergüder’in imzasıyla mahkemeye gönderilen ifadede, ”Şahısların açık kimliklerinin bulunduğu ve tarafınızdan görülerek mühürlü zarfa konan kimlik bilgileri şubemiz kasasında muhafaza altına alınmıştır” ifadesi yer aldı.
Gönderilen yazıda, X1’in, ”Urfi Çetinkaya’nın eroini ucuza mal etmek amacıyla Türkiye’de imal ettirdiği, Silivri’deki bir evde yapılan operasyonda yakalanan 700 kilo civarındaki eroinin Çetinkaya tarafından Enver Sarı’ya yaptırıldığı” gibi beyanlarına yer verildi.
Muhbirlerin verdikleri bilgiler doğrultusunda narkotik görevlilerince 2003 yılının kasım ayında ”Son Tango” adlı bir operasyon düzenlenirken, o güne kadar ele geçirilen en yüklü miktar olan 507 kilogram eroinle ilgili Urfi Çetinkaya’nın da aralarında olduğu 16 kişi gözaltına alınarak tutuklandı.
İstanbul DGM Cumhuriyet Savcısı İsa Dalgıç tarafından hazırlanan iddianamede, Urfi Çetinkaya’nın X1 anlatımlarına göre uyuşturucu kaçakçılığı yaptığı belirtilerek, Çetinkaya’nın ”teşekkül halinde uyuşturucu kaçakçılığı yapmak” suçundan 24 yıl hapisle cezalandırılması talep edildi.
İstanbul 2 Nolu DGM’de açılan davanın ilk duruşması 20 Nisan 2004 tarihinde yapılırken, savunması sorulan tutuklu sanık Urfi Çetinkaya, suçsuz olduğunu ve gerçekte X1 muhabirinin olmadığını iddia etti. Çetinkaya’nın avukatı Hatip Mercan da, gizli tanık X1’in ilk duruşmada dinlenilmesini ve kendisine soru sorulması olanağının verilmesini talep etti.
Çetinkaya ve avukatı Mercan’ın gizli tanık dinlenilmesi talebi, duruşmalar süresince reddedildi.
Mahkemenin "24 yıl hapis cezası" kararı
DGM’lerin 2004 yılında kaldırılması ve statüsünün ”özel yetkili” olarak değiştirmesiyle birlikte, 2 Nolu DGM yerine oluşturulan İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde davanın görülmesine devam edildi.
Aradan 3 yıl geçti ve mahkeme heyeti, davaya ilişkin kararını 19 Nisan 2007’de açıkladı. Mahkeme heyeti, Urfi Çetinkaya, Talip Doğan ve Enver Sarı’yı, ”örgütlü bir şekilde uyuşturucu madde imal etmek” suçundan 24’er yıl hapis cezasına çarptırdı.
İkramiye iddiası
Mahkemenin kararı üzerine davayı temyiz eden Çetinkaya’nın avukatı Mercan, Yargıtay Ceza Dairesi’ne yazdığı dilekçede, müvekkilinin tutuklu yargılanmasına neden olan ve daha sonra ”gizli tanık” statüsü kazanan X1 kod adlı muhbirin dava sürecinde, taleplere rağmen dinlenilmediği ve X1’in Çetinkaya’nın suçla ilişkilendirilmesi ve trilyonluk muhbirlik ikramiyesinin hak etmeyen birilerince paylaşılması amacıyla uydurulduğunu savundu.
Yargıtay 10. Ceza Dairesi, temyiz incelemesini 20 Ağustos 2008’de tamamlayarak ”yargılama aşamasında yöntemine uygun olarak dinlenilmeyen gizli tanıkların beyanlarına göre hüküm kurulmaması gerektiğine” işaret ederek bozdu.
Bozma kararından sonraki 2 Şubat 2010 tarihli duruşmada da, duruşma savcısı Savaş Kırbaş, muhbirlerin gizli tanık olarak dinlenilmesini talep etti.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün mahkemeye 6 Mayıs 2010’de gönderdiği yazıda, ”muhbirlerin beyanda bulunmaları için rızalarının olmadığı ve mahkemeye çıkmayacaklarını söyledikleri” aktarıldı. Mahkemenin 8 Ekim 2010 tarihli duruşmasına, getirilmeyen gizli tanıklarla ilgili mahkeme, emniyete yazı yazılarak gizli tanıklar X1 ve X2’nin tanık koruma programıyla mahkemeye getirilip dinlenilmesine yeniden karar verdi.
"Aradığınız gizli tanığa ulaşılamıyor"
İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden mahkemeye gönderilen 1 Aralık 2010 tarihli yazıda, muhbir X1’e ulaşılamadığı, muhbir X2’nin ise mahkemede tanık olarak ifade vermek istemediği belirtilerek bir sonraki duruşmaya katılmayacakları bildirildi.
Tanıkların getirilmesi istenmesine rağmen 25 Ocak 2011 tarihli duruşmaya, X1 ve X2 katılmadı.
Emniyetten bir kez daha X1’in bulunarak duruşmaya getirilmesi istendi. Ancak 3 Mayıs 2011 tarihli duruşmada, emniyet mahkemeye tanıklarla ilgili herhangi bir cevap yazısı göndermedi. Avukat Mercan, ”Emniyet yargılamayı bilerek uzatmak istemektedir. Müvekkilim hakkında içinde bulunmadığı bir oyun oynanmaktadır. Emniyet buna alet olmamalı. ’X1’in dinlenilmesinden vazgeçilmesini ve yargılamanın sonuçlandırılmasını talep ediyoruz” dedi.
Mahkeme de, daha önce yazdığı yazıya cevap verilmemesi gerekçesiyle emniyete uyarılı yeni bir yazı yazılmasını ve bu yazıya emniyetin cevap vermemesi durumunda sorumlularla ilgili suç duyurusunda bulunulacağının hatırlatılmasını kararlaştırdı.
"Sadece lakabını biliyorum"
Müdürlükten gönderilen, 22 Temmuz 2011 tarihli yazıda, cevaplandırılması istenilen hususların, soruşturmanın yapıldığı dönem başkomiser olarak X1 tutanağını düzenleyen ve şimdi 4. sınıf emniyet müdürü olan U. A.’a sorulduğu ve U.A da cevap verdiği aktarıldı.
4. Sınıf Emniyet Müdürü U. A. imzalı yazıda, ”Gizli tanık olarak İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından dinlenilmesi istenen, 2003/SN-580 sayılı olayda X1 muhbiri olarak bilgi veren ve yalnızca ’Hacı’ lakabıyla tanıdığım şahıs ile Narkotik Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’nde çalıştığım yıllarda irtibatım olmuş, fakat çok uzun zamandan beri irtibatım olmamıştır. Nerede olduğuna dair hiç bir bilgim olmamakla birlikte kendisine ulaşacağım herhangi bir irtibat bilgisi bulunmamaktadır” ifadesi kullanıldı.
Mahkemenin 2 Şubat 2012 tarihli duruşmasında esasa ilişkin görüşünü açıklayan Cumhuriyet Savcısı Adem Özcan, ”X1 muhbirin farklı tarihlerde yaptığı ihbarlarla ilgili kolluk tarafından usulüne uygun 28 Temmuz 2003 tarihli tutanağın düzenlendiği” ifadesini kullanarak, Urfi Çetinkaya’nın ”örgütlü bir şekilde uyuşturucu madde imal etmek” suçundan 24 yıl hapis cezasına çarptırılmasını istedi.
Çetinkaya, 8 yılı aşkın süre tutuklu olarak yargılandığı davada, CMK 102. maddede yapılan değişiklik gereği, dosya üzerinden yapılan inceleme sonucu 15 Haziran 2012 tarihinde tahliye edildi.
Polislerle ilgili suç duyurusu talebi
Avukat Hatip Mercan, savcılık mütalaası üzerine mahkemeye sunduğu dilekçesinde, tanığın ihbar ve beyanlarının alınmasında usul ve yasa hükümlerine uyulmadığını, 4422 sayılı yasaya göre ihbarda bulunan muhbir-tanık için her türlü tebligatın yapılacağı ayrı bir adres tespit edilmesi ve muhbir-tanıkla ilgili bilgilerin kolluk merkez birimlerinde saklanması gerektiğini, bu konuda İstanbul 2 Nolu DGM kararının bulunduğunu ve emniyetin bu karara rağmen X1 muhbirin kimlik bilgisi ile tebligata yarar adres bilgilerinin var olmadığını beyan ettiğini hatırlattı.
Mercan, dilekçesinde şu ifadeyi kullandı: ”28 Temmuz 2003 ve 15 Ağustos 2003 tarihli X1 muhbir raporlarıyla kolluğun X1 muhbirin gizli tanık olarak dinlenildiğine ilişkin 13 Ocak 2004 tarihli ’gizli tanık ifade tutanağı’nın sadece yasaya, usule ve mahkeme kararına aykırı olmakla kalmayıp, aynı zamanda mahkemeyi yanıltma gayesine, sahte delil uydurma gayesine yönelik tanzim edildiklerini kanıtlamaktadır.” Dilekçesinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne yazı yazılarak X1 muhbirin kimlik ve tebligata yarar ikametgah bilgilerinin, mahkeme kararı uyarınca özel olarak muhafaza edip etmediğinin sorulmasına karar verilmesini talep eden Mercan, mahkeme kararına aykırı işlem yaptıkları saptanan kolluk görevlileriyle ilgili mahkemenin ”görevi kötüye kullanmak” suçundan suç duyurusunda bulunmasını da istedi.
"Muhbirin var olmadığı kanıtlanmıştır"
Avukat Hatip Mercan’ın talebi üzerine mahkeme heyeti, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne yeni bir yazı yazarak, ”Tahkikat dosyasında X1 muhbir olarak bilinen şahsın kimlik ve tebligata yarar adres bilgilerinin 4422 sayılı yasa ve İstanbul 2 Nolu DGM Yedek Hakimliği’nin 19 Ocak 2004 tarihli kararı uyarınca muhafaza edilip edilmediği hususlarının araştırılmasına” karar verdi.
Müdürlükten 19 Eylül 2012 tarihinde mahkemeye gönderilen yazıda, soruşturma döneminde ifade alan başkomiser U.A’ya işaret edilerek, ”X1 muhbir ile görüşme yapan görevlimizin tutmuş olduğu raporda da şahsın açık kimlik bilgileri ve tebligata yarar adres bilgilerini bilmediği ve şahıs ile uzun zamandır irtibat kuramadığı ve kendisi ile irtibat kurduğu taktirde bilgi vereceği hususu belirtilmiştir” denildi.
Emniyetin bu yazısı üzerine avukat Mercan da, mahkemeye sunduğu dilekçeyle, ”İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün bu sözde muhbiri hazır bulunduramaması, keza cevabi yazılarında X1 muhbirin kimlik ve tebligata yarar ikametgah bilgilerinin bilinmediğini itiraf etmek durumunda kalması, kolluğun X1 olarak kodladığı muhbirin gerçekte var olmadığını kesin olarak kanıtlamıştır” ifadesini kullandı.
Olay tutanağında 800’ü geçen polis imzası
Davanın 6 Kasım 2012 tarihli son duruşmasında ara kararını açıklayan mahkeme heyeti, sanık Urfi Çetinkaya’nın avukatı Hatip Mercan’ın kolluk görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunulması talebini, şikayet başvurusu yoluyla sanığın bizzat kendisinin yapabileceği gerekçesiyle reddedilmesine hükmederek, duruşmayı erteledi.
Avukat Hatip Mercan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, operasyon sürecinde görevli olan emniyet görevlilerinin tamamının 2010 yılında değiştiğini ve operasyon sürecinde fiziki takip tutanaklarının da dosyada kaybedildiğini savunarak, emniyetin gönderdiği yazıların tümünün ’gizli’ ibaresiyle kendilerinden saklandığını ve bu yazıların ancak Yargıtay bozma kararının ardından davanın avukatlarına verildiğini savundu.
Soruşturmanın yapılmadığı dönemde tanık koruma kanununun yürürlükte olmadığını ve bunun da polisleri suç işlemeye kadar götürecek rehavet yarattığını iddia eden Mercan, ”Dağıtılan ve milyon liraları bulan ikramiye nedeniyle bu tür dosyalarda yüzlerce emniyet görevlisinin imzası bulunur olay tutanağında. Normalede 3 sayfa olması gereken olay tutanağı atılan imzalardan dolayı 19 sayfaya çıkmış. Her bir sayfada 52 imza var ve toplamda 800’ü geçiyor. Tek nedeni olay tutanağında imzası olunca ikramiyeden pay alınmasıdır.”
Hükümet AİHM’e savunma gönderdi
Bu arada Çetinkaya’nın avukatı Hatip Mercan, müvekkilinin operasyon, soruşturma ve kovuşturma aşamasında yaşadıklarını iddia ettiği mağduriyetlerle ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvuruda bulundu. Dilekçede, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3, 5, 6/2 ve 13 sayılı maddelerinin ihlal edildiği vurgulandı.
AİHM başvuruyu kabul etti. Türkiye’nin gönderdiği savunmada mağduriyetle ilgili şikayetlerin yersiz olduğu belirtilerek başvurunun reddi istendi.