25.04.2014 - 02:30 | Son Güncellenme:
KÜLTÜR SANAT
Cüneyt Arkın, kendi hayatını anlattığı yeni kitabı ‘Fakir Gencin Hikâyesi’ isimli kitabını Epsilon Yayınları etiketiyle çıkardı.
Çocukluğundan tıp eğitimine, sinemaya ilk adım atışına, Türkan Şoray’la çektiği filmden Münir Özkul’la olan dostluğuna kadar pek çok olayı anlatan Arkın’ın kitabında, oyuncunun yazdığı şiirler ve son dönemde gündemde yaşanan olaylara dair kaleme aldıkları da yer alıyor.
‘İşçilerle kaldım’
Fakir bir çocukluk yaşadığını anlatan Arkın o yılları şöyle anlatıyor: “Çoğu yıllar, engerek yılanının bile zor yaşadığı bozkırda, kara yel esip, toprak üstünde ne varsa kasıp kavurduğunda, hayvanlarımız, iki ablam, anam, babam ve ben korkunç bir açlık yaşardık. Rüyalarımda hep anamın taze tandır ekmeğini görürdüm. Bıkmadan, usanmadan, açlığın dayanılmaz ıstırabı ile toprağı kazar, bulduğumuz tatsız, çoğu acı olan kökleri yerdik.”
Üniversite yıllarına geldiğinde ise Sirkeci’de bir otel odasında iki köylü inşaat işçisiyle kaldığını söyleyen Arkın kitabında, para kazanabilmek için onlarla birlikte inşaatlarda çalıştığını, açlık korkusundan kitap çantasında hep bir parça ekmek bulundurduğunu, bir taraftan da tıp fakültesine devam ettiğini anlatıyor.
‘Tehdit aldım’
Cüneyt Arkın, tıp fakültesinin son döneminde hocası Prof. Dr. Cihat Abaoğlu’nun kendisine iş bulduğunu ise şu sözlerle anlatıyor: “Evlerde 24 saat ağır hasta bekliyordum. Altlarını temizliyor, kriz anlarında doktorun talimat yazısına göre hemen müdalale ediyordum. İlk gün on lira aldım. Hemen fırına koştum. On liralık ekmek aldım. Oburca, kusacak kadar yedim. Adeta çiğnemeden yutuyordum. Sonunda kustum. Ama yine yedim. Kalanları yatağımın başucuna koydum. Oda arkadaşlarım dalga geçiyorlardı. Umurumda değildi. Ekmekleri orada görmekle açlık korkumu yeniyor, huzur buluyordum.”
Üniversitenin ardından 1963 yılında Yeşilçam’a adım atan Arkın, ‘80’lerde ölüm tehdidi aldığını da şöyle anlatıyor: “1980’li yılların çetelerinin döküntüleri mafyalar olarak ortaya çıkmaya başladı. Biri benimle film yapmak istedi. ‘Hayır’ dedim. Atıf Yılmaz’ın yönettiği ‘Deli Yusuf’ setinde ayağımdan kurşunlandım. Tetiği çeken yakalandı. Garibanın tekiydi. Azmettiren döküntü mafya lideriydi. Polis onu arıyordu. Ama asıl patron, Eskişehir’de tanıştığım eski savcı Kemal Beyefendi.”
‘Türkan Şoray’ın gözleri bir ülkeydi’
Sinemada sadece başından kötü deneyimler değil, iyi olaylar da geçtiğini anlatan Cüneyt Arkın, Türkan Şoray’la bir film çekimi sırasında tanıştıklarını ve Şoray’ın gözlerinin çok etkileyici olduğunu şöyle tarif ediyor: “O gözler göz değil, Gözistan’dı. Bir ülkeydi. Memleketti, memleket türküsüydü. Ucsuz bucaksız yıldızlar yağmurlardı. Bereketli bahar çiçekleriydi. Türkan Şoray’ın her geldiği yer sımsıcak olurdu. Alçakgönüllüydü. Bir çocuk gibi darılırdı. Kiraz dudaklarını büküp küserdi. Çocuk gibi de sevinirdi. Türkan Şoray’la dünyanın en büyük aşklarını yaşadık. Çok güzel, iyi, büyük aşk filmleri çektik. Zamanın en çok iş yapan filmleriydi. Halk öylesine etkilenmişti ki, genç kadınlar, erkekler hayatlarında bizim gibi sevip, âşık oluyorlardı.”