Suda kendi aksine meraklı meraklı bakan bir kara kedinin gözleriyle karşılaşıyoruz önce. Kendi kendine yeten, başına buyruk, yalnız bir kedi. Her kedi gibi. Ağaçlar arasında koşturduğu, akşam olunca evine gidip sıcak yatağında uyuduğu güvenli bir hayatı var. Evi dediğimiz, etraftaki kedi heykellerinden, yarım kalmış kedi çiziminden anlaşıldığı kadarıyla çok da uzun olmayan bir süre öncesine kadar bir insanın yaşadığı anlaşılan bir orman evi. Başına ne gelmiş, nereye gitmiş bilmiyoruz. İlginçtir, çok da merak etmiyoruz. Bir şey olmuş, insan türü bölgeyi toptan terk etmiş ya da ortadan kalkmış gibi görünüyor. Distopik bir dünya diyebilir miyiz, tartışılır.
Karnını doyurmak için köpeklerden balık çalan kara kedimizin yaşadığı ilk ölüm – kalım mücadelesi, onu kovalayan öfkeli köpek sürüsünden kaçmak oluyor. Gelgelelim felaketin büyüğü kapıda: Bir sel geliyor ve önüne gelen her şeyi sürükleyerek bölgeyi yerle bir ediyor. Ne ev kalıyor geriye ne sığınacak bir ağaç. Artık kedimizin hayatta kalmak için kendi doğasına bile meydan okuyarak başka canlılarla iş birliği yapması, korkularını ve ön yargılarını kırarak yeni düzene alışması gerekecektir.
Letonyalı yönetmen Gints Zilbalodis’in (1994 doğumlu) en iyi animasyon ve uluslararası film kategorilerinde Oscar adayı filmi “Flow: Bir Kedinin Yolculuğu”, baş edilmesi imkânsız bir güç olan doğada yaşamanın tek yolunun ona ayak uydurmak olduğunu fark eden, bu anlamda insandan daha akıllı olduğu şüphe götürmeyen bir grup hayvanın macerasını son derece şiirsel bir dille, tamamen diyalogsuz olarak anlatıyor. Zaten kara kedinin filmin başında hayatını tehdit eden köpek, dost canlısı ve uykucu kemirgen kapibara, kediyi kurtarmak için kendi türdeşlerine kafa tutan kâtip kuşu ve insanlardan kalan objeleri bir sepete dolduran istifçi lemur ile birlikte sığındığı teknede ‘kendini akışa bırakarak’ arkadaşlığı ve dayanışmayı öğrendiği hikâyenin de tek insan kelimesine ihtiyacı yok. Her birinin farklı özellikleri var ve güçlerini birleştirerek, birbirlerini tehlikelerden koruyarak, arka çıkarak bu felaket ortamından sağ çıkmaları, sonunda sudaki yansımalarına yan yana, güvenle bakmaları mümkün.
Filmin pek çok diğer animasyondan en önemli farkı hayvanların hiçbirinin insan gibi davranmaması, yüz ifadelerinin, bakışlarının, seslerinin insanlardan ödünç alınmış olmaması. Yönetmenin de bu tercihinin sebebini açıklarken söylediği gibi, hayvanlar yeterince ilginç. İnsan gibi gülmeleri, ağlamaları, şaka yapmaları gerekmiyor. Hatta hepsinin doğal sesleri kaydedilip kullanılmış. Bir tek kapibaranın kendi sesinin karaktere rahatsız edici bir ton katacağı endişesiyle onun yerine yavru deve sesi tercih edilmiş.
Gints Zilbalodis’in senaryosunu Matiss Kaza ile birlikte yazdığı ve açık kaynaklı, ücretsiz bir yazılım olan Blender’ı kullanarak yaptığı bu özgürlükçü ve çığır açan film, Avrupa Film Ödülleri ve Altın Küre dahil pek çok ödülün sahibi oldu. Sırada Oscar olduğunu söyleyenleri büyük olasılıkla yanıltmayacaktır ama daha önemlisi akıllı, duyarlı, iyi bir film izlemek isteyenleri asla yanıltmayacak olması. Değil ‘öteki’lerle kendi türüyle bile dayanışmayı başaramayan, farklılıkların değerini kavrayamayan, doğanın efendisi olduğu yanılgısına kapılarak kendi sonunu hazırlayan insan evladını bir parça düşündürmeyi de başarırsa ne mutlu.