29.10.2023 - 07:00 | Son Güncellenme:
Ankara’nın başkent oluşunun 100. yıl dönümü. İsmet İnönü, 13 Ekim 1923’te Meclis’e tek maddelik bir anayasa değişikliği teklifi sundu. Teklifte; “Türkiye devletinin makarrı idaresi Ankara şehridir” hükmü yer alıyordu. Gerekçesinde ise “İstanbul, Türk milletinin müdafaa vasıtalarına mevdu olarak ilelebed korunacaktır. Devlet merkezinin Ankara olması zaruridir” deniliyordu. Payitaht olan İstanbul, 6 Ekim 1923’te düşman askerlerinin ayrılmasıyla kurtulmuştu. O dönemde dünyanın sayılı kentlerinden İstanbul dururken, yoksul Anadolu kasabası olan Ankara başkent ilan edildi.
Destanın karargahı
Mustafa Kemal Paşa, Heyeti Temsiliye Başkanı sıfatıyla 27 Aralık 1919’da Ankara’ya geldi. 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi Ankara’da açıldı. Meclis ordusu kuruldu. Yeni ordu, Yunan işgaline karşı direnişe geçti. Yunan Büyük Taarruzu, 23 Ağustos’ta 1921’de başlatıldı. Sakarya’nın gerisinde tertiplenen Türk ordusu, üstün düşman güçlerine karşı efsanevi bir direniş gösterdi. Sakarya Savaşı ile Yunan Büyük Taarruzu geri püskürtüldü. 30 Ağustos 1922’de Dumlupınar’da kazanılan Büyük Zafer ile vatan kurtuldu. 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması, yeni Türk Devleti’nin devletler arenası içinde tescili oldu. Ancak yeni devletin bir başkenti yoktu. Ankara, milli mücadelenin karargahı olmuştu. Fakat bir kasaba görünümündeydi. Keppiç evlerden oluşan, yolları tozlu yoksul Anadolu kasabası mı başkent olacaktı?
İstanbul’a sevgimizi azaltmaz
Mustafa Kemal, Ankara’yı başkent yapacağının ilk sinyalini Büyük Zafer’den sonra çıktığı bir gezide, halka seslenişinde verdi. Prof. Hamit Sadi Selen, Atatürk’ün yakınında yer alan isimlerden Siirt milletvekilliği yapmış Mahmut Soydan’ın bir yazısına göndermede bulunur. Buna göre Soydan, Atatürk’ün o günlerde şöyle konuştuğunu aktarır:
“Devlet merkezini seçerken iki noktayı göz önünde tutmak icabeder. Biri, her nevi tecavüze karşı yerinden kıpırdamayarak kuvvet ve sükûneti muhafaza edebilecek bir yer olmalı. Bu itibarla tabiî memleketin merkezini araştırmak lâzım. Yoksa bir geminin topundan telâşa düşecek bir yerde hükümet merkezi olamaz, ikincisi, hükümet merkezi öyle bir yerde olmalı ki, hükümet nazarını memleketin bütün muhitlerine müsavi surette atfedebilsin. Memleketin bir kenarına çekildiğimiz zaman, vatanın bizden uzak kalan yerlerini unutuveriyoruz. Biliyorsunuz ki, Anadolu bugün baştan başa harabe halindedir, kasaba ve şehir denilen yerleri de öyledir. Niçin böyledir? Çünkü İstanbul’u hükümet merkezi yapmışız ve kendimizi yalnız onun cazibesine kaptırmışız.
İstanbul, en güzel bir şehrimizdir. İşgal altında bulunduğu müddet zarfında bütün Anadolu onun elemini taşıdı. Hâlâ işgal ıstırabından kurtulamamış olan İstanbul’u, İstanbul halkını düşünüyoruz. Fakat bu muhabbetimiz, mutlaka onun hükümet merkezi olması şeklinde tecelli etmemelidir. İstanbul’un hükümet merkezi olmaması ona karşı ne sevgimizi azaltır, ne alâkamızı. (...) İstanbul, hükümet merkezi olmadıktan sonra tabii, vüs’atiyle, nüfusunun çokluğuyla mütenasip idari teşkilâta malik olacak. Fakat hiç bir zaman müstesna, mümtaz bir şehir gibi hususi bir idareye malik olmayacak.”