07.04.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:
Pelin Batu-Nezih Başgelen
BAŞLARKEN
1821 yılında Mora’da bir isyan patlar. Byron gibi dönemin şairleri ve düşünürleri cepheye koşup bağımsız Yunanistan için savaşırlar. Bu tarih aynı zamanda Osmanlı’nın Balkanlardaki sonunun başlangıcıdır. 1878 yılında, kanlı Osmanlı-Rus savaşından sonra Berlin antlaşmasıyla geri dönülmez bir sürece girilmiş olur. İsyanlar patlak verir, çeteler çarpışır, Balkan ülkeleri imparatorluktan bir bir kopar. Asıl kopuş Balkan Savaşı’nda olur. Yıllar içinde bitap düşmüş ordu bozguna uğrar. 1912’ye girerken Balkan toprakları bir ay içinde Çatalca hattına kadar elden çıkacaktır. İstanbul’da insanlar görülmemiş zorluklarla boğuşur. Halk ekmeksizlikten süpürge içindeki tohumları yemeğe kadar düşer.
Balkan Savaşı’nın yüzüncü yılında biz da Balkanlar’a gidelim dedik. Amacımız, yakın tarihimizi mercek altına yatırarak bugünü anlamak. Paralellikler kurup gelecekteki güzel günlerde ortak neler paylaşılır sorusunu sormak. Yolculuğumuza Selanik’ten start veriyoruz. Önümüzdeki haftalarda, Osmanlı mirasını Balkan topraklarında, Adriyatik kıyılarında, göl boylarında süreceğiz. 100 Yıl Önce, 100 Yıl Sonra Balkanlar dizimizle, geçmişin ne kadar yakın, ne kadar da uzak olduğunu göreceğiz. İyi yolculuklar.
Kenti Doğu-Batı ekseninde boydan boya kat eden Vardar Caddesi aynı
zamanda tramvayın da geçiş güzergâhlarından birisiydi.
Nezih Başgelen
Mehmet Ali Gökaçtı’nın anısına...
Selanik Osmanlı siyasi tarihinde 1908 yılında II. Meşrutiyetin ilan edilmesiyle de zirveye varacak oluşumların zaman içinde daha da gelişerek ortaya çıktığı bir şehirdir. Askeri Tıbbiye Mektebinde kurulan İttihat ve Terakki Cemiyeti başta olmak üzere birçok siyasi oluşum Selanik’te de faaliyete geçmiş ve kendisine güçlü bir taban bulmuştur. Bunun ilk nedeni modern eğitim almış, dışarıdaki dünyayı bilen ve takip eden genç bir kitlenin bu işe önderlik etmesi olmuştu. Bunun yanısıra Balkanlarda yaşanan ayrılıkçı terörden bıkmış olan halkın İstanbul’daki yönetime olan tepkisi ve artık farklı bir şeyler yapılması gerektiğine duydukları inançtı. Bir anlamda geleneksel Osmanlı değerlerine sahip Selanikliler ile bu şehirde devrimci bir dönüşüm yaşayan idealist kesimin en azından bir amaç doğrultusunda hareket edebilmesinin yolu açılmıştı..
1880’lerde inşa edilen Hükümet Konağı önemli günlerde Osmanlı’nın
gücünü sergilemeye vesile olur.
Kâbe-i Hürriyet
1905 yılına kadar daha çok yayıncılık faaliyetleri ile yetinen Selanik’teki rejim muhalifleri durumun artık geri dönülemez biçimde kötüye gittiğine kanaat getirerek bu tarihte ülkenin ve milletin selameti adına yönetime el koymak için harekete geçmeye karar vermişlerdir. Başta İttihat ve Terakki olmak üzere birçok siyasal nitelikli dernek II. Abdülhamit’i tahttan indirmek için harekete geçmişlerdir. Başta Selanik olmak üzere Balkanların belli başlı merkezlerinde yürütülen faaliyetler sonunda Resneli Niyazi Bey’in dağa çıkması ilk kıvılcımı çakmış ve tüm Balkanlar bir ateşe dönüşmekte gecikmemiştir. Bir devrime dönüşen bu hareketlerin önünde ne II. Abdülhamit’in, ne de başkasının durması mümkün olamayacak 23 Temmuz 1908 kayıtlara II. Meşrutiyetin ilanı olarak düşerken, Selanik için de unutulmaz günlerden birisi olarak tarihe geçecektir. Resneli Niyazi’nin çaktığı kıvılcım ile başlayan bu hareket padişahın meşrutiyeti ilan ettiğini, anayasayı yürürlüğe koyacağını ve seçimlerin yapılacağını söylemesiyle amacına ulaşmış, Selanik kenti de bu sürecin hazırlandığı ve sahneye konduğu bir yer olmuştur. Bu yüzden de meşrutiyetin ilanı Selanik’te büyük bir coşkuyla karşılanmış, binlerce insan- kimi rivayetlere göre ise 60 bin kişi - İttihat Terakki’nin merkezi önünde toplanarak bu günü kutlamıştır. Bu bağlamda Selanik, bütün bu gelişmelerin merkezi olarak o günlerde Kâbe-i Hürriyet olarak anılacaktır. O dönemde imparatorluğun resmi başkenti İstanbul olsa da, başlayan devrim dolayısıyla fiili başkent adeta İstanbul’dan Selanik’e kaymıştır.
İstanbul’a el koyuyor
Selanik’in bu süreçteki ağırlığı ve önemi 13 Nisan 1909’da yani tarihlere 31 Mart vakası olarak geçen olayda bir kez daha ortaya çıkacak, İstanbul’da başlayan ve giderek kanlı bir şekle bürünen isyanın bastırılması için Hareket Ordusu Selanik’ten kalkarak İstanbul’a gelecektir. Ordunun İstanbul’a gelmesiyle sadece isyan bastırılmakla kalmamış, yıllardır Selanik’te bu sürecin hazırlanması için çalışan kim varsa İstanbul’a taşınmıştır. Bir bakıma Selanik, Hareket Ordusu aracılığıyla İstanbul’a el koymuştur.
İkinci Meşrutiyet’in ilan edildiği günlerde Hükümet Konağı önünde toplanan kalabalıklar, Meşrutiyet’in ilanını kutlamanın yanı sıra ne olup bittiğini de öğrenmeye çalışıyorlardı.
Roma döneminde İmparator Galarius’un Perslere karşı galibiyeti üzerine yapılan Zafer Takı ya da Osmanlıların deyimiyle Kemeraltı.
Sultan Abdülhamit’in Selanik’e sürgünü
İstanbul ile Selanik arasında yaşanan iktidar değiş tokuşu sırasında İstanbul’da bulunması sakıncalı görülen sabık padişah bu yüzden de devrimin başladığı Selanik’e gönderilmiş ve oradaki kentin zenginlerinden Alatini’lerin köşkünde gözetim altına alınmıştır.
II. Abdülhamit’in ve ailesinin üç yıl süren bu zorunlu ikameti , kentin Balkan Savaşı sırasında düşmesine ramak kala 30 Ekim 1912’de Abdülhamid 12 kadın ve 7 yaşındaki oğlu Abid Efendi ile alelacele bir Alman savaş gemisine bindirilerek İstanbul’a gönderilmesiyle sona ermiştir
Osmanlı Avrupa’sının kalbi
Kendi ismini taşıyan körfezin kenarında, Hortaç Dağı’nın eteklerinde M.Ö. IV. yüzyılda kurulan Selanik , Balkan Yarımadası’nı boydan boya kat eden yolların kavşak noktasında, hızla gelişerek Makedonya’nın en önemli şehri ve limanı hâline gelmiştir. Thessaloniki Bizans’ın ikinci kentiyken, “Selanik” olarak da Osmanlı Avrupasının ikinci kenti ve “İstanbul’un küçük bir örneği ” olmuştur. İlk defa 1380 yılında Osmanlıların eline geçen şehir daha sonra tekrar Bizans İmparatorluğunun topraklarına katılmış, bir müddet Venediklilerin elinde kaldıktan sonra 1430 yılında Osmanlı Padişahı II. Murat şehri savaşarak geri almıştır. Şehre Yenice-i Vardar’dan gelen Türkler iskan edilmiş, Selanik’in imarı için muhtelif yerlerine cami, hamam ve diğer binalar yapılmıştır. 1492’den sonra İspanya, Portekiz, Almanya ve diğer bazı ülkelerden gelen Yahudilerle nüfus yapısı önemli ölçüde değişmiştir. Özellikle koyu Katolik İspanya’dan kovulan ve Osmanlı İmparatorluğu’nda güvenli yerleşim imkânı bulan Sefarad Yahudileri için Selanik “Kentlerin Anası” konumuna gelmiştir.
Ortak başkent kardeş şehİr
Pelin Batu
Prens ve prensesler tarafından adlandırılmış yerlerin ortak kaderi sanki her daim oyuncak ruhlu kalıp, kaçak-ruhlulara ev sahipliği yapmaktır. Boğazımızın adaları kışın en puslu günlerinde bile insanı ısıtır, oyun vaat eder, mimozasıyla şaşırtır. Endelüs’ün efsanevi Fatima kenti, prensesinin dinler arasındaki raksından hem esrarlıdır, hem canlı. Selanik için de bu değişmez. Çiğdem Tarlası Muharebesinden sonra şehir adını Büyük İskender’in kız kardeşi prenses Thessalonike’den alır. Bir taraftan dört üniversitesiyle genç ve hareketlidir; sokakları çocuklarla dolup taşar.
Bir taraftan da geçmişin hayaletleriyle kaplı olduğu için melankolik bir hali vardır. Özellikle ekonomik krizin çarptığı bu günlerde, terk edilmiş binaları ve kepenkleri indirilmiş dükkanlarıyla bir hüzün perdesiyle kaplanır meyhaneleri ve ışıldayan suları.
Selanik’i bin yıldır pek çok saldırıdan koruyan doğu tarafındaki kara surları,
Sahildeki Beyaz Kule’den Osmanlıların Yedikule adını verdiği Akropolis’e değin uzanıyor.
Bizans müzemiz yok
Selanik, yüzyıllar boyunca “Symprotévusa,” yani ortak-başkent adını taşımış, Constantiniye’ye kardeş kent olmuştur. Ama ben dahil çoğu kişi onu İzmir’e benzetir, öyle genç/yaşlı, ferah/kapalı bir yüzü vardır. Sokakları bize çok tanıdık gelir, insanlarıysa hem bize benzer hem de ortak tarihten dolayı mirasıyla ilgili ortak dertler paylaşır. Bizde Bizans nasıl üvey evlat muamelesi kalıntıları çürümeye terkedilmişse, buradaki Osmanlı eserleri Balkan savaşlarından beri sistematik bir şekilde yok edilmiş, otlara bırakılmıştır. Heath Lowry’nin dediği gibi iki toplum birbirinin izlerini silmek için adeta yarışmıştır. Bizim ayıbımız bin yıldan daha uzun sürmüş bir İmparatorluğa başkentlik etmiş olmamıza rağmen bir tane bile Bizans müzemizin olmamasıdır. Oysa Selanik’teki Roma ve Bizans eserleri iki tane muhteşem müzede barınır. Bizde belki daha “değerli” kalıntılar vardır ama buradaki hazineler ve haşin suratlı ikonlar öyle güzel teşhir edilir ki insan kıskanır.
Neyse ki ülkemizde de olduğu gibi Selanik de yavaş yavaş Osmanlı geçmişiyle barışmaya başladı. Biz oradayken ibadete kapalı olan 1902 yapımı Yeni Cami’de 90 yıldan sonra ilk defa namaz kılındı mesela. 1444 yılından kalma Bey hamamı yakında açılacak. Her ne kadar orijinalinden farklı restore edilse de Atatürk’ün evi taze bir pembeye boyanarak yarı metruk halinden kurtarıldı. Bütün bunlar güzel gelişmeler.
Selanik’i Selanik yapan geçmişi. Savaşların ve mübadelenin bütün yaralarına rağmen şehir elbette yaşamaya devam eder, edecek. Keşke daha yeşil kalsaymış, 70’lerin beton-tutulmasına yenik düşmeseymiş ama neyse. Ruhu her zamanki gibi gümüşi, coşkulu, balık düşkünü kuşları.
YARIN: Sultan Reşat’ın gezisinden mübadeleye Selanik