04.06.2020 - 14:24 | Son Güncellenme:
milliyet.com.tr
ABD'yi bir tsunami gibi vuran gösteriler ilk haftasını doldururken, birkaç gün boyunca kamuoyu önüne çıkmayan Başkan Donald Trump 1 Haziran Pazartesi günü kameraların karşısına geçip bombayı patlattı.
Trump, başkanlık koltuğuna oturduğu 20 Ocak 2017 tarihinden bu yana belki de en tehlikeli hamlesini yapıp, protestoculara karşı ABD ordusunu devreye sokacağını ilan etti.
Polisin güpegündüz öldürdüğü siyah George Floyd için sokaklara dökülenleri 'ülke içi terör' kategorisine sokan Trump, "Son günlerde, ulusumuz profesyonel anarşistler, şiddet yanlısı çeteler, kundakçılar, yağmacılar, suçlular, isyancılar, Antifa ve diğerleri tarafına çekildi" dedi.
Eyalet valilerinin Ulusal Muhafızları şehir merkezlerindeki caddelere yerleştirmesini isteyen Trump, aksi halde hızla ABD ordusunu konuşlandıracağını, böylece sorunu onların yerine çözmüş olacağını açıkladı.
Trump bu sözleri kullanırken Beyaz Saray'ın önündeki Lafayette Parkı'nda toplanan protestocular, 'Sen bir tehditsin' ve 'Vurma' sloganları atıyordu. Dakikalar içinde polis barışçıl göstericileri biber gazı ve plastik mermiyle dağıttı, aşırı sağcı Donald Trump gururla parkın içinden geçip St. John's Episcopal Kilise'ne yürüyerek gitti.
Burada İncil'le gazetecilere poz veren Trump'ın yanındaki isimler dikkat çekiciydi: Savunma Bakanı Mark Esper, Adalet Bakanı William Barr, Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Robert O'Brien ve diğer Beyaz Saray erkanı.
Söz konusu pozun ardından Beyaz Saray'ın önündeki Lafayette Parkı dev çitlerle kapatıldı, elinde sniper tüfeğiyle yürüyen gizli servis üyeleri uluslararası haber ajansları tarafından görüntülendi. Yüzlerce Ulusal Muhafız Beyaz Saray'a giriş yaparken, 82'inci Hava İndirme Tümeni'nden ordu birlikleri başkent Washington'ın yakınlarına konuşlandırıldı.
Bir savunma yetkilisi, Washingnton için 1600 civarında Ulusal Muhafız talep edildiğini, Başkanı Trump'ın emir vermesi halinde askerlerin bazılarının ölümcül silahlar taşıyabileceklerini söyledi.
Aynı gün CNN International'daki bir haber dikkat çekiciydi. Ünlü yayın kuruluşuna konuşan ABD Savunma Bakanlığı yetkilileri, Trump'ın ordusuyu devreye sokacağını söylemesinin Pentagon'da 'derin ve büyüyen bir rahatsızlık' yaratttığını açıklıyordu.
Ve Pentagon'daki rahatsızlığın ne olduğu, sonunda ortaya çıktı. Savunma Bakanı Mark Esper, Trump'ın orduyu sokağa çıkarma fikrine açık açık karşı çıkıp "Başkaldırı Yasası'nın kullanılmasını desteklemiyorum" dedi ve ekledi:
"Muvazzaf askerlerin kanunlara uyulmasını sağlamak için sokağa çıkması son çare olmalıdır ve yalnızca en acil, en vahim anlarda gerçekleşmelidir. Şu an öylesi bir durumda değiliz."
Ulusal Muhafızlar'ın bu göreve daha uygun olduğunu dile getiren Esper, şöyle devam etti: "Bunu yalnızca bir Savunma Bakanı olarak değil, eski bir asker ve eski bir Ulusal Muhafız olarak da söylüyorum."
Esper'in isyanı Beyaz Saray'da deprem etkisi yarattı. Basın Sözcüsü Kayleigh McEnany "Başkaldırı Yasası'nı uygulamaya geçirmek yalnızca başkanın yetkisindedir" dedi. Sözcü McEnany, bu sözlerin Trump'ın Esper'e güvenini sarsıp sarsmadığına dair sorulara ise, "Bakan Esper'e güvenini yitirirse bunu ilk sizin bileceğinize eminim" diye yanıt verdi ve ekledi: "An itibarıyla Bakan Esper hâlâ Bakan Esper."
Televizyonların canlı yayınla verdiği açıklamalardan saatler sonra, Pentagon'un 1 numarası Esper başkent Washington'dan askerleri çekme kararından vazgeçti. Associated Press (AP) haber ajansına konuşan Kara Kuvvetleri Komutanı Ryan McCarthy, Washington'daki 1.600 askerin 200'ünün Çarşamba günü geri çekilmeye hazırlandığını ancak Bakan Esper'in devreye girerek kalmalarını emrettiğini söyledi.
Aynı saatlerde Esper'in bir ses kaydı basına sızdırıldı. Savunma Bakanı'nın söz konusu kayıtta "Savaş meydanını ne kadar çabuk toparlayıp baskınlık kurarsan, alan o kadar çabuk boşalır ve normale dönebiliriz" dediği duyuluyor. Ses kaydı, Esper’ın protestoların Washington da dahil ülke genelinde birçok kentte devam ettiği sırada Beyaz Saray’la yaptığı bir telefon görüşmesine ait.
Savunma Bakanı Mark Esper ve Genelkurmay Başkanı Mark Milley, St. Johns Kilisesi önünde elinde İncil’le fotoğraf çekilen Başkan Trump’a eşlik etmelerinden ötürü de eleştiriliyor. Üst düzey savunma yetkilileri, ne Esper’ın ne de Milley’nin söz konusu fotoğrafın çekildiği sırada orada bulunmak gibi bir niyeti olduğunu, Federal Soruşturma Dairesi’nin (FBI) Washington ofisine geçmek için yola çıktıkları sırada başkanla görüşmek üzere Beyaz Saray’a çağırıldıklarını söylüyor. NBC kanalına konuşan Esper ise, "Nereye gittiğimi bilmiyordum" dedi.
Gündemin toz duman olduğu ABD'de Trump'a karşı en sert çıkış ise, Mark Esper'den önce Savunma Bakanlığı koltuğunda oturan eski asker Jim Mattis'den geldi. Görevdeki bir başkanı doğrudan eleştirmeye daha önce mesafeli yaklaşan Mattis, George Floyd olaylarının ardından sessizliğini bozdu ve Trump'ın ABD'yi bölmeye çalıştığını söyledi.
Savunma Bakanlığı görevinden 2018 yılında istifa eden Mattis, The Atlantic dergisinin yayımladığı makalesinde şu ifadeleri kullandı: "Donald Trump, hayatımda gördüğüm, Amerikan halkını birleştirmeye çalışmayan, çalışıyor gibi bile görünmeyen tek başkan. Bunu yapmak yerine bölmeye uğraşıyor.
Üç yıldır kasıtlı olarak süren bu bölme çabasının sonuçlarına şahit oluyoruz. Gördüğümüz olaylar üç yıldır olgun olmayan bir yönetimin varlığının sonucudur. Anayasamızla dalga geçen liderlerden hesap sormalıyız."
Yazısında, ABD’nin Nazi dönemi Almanya’sına karşı savaşıyla karşılaştırma yapan Mattis, Normandiya Çıkarması’ndan önce ABD askerlerine, "Bizi yok etmeyi amaçlayan Nazi sloganı ‘böl ve fethet’ idi" hatırlatmasının yapıldığını belirtti.
Emekli general, Trump’ın elinde İncil'le fotoğraf çektirmesine ABD ordusunun şu anda yönetiminde olan isimlerin katılmasına ve Esper'in 'savaş meydanı' ifadesine de tepki gösterdi: "Kentlerimizi savaş meydanı şeklinde nitelendirmeye yönelik her türlü düşünceyi reddetmeliyiz. Washington DC’de tanıklık ettiğimiz gibi, protestolara yanıtımızı askerileştirmek, orduyla sivil toplum arasında yanlış bir ihtilaf yaratıyor."
Başkan Trump, eski bakanının sözlerine beklendiği gibi Twitter'dan yanıt verdi ve ateş püskürdü: "Muhtemelen benim Barack Obama ile tek ortak noktam ikimizin de dünyanın en abartılı generali Jim Mattis'i kovma onuruna sahip olmamızdır. İstifa mektubunu ben istedim ve bundan da çok memnun kaldım.
Lakabı 'kaostu' ki ben bunu sevmemiş ve 'Kuduz Köpek' diye değiştirmiştim. Ona yeni bir hayat, yeni işler, kazanacağı yeni savaşlar verdim ama o nadiren başarılı oldu. Liderliğini veya kişiliğini sevmedim ve çoğu kişi de buna katılıyordu. İyi ki gitti."
Beyaz Saray Sözcüsü Kayleigh McEnany ise, Twitter hesabından "Eski Bakan Mattis'in açıklaması DC elitinin gönlünü almak için kendi reklamından başka bir şey değil. Başkan Trump, kanun ve düzenin başkanıdır ve ülkemizin caddelerinde huzuru tesis etmiştir. Mattis'in küçük sözleri Başkan'ın güçlü adımlarına karşı sönük kalıyor" mesajını paylaştı.
ABD Savunma Bakanlığı, Trump'ın talebi üzerine gerekirse aktif görevde olan askerlerin devreye girmesi için plan hazırladı. Associated Press haber ajansının ulaştığı ve incelediği Pentagon belgeleri, başkent Washington’da güvenlik durumunun kötüleşmesi ve Ulusal Muhafız’ın güvenliği sağlayamaması halinde ABD ordusundan bir bölük askerin Beyaz Saray’ı ve diğer federal binaları korumasının planlandığını gösteriyordu.
Pazartesi günü ABD ordusunun 82. Hava İndirme Tümeni’ne bağlı 715 asker başkentte gerilimin tırmanması ihtimaline karşı Washington’a komşu Maryland eyaletindeki Andrews Üssü ve Virginia’daki Fort Belvoir Üssü’ne ulaştı. Pentagon belgelerine göre, yaklaşık 1330 askerden oluşan iki tugay daha North Carolina’daki Fort Bragg Üssü’nde hazır bekletiliyordu.
Söz konusu operasyona da 'Operasyon Themis' adı verilmişti. Themis, Yunan mitolojisinde Uranüs ve Gaia’nın kızı olan adalet ve düzen tanrıçası anlamına geliyor.
Beyaz Saray'dan gelen bir başka ilginç haber ise, Trump'ın orduyu gönderme tehdidinden geri adım attığı yönünde. Associated Press haber ajansına göre, Beyaz Saray yetkilileri, ülke genelinde gösterilere karşı verilen yanıtın yerel yönetimlerin düzeni kendilerinin tesis edebileceklerini gösterdiğini ifade ediyor.
Beyaz Saray’ın tavrındaki değişikliğin, başkent Washington dahil ABD genelindeki gösterilerin son günlerde büyük ölçüde barışçı geçmesinin ardından geldiğine, bu durumun da Pazartesi akşamı Beyaz Saray yakınlarında toplanan barışçı göstericilere yapılan sert müdahaleyle bir tezat oluşturduğuna dikkat çekiliyor.
Üst düzey bir Beyaz Saray yetkilisinin yaptığı açıklamaya göre, Başkan Donald Trump başkentte sert müdahalenin ülkenin diğer eyalet ve şehirlerine örnek teşkil etmesini istedi.
ABD ordusunda ise üst kademelerden gönderilen mektuplar gündemde. Genelkurmay Başkanlığı ve Hava Kuvvetleri'nin askerlere ulaşan mektuplarında, Floyd'un trajik ölümünün ülkedeki derin sorunlara işaret ettiği belirtildi.
Askerlerden bu konuda kendi aralarında konuşarak birbirlerini anlamaları istendi, taraftarlığın, ön yargının ve hoşgörüsüzlüğün orduda yerinin olmadığına dikkat çekilerek Afro-Amerikalıların sembol ismi Martin Luther King'in "Her zaman doğru şeyi yapmanın tam zamanıdır" ifadesi kullanıldı. Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral David Goldfein ise, dün ülkede ırkçılığın önemli bir sorun olduğunu ve bunun orduda da bulunduğunu söyledi.
203 yıl önce onaylanmış Başkaldırı Yasası, ABD başkanlarına belli koşullar altında orduyu sokağa çıkarma hakkı veriyor. Bazı valiler Trump'ın böyle bir yetkisi bulunmadığını, eyalet yönetimi izin vermeden federal ordunun görevlendirilemeyeceğini savundu. Peki gerçekten Trump orduyu sokağa çıkarabilir mi? BBC Reality Check'ten Jake Horton'ın analizi şöyle:
"ABD Başkanı orduyu görevlendirebilir mi? Kısa cevap: Belli koşullar altında evet. ABD sokaklarında halihazırda binlerce Ulusal Muhafız var. Bunlar, ABD ordusunun ihtiyat kuvvetlerinden oluşuyor. 20'den fazla eyalette sokakta olan Ulusal Muhafızlar, söz konusu eyalet veya kentlerin yönetimleri tarafından göreve çağırıldı
Fakat 213 yıl önce onaylanan bir yasa, ABD federal yönetiminin belli koşullar altında yerel yönetimler göreve çağırmadan orduyu sokağa çıkarmasına olanak tanıyor. Başkaldırı Yasası adlı bu kanuna göre ABD başkanı, bir eyaletteki durumun federal yasaların uygulanmasını veya vatandaşların haklarını tehlikeye atacak hale geldiğini düşünmesi durumunda orduyu sokağa çıkarmak için yerel yönetimlerin onayına ihtiyaç duymuyor.
1807'de çıkan bu yasa, başkanın 'Amerikan yerlilerinin düşmanca akınlarına karşı' milis güçleri oluşturarak bunları görevlendirmesine olanak tanıyordu. Sonradan değiştirilerek ABD ordusunun iç karışıklık durumlarında sokağa çıkarılmasını da sağlayan bir hâle büründü.
1878'de çıkarılan bir diğer yasa ise ordunun kullanılmasını Kongre'nin onayına bağlıyor. Fakat BBC'ye konuşan bir hukuk uzmanı, Başkaldırı Yasası'nın ABD başkanına orduyu sokağa çıkarmak için gerekli yetkiyi verdiğini, Kongre'nin onayını almasını gerek olmadığını söyledi.
Genel kanı, mevcut koşulların ABD Başkanı Trump'a orduyu sokağa çıkarmak için yeterli gerekçe sunduğu yönünde. Teksas Üniversitesi Hukuk Profesörü Robert Chesney de bu konuda yetkinin Trump'ta olduğunu, yerel yönetimlerin onayına ihtiyaç duymadığını söylüyor.
Öte yandan Savunma Bakanı Mark Esper'in yaptığı bir açıklama ile bu yasanın kullanılmasına karşı çıkmasının, Trump'ın işini zorlaştırdığı yorumları yapılıyor.
Kongre Araştırma Departmanı'na göre söz konusu yasa kullanılarak ABD ordusu onlarca defa görevlendirildi. Bunlardan sonuncusu neredeyse 30 yıl önce, 1992'de Los Angeles'taki isyanlar sırasındaydı. Eski ABD Başkanı George H. W. Bush, orduyu isyanı bastırmak için görevlendirmişti.
1950'ler ve 60'lardaki insan hakları hareketini bastırmak için de ordu kullanılmış, bunlarında bazıları yerel yönetimlerin itirazına rağmen olmuştu. Dönemin ABD Başkanı Dwight Eisenhower 1957'de Arkansas'ta siyahlar ve beyazların birlikte eğitim gördüğü bir okulda yaşanan bir protesto nedeniyle orduyu görevlendirmiş, ülke içinde bu kararı eleştirenler olmuştu. 1960'lardan sonra ise bu yasa nadiren kullanıldı.
Kongre 2006'da, Katrina Kasırgası'nın ardından yasada değişiklik yaparak ordunun yardım faaliyetlerine daha kolay bir şekilde katılmasını sağlamıştı. Söz konusu değişiklik valilerin itirazı üzerine daha sonra yürürlükten kaldırılmıştı."
Aşırı sağcı Başkan Trump, orduyu sokağa çıkarma kararının yanı sıra, kilisedeki İncil pozunun yol açtığı tepkilerle de boğuşuyor. Hem de bazı tepkiler, kendi partisi Cumhuriyetçilerden geliyor.
Başkan Trump’ı bir fotoğraf çekimi için barışçı bir protestoyu dağıtmakla eleştiren Cumhuriyetçi Partili Nebraska Senatörü Ben Sasse ise, İncil pozu için "Tanrı’nın adını siyasal çıkar olarak görmek" ifadelerini kullandı:
“Başkalarının mülküne zarar verme hakkı yok. Polise taş atma hakkı yok ama protesto etmek temel ve anayasal bir haktır. Ben Tanrı’nın kelamına sahne malzemesi muamelesi yapılarak fotoğraf verilmesi amacıyla barışçıl protestocuların dağıtılmasına karşıyım."
Washington'dan Piskopos Mariann Budde, "Başkan benim bölgemdeki kiliselerden birinde, Yahudi-Hristiyan geleneğin en kutsal kitabı olan İncil'i izin almadan ve İsa'nın öğretilerine aykırı bir mesaj vermek için kullandı" dedi.
Katolik kilisesi baş piskoposu Wilton D. Gregory ise Trump'ın kilise ziyaretinin ardından Papa 2. John Paul mabedini de ziyaret etmesini 'manipüle edici' bularak kınadı.
Trump ise, Twitter'da paylaştığı bir mesajda hareketlerini savundu: "Yanlış düşünüyorsunuz! Protestocular eğer o kadar barışçıl ise neden bir gece önce Kiliseyi ateşe verdiler? (kilise önünde) yürüyüşüm insanların hoşuna gitti!"
Peki ABD'liler yaşanan olayları nasıl değerlendiriyor? Monmouth Üniversitesi’nin yaptığı bir ankete göre Amerikalıların dörtte üçüne yakını, ülkenin ‘yanlış yolda olduğunu’ düşünüyor. Bu oran, anketin düzenlendiği yedi yıl içinde kaydedilen en olumsuz veri oldu.
Ankette, “Ülke doğru yolda mı?” yoksa “Ülke rayından çıktı mı?” sorusu soruldu. 28 Mayıs ile 1 Haziran arasında yapılan kamuoyu araştırmasında, katılımcıların %74’si ülkenin rayından çıktığını düşündüğünü söyledi.
Anket, polisin şiddete başvurmasında ırklar arasındaki eşitsizliğe dair de kamuoyu görüşünün değiştiğini ortaya koydu. Amerikalıların yüzde 57’si, zanlının siyah olması durumunda, polisin aşırı güç kullanımına daha çok başvurduğunu düşünüyor.
ABD’de 2016 yılında Alton Sterling öldüğünde yapılan ankette bu oran yüzde 34’tü. Guardian’ın haberine göre ankete katılmayı kabul eden beyazların oranı dört yıl önce yüzde 25 iken bu yıl bu oran yüzde 49’a çıktı.