22.11.2024 - 03:53 | Son Güncellenme:
Venedik Bienali 19. Uluslararası Mimarlık Sergisi’nin tema seçimindeki yaklaşımınızdan söz edebilir miyiz? Alışılagelmiş iki dilli yaklaşım yerine tek bir başlık fikri nasıl ortaya çıktı?
CR “Intelligens” başlığı modern “zeka” terimiyle bağlantılı, ancak aynı zamanda daha geniş bir anlamlar kümesini de çağrıştırıyor. Aslında son hece olan “gens” Latince'de “insanlar” anlamına geliyor. Yeni, kurgusal bir kök ortaya çıkıyor ve günümüzün sınırlı yapay zeka odağının ötesinde kapsayıcı, çoklu ve yaratıcı bir zeka geleceği öneriyor. Tek bir kelime seçerek dilsel sınırları aşmayı ve küresel bir kitleyi ortak bir diyaloğa dahil etmeyi umduk. Mimarlar ve tasarımcılar için büyük düşünmeye, birlikte düşünmeye ve geleceği birleşik, birbirine bağlı bir bütün olarak düşünmeye yönelik bir çağrı oluşturmak istedik.
Tema üç farklı zeka türü tarafından yönlendiriliyor: Doğal, yapay ve kolektif. Her birinin anlamını detaylandırabilir misiniz?
CR Gezegenimizi korumak ve daha dirençli kentsel ortamlar yaratmak için birçok farklı zeka türüne ihtiyaç var. Doğal zeka, doğal süreçlerden ve ekosistemlerden ilham almak anlamına gelir; binlerce yıl boyunca evrim süreciyle geliştirilen bu mekanizmalar, kendi kendini düzenleme ve sürekli adaptasyon için en iyi çözümlerden bazılarıdır. Doğal zekanın yapılı çevreye aktarılması, çevreyle daha uyumlu binalar yaratmak için geliştirilen biyomimikriyi kapsıyor. Yapay zekaya dönecek olursak, serginin bu bölümünde hızla ilerleyen makine öğrenimi, veri analitiği ve hesaplamalı tasarım alanlarına ve bu teknolojik yeniliklerin mimarlık pratiğini nasıl değiştirebileceğine ve zaten değiştirmekte olduğuna bakacağız. Şimdi yapay zekanın etkisini dikkatle değerlendirmenin, insanlığa ve doğal dünyaya fayda sağlamak için en iyi şekilde nasıl kullanılacağına karar vermenin tam zamanı.
Kolektif zeka ise iş birliği ile ilgili. Zamanın başlangıcından bu yana, mimarsız mimarlık, çevrenin baskısıyla şekillenen sürdürülebilir çözümler ve 1toplumsal eylemler buluyor. Kolektif zeka bir adaptasyon hikayesi; doğaya karşı değil, doğayla birlikte çalışmak anlamına geliyor. İnsanlığın kolektif zekasından nasıl yararlanabileceğimizi inceleyerek, 20. yüzyılın idealize ettiği “yıldız-mimar” kimliğinin ötesinde çözümler arayabiliriz. Bu hedef aynı zamanda, herkesin sergiye dahil edilmek üzere bienale bir proje, fikir veya düşünce sunabileceği bir platform olan “Fikirler Alanı”nı başlatmamızın da bir parçası.
Yerel ve geleneksel uygulamalar günümüz tasarımının ayrılmaz çözümleri haline gelirken, atalardan kalma zeka seçilen temanın spektrumunda nereye düşüyor?
CR Ataların zekası kesinlikle kolektif zeka tanımına giriyor. Yerel ve geleneksel uygulamalar sürdürülebilir ve dirençli tasarımın temel unsurları. Doğal havalandırmasıyla İslam mimarisinin zarif maşrabiyelerini veya güneş ışınlarını yansıtmak için beyaz sıvayla kaplanmış kalın taştan yapılan geleneksel Akdeniz binalarını düşünün. Atalardan gelen zekayı çağdaş tasarıma dahil etmek, bu uygulamaları modern teknikler ve malzemelerle güçlendirmek ve farklı zekaları bir araya getirmek anlamına geliyor.
“Fikirler Alanı” platformu nasıl bir ilgi görüyor?
CR Geçtiğimiz aylar içinde, bienalde ne görmek istediklerine dair farklı fikirleri olan insanlardan neredeyse 1.000 adet başvuru aldık. Bu fikirleri bir veri tabanında arşivliyor ve katılımcılara fikirlerini farklı medya türleri ile paylaşma şansı veriyoruz. Artık insanlar bienal web sitesindeki bir portal aracılığıyla video, mektup gönderebiliyor. Genelde bu tür sergilerin işleyişinde bir yaratıcı yönetmen kimi davet edeceğine karar verir. Ben çok çeşitli sesler duymak istedim. Başvuruların 1.000 mi, 50.000 mi, yoksa 100.000 mi olacağını bilmiyoruz ama yakında öğreneceğiz.
Intelligens temasının stüdyonuzda, yazılarınızda ve MIT'deki Senseable City Lab'da yaptığınız çalışmalarla nasıl bir ilişkisi var?
CR MIT'de işe en başından başladık. Media Lab ile bağlantılıydık ve yaklaşık 20 yıl önce oradaki zeka türü daha çok ağ sensörleri, yapay zeka ve benzeri konularla ilgileniyordu. Ancak birkaç yıl sonra, Senseable City Lab nesnelerin daha geniş yönlerine bakmaya başladı. Son projelerden bazıları biyoloji ve kolektif zeka ile ilgileniyor. Daha çok dijital zeka ile başlamış olsak bile -buna yapay zeka diyelim, şehirlerimizle harmanlanan yapay ağlar fikri - yavaş yavaş diğer boyut da resmin bir parçası haline gelmeye başladı. Tasarım ofisimizde de benzer bir durum söz konusu. Bugün herkes zekanın tek boyutlu tanımına, yapay zekaya ve ChatGPT'ye odaklanmışken, biz bu daha derin, daha kapsayıcı tanıma geri dönmenin önemli olduğunu düşündük. Bu zeka biçimleri arasındaki sinerjiyi mimarlık ve tasarım için yeni bir metodoloji olarak konumlandırmak istiyorum; tasarımların hepsinin bu çok değerli kaynaklardan ilham aldığı bir metodoloji.
Umberto Eco sizin için çok önemli. Onun “opera aperta” kavramının düşüncelerinizi nasıl etkilediğinden bahsedebilir misiniz?
CR Umberto ile ilişkim öğrencilik günlerime dayanıyor ve evet, benim için çok önemli. Birlikte 2000 yılında Milano'da Progetto Collegium adında bir proje yaptık. Ben, Umberto, filozof Marco Santambrogio ve Filippo de Vivo olmak üzere dört kurucu vardı. Dördümüz Collegio di Milano'yu kurduk. Bu süreç boyunca Umberto ile entelektüel anlamda çok yakınlaştım. Adını “opera aperta” kavramından alan kitabı da benim için çok önemli hale geldi. Opera aperta İngilizce'de “açık eser” anlamına geliyor. Bir sanat eserinin asla tamamlanamayacağı ya da bitirilemeyeceği fikri üzerine kurulu. Ancak sanat farklı güçlere evrilebilir. Umberto'nun bu kitabı, ilk kitabım olan “Açık Kaynak Mimarisi”ne ilham verdi. Bu kavram, mimariyi sürekli akış halinde olan ve doğayla senkronize bir şey olarak düşünmeme yardımcı oluyor. Doğa asla mükemmel değildir. Sürekli olarak bir durumdan diğerine evrilir, mutasyona uğrar.
Venedik Mimarlık Bienali’nde Merkez Pavyon 2025 yılında tadilat için kapatılacak. Normalde orada gerçekleşen programlar nasıl hayata geçecek?
CRLa Biennale di Venezia, Merkez Pavyon da dahil olmak üzere birçok binanın yenilemesine olanak tanıyan ülke çapındaki bir Covid sonrası programdan fon sağlamayı başardı. Bienal ekibinin bana gelip, "Şey, bir sorunumuz var, malesef Merkez Pavyonumuz olmayacak" demesinin ardından "Bu bir sorun değil, bir fırsat" diye düşündüm. Merkez Pavyon'da olacak olanı alıp temelde Venedik'in her yerine nasıl yayabiliriz diye düşünmeye başladım. Arsenale'de, Giardini'de ve farklı noktalarda pavyonlar olacağını söyleyebilirim. Açıkçası ben Venedik'in bu vesile ile tasarım fikirlerinin test edilebileceği canlı bir laboratuvar haline gelebileceğini düşünüyorum.
Bienaller son on yılda çok değişti. Eskiden insanların bilgi birikimlerini bir araya getirdikleri yerlerdi ama bugün durum çok farklı. Artık bienallerin değişim için katalizör olabileceğine inanıyorum. Umarım 2025'te Venedik'te olanlar, dünyanın geri kalanında da yankı bulur.
Venedik Bienali'nin iç mekaniği nasıl işliyor? Konseptinizi Venedik Bienali başkanıyla müzakere etmek zorunda kaldınız mı?
CR Şimdiye kadar birçok Venedik Bienali'nin parçası oldum. Ricky Burdett'in küratörlüğünü yaptığı ve metakente odaklanan 2006 bienalinde ve Rem Koolhaas'ın 2014 bienali Fundamentals'ta yer aldım. Orada Rem ve Alejandro Zaera-Polo gibi isimlerle çalışmak harikaydı. Yaklaşan bu bienal birkaç nedenden dolayı farklı. Küratörlük rolü için hem giden hem de gelen başkanlar tarafından önerildim. Geçmişte konseptler genellikle bir şekilde denetlenirdi, ancak bana her anlamda tam özgürlük verildi. Şimdiye kadar birçok toplantı yaptım ve geri bildirim aldım. Teknik kısımdan, uygulamadan, hukuki kısımdan, üretimden sorumlu kişiler ve ekipler arasında arabulucular var. Yani bu işi on yılı aşkın süredir yapan ve bana neyin işe yarayıp neyin yaramadığını söyleyebilecek insanlar var. Bu geri bildirim çok zenginleştirici oldu.
Venedik Bienali 19. Uluslararası Mimarlık Sergisi ile ilgili sizi en çok heyecanlandıran unsurlar hangileri?
CR Bienallerle ilgili tanıtımlar genellikle direktörün ismine odaklanır, ancak ben bu küratörlüğün ne kadar işbirlikçi olduğunu vurgulamak istiyorum. Umutlu olduğum konulara gelince, sanırım beni en çok motive eden şey, mimarlığın gezegenimiz için kurtarıcı bir araç olduğu mesajını yaymak. Mimarlığın statükoyu değiştirebileceğini vurgulamak istiyorum. Bugün tuhaf bir paradoks var; bir yandan halkın iklim kaygısı tüm zamanların en yüksek seviyesinde; öte yandan da dünyanın dört bir yanındaki mimarlık okullarına yapılan kayıtlar tüm zamanların en düşük seviyesinde. Mimarlık en başından beri bizi zorlu çevre koşullarından korumaya yardımcı olmak için var oldu. Mimarlığın gelecekte bu misyonunu nasıl sürdürebileceği sorusu üzerine daha çok düşünmeliyiz.
Mimariyi iklim krizimizin başlıca suçlularından biri olarak tanımlıyorsunuz. Mevcut gerçekliğimiz üzerine düşündüğümüzde, hangi bina uygulamalarını ve ideolojilerini terk etmeli ve/veya güçlendirmeliyiz?
CR Mimarlık, inşaat ve bina operasyonları yoluyla küresel karbon emisyonlarının yaklaşık %40'ından sorumlu olarak iklim krizinde gerçekten de önemli bir oyuncu. Kaynak tüketimimizi ve emisyon üretimimizi en aza indirmek için doğrusal bir ekonomi modelini terk etmeli ve bunun yerine uyarlanabilir yeniden kullanım ve performansa dayalı tasarım gibi tekniklere yönelmeliyiz. Uyarlanabilir yeniden kullanım, onlarca yıldır projelerimizin çoğunda kilit rol oynadı; ancak şimdi yeni unsurları mevcut yapılara sorunsuz bir şekilde entegre etmemize olanak tanıyan gelişmiş tarama ve modelleme tekniklerini kullanarak bunu daha da ileriye taşıyoruz.
Uluslararası bir mimar olarak dünyanın dört bir yanındaki projelerde çalıştınız. Akıllı şehir girişimlerinin zorlukları ve fırsatları gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında nasıl farklılık gösteriyor?
CRTeknolojiye çok fazla odaklanırken onu nasıl kullandığımıza yeterince eğilmeyen “akıllı şehir” teriminin hiçbir zaman hayranı olmadım. Bu nedenle, yirmi yıl önce MIT'deki laboratuvarımıza Senseable City Lab (Hissedilebilir Şehir Laboratuvarı) adını verdik; şehirlerimizin sakinlerinin ihtiyaçlarını algılamasına ve akıllıca yanıt vermesine yardımcı olmak için dijital teknolojilerin nasıl kullanılacağına odaklandık.
Hissedilebilir teknolojilerin gösterişli veya yüksek teknolojili olması gerekmez; bunun yerine belirli senaryolara ve ihtiyaçlara hitap edecek şekilde tasarlanırlar. Bu uyarlanabilirlik, özellikle gelişmekte olan kentsel alanların kendine özgü zorluklarının üstesinden gelmede etkilidir. Dünya genelinde şehirlerde yaşayan 4 milyar insanın yaklaşık 1 milyarı kayıt dışı yerleşim yerlerinde ikamet ediyor. Bu alanlar genellikle çok geniş, ancak geleneksel haritalama teknolojilerinde görünmez kalıyor; bu durum da çoğu zaman bu bölgelerde yaşayan insanları kentsel haklardan (mülkiyet hakları dahil) mahrum bırakıyor.
Senseable City Lab'de, Rio de Janeiro'daki en büyük favela olan Rocinha'nın morfolojisini analiz etmek için 3D lazer tarama teknolojisini kullanan Favela 4D adlı bir proje üzerinde çalışıyoruz. Bu proje, kayıt dışını görünür hale getirerek, güneş ışığına, havalandırmaya ve suya erişimin iyileştirilmesi de dahil olmak üzere çevresel koşulları iyileştirmeyi ve ayrıca ölümlerin ana nedenlerinden biri olan yapısal kırılganlıkları doğrulamayı amaçlıyor.
Yapay zeka kentsel gelişim ve master planlamanın geleceğini nasıl etkileyebilir ve şekillendirebilir?
CR Unutmayalım ki, onu eğitecek veri olmadan yapay zeka olmaz. Verileri kullanarak kentsel ortamları daha iyi anlayabilir, onları daha etkili bir şekilde tasarlayabilir ve içinde yaşama şeklimizi iyileştirebiliriz. Veriler, kentlerdeki ağaç gölgeliklerinin haritalanmasından hareketliliğin daha iyi anlaşılmasına ve kentleri daha çeşitli ve kapsayıcı hale getirmek için eyleme rehberlik etmeye kadar sayısız şekilde uygulanabilir. MIT Senseable City Lab'de, Portekiz'deki Porto Tasarım Bienali için, kentsel toplulukları ve onları ayıran şeyleri daha iyi anlamak için on binlerce kişiden alınan coğrafi konumlandırılmış tweetleri ve anonimleştirilmiş cep telefonu verilerini kullanarak sosyolog Richard Sennett ile birlikte “liminal gettolar” olarak adlandırdığımız bir proje geliştirdik.
Günümüzde şehir planlamacıları, daha bilinçli ve doğru bir şehir planlamasını kolaylaştırmak için ayrıntılı içgörüler içeren büyük veriler kullanıyor. Sizce mahremiyeti koruyabilmek ve şehir sakinleri için veri güvenliğini sağlayabilmek adına gerekli önlemler alınıyor mu?
CR Şehirler, verilerin su gibi aktığı ve sızıntıları, kirlenmeyi veya kötüye kullanımı önlemek için titiz bir yönetim gerektiren karmaşık ekosistemler. Şehir planlamacıları daha bilinçli şehir planlaması için büyük veriden yararlanırken, gizliliğin korunması ve veri güvenliğinin sağlanması elbette ki çok önemli. Bununla birlikte, kentsel analiz için kullanılan verilerin çoğu toplu ve düşük çözünürlüklü (ABD'deki nüfus sayımı bölgeleri ölçeğinde olduğu gibi); bu da onları nispeten zararsız hale getiriyor. Bugün benim daha büyük endişem, akıllı telefonlarımızın yüksek çözünürlüklü, anonimleştirilmemiş, büyük miktarda topladığı veriler, yani kendi ceplerimizde olanlarla ilgili...
Akıllı şehir teknolojileri, özellikle karbon ayak izlerinin azaltılması ve yenilenebilir enerjinin teşvik edilmesi gibi sürdürülebilirlik hedeflerine ulaşılmasında ne tür katkılarda bulunabilir?
CR Birçok yol var ama başlıcaları azaltım ve adaptasyonla ilgili olarak ayrışıyor. Azaltımla ilgili olarak, akıllı şehir teknolojileri halihazırda şehirlerimizi çeşitli etkili yollarla dönüştürüyor. Önemli yöntemlerden biri, tıkanıklığı azaltmak ve emisyonları düşürmek için trafiği düzene sokmak gibi kentsel süreçleri optimize etmek için verileri kullanmaktan geçiyor. Ayrıca gerçek zamanlı veriler, bisiklet, scooter ve küçük araçları içeren mikro mobilite paylaşımı gibi yeni hizmetlerin sunulmasını kolaylaştırarak daha sürdürülebilir ulaşım seçeneklerini teşvik ediyor. En sevdiğim uygulamalardan biri, hava kirliliği ölçümlerini erişilebilir hale getirerek vatandaşları harekete geçirmek için verileri kullanmak; bu da daha sağlıklı bir çevreye katkıda bulunan davranış değişikliklerini teşvik etmeye yardımcı oluyor.
Adaptasyon konusunda ise veriler, sıcak hava dalgaları ve fırtınalar gibi aşırı olayların yönetilmesinde ve bir şehrin dayanıklılığının artırılmasında çok önemli bir rol oynuyor. Örneğin, MIT Senseable City Lab ile birlikte yürüttüğümüz Treepedia adlı proje, kent ağaçlarının küresel bir haritasını oluşturmayı ve aşırı sıcaklıkların azaltılması üzerindeki etkilerini analiz etmeyi amaçlıyor. Bu girişim, yeşil altyapının daha iyi planlanmasını ve uygulanmasını destekleyerek şehirlerin değişen iklim koşullarına daha etkili bir şekilde uyum sağlamasına yardımcı oluyor. Tüm bunlar belirsiz ve uzak şeyler değil, şehirlerimizi halihazırda dönüştüren şeyler.
Teknoloji ve kentsel tasarımın kesişiminde bir kariyer yapmaya nasıl yöneldiniz?
CR Bu doğrudan bir arayış sürecinden ziyade ilgi alanlarımın bir araya gelmesiyle ilgiliydi. Tasarım yolculuğum aslında inşaat mühendisliği ile başladı. Torino'daki Politecnico'da ve Paris'teki Ecole des Ponts'da bu konulara ilgi duymaya başladım. Mezun olduktan sonra Cambridge Üniversitesi'nde mimarlık ve bilgisayar bilimlerine yöneldim ve bu da beni daha sonra MIT'de Fulbright Bursu’na götürdü. Tutkularımın peşinden gidiyordum ve bu gerçek, Steve Jobs'un da belirttiği gibi, geriye yönelik olarak noktaları birleştirmeme yardımcı oldu!
Geleceğin şehirleri hangi temel unsurlarla biçimlenecek ve bugünün kentsel ortamlarından nasıl farklılaşacak?
CR Pastoral kırsal yaşamı kutlayan antik Yunan şairi Theocritus'un zamanından beri insanlar kentlerin nasıl biçimlenmesi gerektiğini araştırıyorlar. Günümüzde ise daha yeşil kentsel çevreler için çağrı her zamankinden daha acil. Neyse ki, inovasyon ve teknolojideki ilerleme, uzun zamandır aranan bu dengeye ulaşmak için yeni yollar sunuyor.
Yapay zeka gibi teknolojilerin ya da açık kaynak mimarlık, mimarsız mimarlık gibi fikirlerin krizleri çözme konusunda daha fazla potansiyele sahip olduğu bir dünyada mimarların gelecekteki rolünü nasıl tanımlıyorsunuz?
CR Mimarların rolü her zaman çok önemli olacak. Bugün ABD'de yapılan anketlere ve istatistiklere bakarsanız, çoğu öğrencinin aslında iklim kaygısı yaşadığını görebilirsiniz. Gezegen ve iklim konusunda çok endişeliler. Bilimsel verilere baktığınızda, gidişatın birkaç yıl önce ya da sadece geçen yıl düşündüğümüzden daha endişe verici olabileceğini görüyorsunuz. Birlikte daha sürdürülebilir bir şekilde yaşamak, daha iyi şehirler tasarlamak ve daha iyi binalar tasarlamak, iklim kriziyle yüzleşmek için yapabileceğimiz en önemli şeyler. Mimarlığın bu meselelerin ele alınmasında birer mihenk taşı olabileğini söyleyebilirim. Kayıp bir halka var: İnsanlar bu konuda çok endişeli ama mimari çözümü göremiyorlar. Mimarlık, daha geniş anlamda, şehirlerimizde ve binalarımızda nasıl yaşadığımızı şekillendirmekle ilgili ve bu nedenle çok önemli bir oyuncu olabilir. Aynı zamanda, açıkça görülüyor ki yalnız değiliz, bu nedenle birlikte çalışmak için sadece mühendislik gibi geleneksel disiplinlere değil, fen bilimlerine, sosyal bilimlere ve diğer bilimlere de bakmamız gerekiyor. Yine mimarlığın bunun merkezinde yer alabileceğini söyleyebilirim ve insanların yaklaşan sergiden evlerine dönerken almalarını umduğum mesajlardan biri de bu.
Mimarlık sergileri zaman zaman halkın sunulan şeyi anlamakta zorlandığı, mimarların diğer mimarlarla konuştuğu bir zemin olmakla eleştiriliyor. Bu sergide siz “izleyici” olarak kiminle konuşmayı hedefliyorsunuz? Tartışılan ve paylaşılanların ötesinde, ziyaretçilerin 2025 Venedik Mimarlık Bienali'nden ne almasını umuyorsunuz?
CR Az önce bir kitleden bahsettik: Bugün üniversitelere giden ve mimarlığı çözüm haline getirmeye çalışan insanlar. Ancak bugün mimarlık bölümlerine bakarsanız, farklı kamplar görürsünüz; farklı zeka türlerine bakan ve birbirleriyle konuşmayan birçok insan var. “Yeşile” bakan insanlar “akıllıya” bakan insanlarla konuşmuyor, onlar da “kolektiflere” bakan insanlarla konuşmuyor. Dünyadaki çoğu mimarlık okulunda farklı yönlere bakan insanlar görüyorsunuz, ancak çok fazla iş birliği yapmıyorlar. Biraz basitleştiriyorum ama temelde bu farklı kamplar var.
Marc-Antoine Laugier'in dediği gibi, mimarlık iklim olumsuz olduğunda başlar. Eğer dışarıda hiçbir sıkıntı olmasaydı, kendimizi yağmurdan, sıcaktan, soğuktan korumaya ve dolayısıyla mimariye neredeyse hiç ihtiyaç duymazdık. Laugier’e göre mimarlığın başlangıcı buydu, ancak daha zor ve daha düşmanca hale gelebilecek bir iklim karşısında, bu farklı zeka türlerini harmanlayarak geleceğe doğru daha iyi bir yol bulmak zorundayız. Ve tüm bu yaklaşımların ardında yine çok benzer bir şey var: Zeka. Doğal, yapay ve kolektif zeka, her mimarlık okulundaki farklı birimleri birbirine bağlayan şey.
Elbette, ikinci bir hedef kitle var, o da mimarlık yapanlar; hala mimarlarla konuşmak istiyoruz. Kısa süre önce Paris'teki Pavillon d'Arsenal'de Antoine Picon'un küratörlüğünü yaptığı “Urban Natures” sergisini gördüm. Katalogda "akıllı" ve "yeşil" kavramlarının giderek bütünleşeceği vurgulanıyordu. Gittikçe daha fazla insan bunu fark ediyor.
Ama sizin de söylediğiniz gibi çok önemli olan üçüncü husus, çevreyi şekillendirmek ve daha sürdürülebilir hale getirmenin herkesi ilgilendiren bir şey olması. Mimarlık topluluğunun ötesine geçerek bir milyar kişilik bir hedef kitleye ulaşmayı çok isteriz. Bunu başarmanın farklı yollarını arıyoruz. Açıkçası, konu sadece insanları Venedik'e çekmek değil, insanları farklı şekillerde bienale dahil etmek. Bunun için yukarıdan aşağıya bir yaklaşımı aşağıdan yukarıya bir yaklaşımla birleştirmeye çalışıyoruz. "Fikirler İçin Alan" açık çağrısını tam da bu nedene yaptık. Bu çağrı, farklı hedef kitlelerini dahil etmenin önemli bir yoluydu.
Geçen yıl Manifesta ile yaptığımız bir kitap vardı. Manifesta, her iki yılda bir şehirden şehre taşınan büyük bienallerden biri. Birkaç yineleme önce, şehir için bir kentsel çalışma hazırlamak üzere mimarları ve planlamacıları dahil etmeye başladılar. İlki Palermo'daki OMA tarafından yapıldı; ikincisi Marsilya'daki The Why Factory ve MVRDV tarafından yapıldı; üçüncüsünü ise Priştine'de yaptık. Orada küçük şeyler yaparak, hatta geçici şeyler yaparak, uzun vadeli bir değişim yaratabiliyoruz. Ve bu, yine, toplum katılımını teşvik etmenin çok ilginç bir yolu haline geliyor. Yaptığımız Manifesta kitabı, Açık Kaynaklı Mimari'nin biraz ötesine geçiyor, temelde insanların farklı düzeylerde etkileşime girebileceği küçük, geçici şeyler yapıyor. Kimisi tasarım seviyesinde bir işe girişebiliyor, kimisi de sadece oraya giderek çalışabiliyor.
Venedik'te de benzer bir şey yapmak istiyoruz. Venedik'e giden birçok kişi (1848'de Venedik Taşları ile John Ruskin'den başlayarak) Venedik'i nasıl “kurtaracağını” düşünüyor. Venedik'in muhtemelen değişen iklim karşısında gezegendeki en kırılgan şehir olduğu düşünüldüğünde, Venedik'i nasıl tasarladığımıza bakmak ve bunun yerine diğer şehirleri nasıl kurtarabileceğini keşfetmek için bir laboratuvar olarak kullanmak istiyoruz. Bu özel projelerden bazıları kara ile su arasındaki sınırla, su arıtmayla, enerji üretmenin yeni ve yenilikçi yollarıyla ilgilenecek. Venedik'i yeni mimari fikirleri denemek için bir laboratuvar olarak kullanmak istiyoruz.
Sergiyi ve Intelligens temasını önceki mimarlık bienalleri arasında nasıl bir yerde konumluyorsunuz?
CR Mimarinin çevresi ve sınırları zaman içinde çok değişti. Vitruvius'a, sonra Orta Çağ'a, Rönesans'a ve mimarlığın tüm geçmiş incelemelerine bakarsanız bunu anlarsınız. Aynı şey, çok keyif aldığım bazı geçmiş mimarlık bienallerinde de oldu; bazıları daha çok sanata, siyasete veya başka yönlere kayıyordu. Önemli olan, her bienal uluslararası sergisinin bir sınırla ilişki kurması ama aynı zamanda bir temayı alıp ona tam olarak odaklanması. Bienal'in rolünün bir yöne doğru ilerlemek ve sınırları zorlamak olduğunu düşünüyorum; böylece, ilerledikçe değişmeye devam edecek olan çevrenin bu şekilde sürekli yeniden tanımlanmasını zenginleştirmek mümkün olacak.