02.11.2022 - 13:50 | Son Güncellenme:
Fatma G. Kabasakallı
Avrupa Birliği (AB) ülkeleri hala Rus gazının yerini dolduracak arz kaynaklarını artırma çabasını hararetle sürdürürken, kendi aralarında da çözüm yolları konusunda bir türlü anlaşamıyor. Avrupa Komisyonu’nun acil adımlar arasında yer alan talebi azaltma çabaları şu an için sonuç veriyor gibi görünüyor. Ancak her ne kadar gaz stokları yüzde 90’lar seviyesine çıksa ve Rus gazı tüketim oranı yüzde 9’a kadar indirilebilmiş olsa da, kışın sert geçmesi ihtimalinde stokların yeterli olmayacağı kaygısı hala sürüyor. Yanı sıra, önümüzdeki kış gaz stoklarını bu düzeyde dolduramama tehlikesi de AB’nin acil çözümler olduğu kadar önümüzdeki 2-3 yılı kurtaracak yeni opsiyonlar arayışını da perçinlemiş durumda. Gerek bakanlar düzeyinde gerekse liderler düzeyinde toplantı üstüne toplantı yapan AB ülkeleri, yüksek enflasyona ve sanayide elektrik kesintilerine karşı atılacak adımlar konusunda da bir türlü hemfikir olamıyor.
AB’nin yürütme kolu Avrupa Komisyonu, farklılıkları çözmek için yeni seçeneklerle geliyor, ancak Komisyon’un teklifleri karşıt görüşlü üye devletler tarafından cımbızlanacak ve etkisi azalta azalta karar verilecek gibi duruyor. Avrupa Komisyonu’nun teklifinde üye devletlerin az çok anlaşacağı çözüm önerileri zaten belli oldu. Bunlardan biri ortak gaz alımı konusu. Ortak gaz alımıyla daha iyi fiyatlar üzerinden pazarlık etme imkanının sağlanmaya çalışacağı ve acil bir durumda ülkeler arasında işbirliğine gidilmesi amacı görülüyor. Bir diğer konu da, yine fiyatı kontrol etmeye odaklanan, Hollanda merkezli sanal doğalgaz ticaret noktası TTF oldu. TTF’nin boru hattı gaz fiyatını referans aldığı için artık bu durumun geçerli olmadığı vurgulanırken, Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen’in deyimiyle, “TTF artık gerçek piyasa durumunu yansıtmıyor” yaklaşımı gündeme geldi. Ancak TTF fiyatlarına müdahale yerine LNG odaklı yeni bir endeks üzerine geliştirilecek yeni bir sistemin ne düzeyde yararlı olabileceği hala soru işareti. Özellikle de Rusya’dan gaz akışının büyük oranda kesilmesinin ardından, yeni rekabetin LNG’de yaşandığı ve fiyatların artışında yüksek LNG fiyatlarının da sebep olduğu düşünüldüğünde…
Görünen o ki, AB, yeni mekanizmalar, yeni sistemler üzerinde çalışarak, öncelikle bu kışı gaz fiyatlarını belirli bir düzeyde tutabilecek ve aslında “geri dönülemez bir fiyat krizi” yaşanmaması için kontrol odaklı bir yaklaşım peşinde. AB liderleri toplantısında doğalgaza tavan fiyat getirilmesi teklifi ise Birliği ikiye ayırmış durumda. Birlik, bir yandan yükselen fiyatları sübvanse ederken, diğer yandan da tavan fiyat teklifiyle, aslında bir arz kaynağı sorununun sonucuna müdahale etmeye çalışıyor. Fiyatların yükselmesinin önüne geçmek için arz tarafında atılması gereken adımlar henüz tartışma konusu haline bile gelmedi. Bir başka deyişle, üye devletlerin az çok hem fikir olduğu “yeni mekanizmalar, yeni sistemler ve TTF’ye alternatif fiyat mekanizması” gibi adımlar da başlı başına “talep ve fiyat” odaklı. Israrla arz tarafına yönelik somut bir adım henüz atılmadı. Aslında Almanya dışında!
AB gazdan vazgeçemedi
Almanya’nın, başka bir çeşit sübvansiyon olarak sayılabilecek enerji krizine karşı açıkladığı 200 milyar Euro’luk yardım paketi diğer üye ülkelerini çok kızdırdı. Ancak Almanya bu paketi geri çekmek şurada dursun, yeni gaz sahaları geliştirme konusunu da AB’nin gündemini soktu. Berlin, böylece belki de ilk defa arz tarafındaki soruna yönelik ilk somut öneride bulundu. Yeni gaz sahaların geliştirilmesi ve sisteme entegre edilmesini de en iyi ihtimalle en az 3-5 yıl süreceğini düşünürsek, demek ki AB gaz projelerinden vazgeçmiş değil.
Kadri Simson’dan önemli mesaj
Bu arada Enerji Komiseri Kadri Simson’un Güney Kıbrıs ziyaretinde verdiği mesajlar da oldukça ilgi çekici. Doğalgazın Avrupa enerji sektöründe öneminin koruyup korumadığına dair bir soruya, elbette yenilenebilir enerji ve karbonsuzlaştırma çabalarına vurgu yaptı, ancak şu cümlesi de dikkatlerden kaçmadı: “Avrupa önümüzdeki on yıllar boyunca doğalgaz kullanmaya devam edecek.” Bununla birlikte, “uzun dönemde” doğalgaz piyasasını karbonsuzlaştırma konusunda ellerindengelen her şeyi yaptıklarını da belirten Simson, bazı sektörlerde doğalgazın yerini hidrojenin alacağını söyledi. Bu açıklamalar ve eğilimler doğrultusunda, doğalgazın AB enerji denkleminden ancak “uzun vadede” çıkabileceğini vurgulamakta fayda var. Nitekim her ne kadar Moskova’dan AB’ye boru hattı gaz akışı kesilirken, Birliğin Rus LNG alımları da büyük oranda arttı. AB’nin Rus LNG ithalatı bu yılın Eylül ayına kadar bir yıl öncesine göre yüzde 50 artarak, 15 milyar metreküpe ulaştı. Depoları doldurmak amacıyla başta AB ve Katar’dan LNG alımına ağırlık verildi ve AB’nin toplan LNG ithalatı yılın ilk dokuz ayında yüzde 66 artarak, yaklaşık 88 milyar metreküpe ulaştı. Fakat bu kez de yüksek enerji fiyatları nedeniyle protestolara sahne olan AB’de, ABD’ye ödenen yüksek LNG faturalarına yönelik siyasi tepkiler başlarken, diğer yandan LNG akışının da kendi içinde sorunları bulunuyor. LNG gazlaştırma tesisleri ve terminalleri yeterli gelmiyor ve LNG kargolarını boşaltmak için bekleyen onlarca gemi, İspanya başta olmak üzere Avrupa kıyılarında dolanmak zorunda kalıyor. Birliğin Rus gazını ikame etmede LNG’ye yüklenmesi nedeniyle Asya’daki tüketicilerle yaşanan rekabet bu kez hem gaz fiyatlarını hem de tanker fiyatlarını yukarı taşıyor ve piyasada tanker bulmak da zorlaşıyor. Tüm bu sorunlar da yine, yeniden enerji krizinin çözümünün arz tarafında olduğunu gösteriyor.
Putin, şapkadan tavşan mı çıkardı?
Avrupa enerji krizinde “birlik” olmayı henüz başaramazken, Çin’in “sıfır kovid” politikasının devam ettiğini, Çin’den beklenen enerji talebindeki artışın henüz tam anlamıyla gerçekleşmediğinin de altını çizelim. Dolayısıyla, yüksek fiyatlar ve enflasyon, resesyon baskısı ile birlikte siyasi olarak da istikrarsızlık sinyalleri veren bir Avrupa, diğer tarafta devam eden bir savaş ve AB’nin acil önlemler aşamasını geçtikten sonra enerjide yeni politika oluşturma konusundaki kararsızlığı ve anlaşmazlığı krizin derinleşebileceği endişelerini de artırıyor. Tam da böyle bir dönemde, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, kimilerine göre şapkadan tavşan çıkardı ve Türkiye’de bir gaz merkezi veya hub kurma teklifini hem Ankara’nın hem de dünya gündemine sundu. Gaz merkezi teklifi çok yeni, gelen haberlere göre her iki ülkenin enerji bakanlığı yetkilileri ve teknik ekipleri bile henüz yolun çok başında.
Savaş, İsrail-Filistin sorununa dönebilir iddiası
Gaz merkezinin kurulamayacağını anlatan uzmanların en güçlü ve en önemli argümanı, AB’nin hem Ukrayna’daki savaş hem de iklim hedefleri kapsamında gazdan çıkış konusundaki stratejisi. Bu noktada, Ukrayna’daki savaşın ne kadar sürebileceği önem kazanıyor. Konuştuğumuz Rus hükümetine yakın kaynaklar, savaşın 3-5 sene sürebileceğini dile getiriyor. Bununla birlikte, yoğunluklu savaşın ardından Rusya ile Ukrayna arasındaki durumun İsrail-Filistin sorununa benzeyebileceğini de vurguluyorlar. Savaşın ne yönde seyredeceği de AB’deki enerji krizinin derinleşip derinleşmeyeceği kadar önemli elbette. Ancak hem Batılı hem de Rus uzmanlar, her savaşın zamanla yoğunluk ve boyut değiştirdiği, Avrupa’nın kapılarındaki böylesi bir savaşın ise on yıllar boyunca bu yoğunlukta devam etmeyeceği konusunda hemfikir. Tabi tüm dünyayı harekete geçirecek ekstrem bir durum ortaya çıkmadıkça. Dolayısıyla, Türkiye’de bir gaz merkezi gibi, küresel enerji politikalarında pek çok farklı opsiyon ve çalışmalar daha fazla gündeme gelmeye devam edecektir. İşte bu yüzden, Türkiye’de gaz merkezi kurulması teklifi ve ihtimali de sadece olası
Yolculuğun kendisi de önemli
Kadri Simson, doğalgaz boru hatlarının temiz hidrojen amacıyla kullanılabileceğini belirtti ve 2050’den sonra hidrojene geçiş hedefini de hatırlattı. Yani geriye yaklaşık 30 yıl doğalgaz kullanımı söz konusu. Tam da bu noktada, Putin’in Türkiye’de bir gaz merkezi kurma teklifi devreye giriyor. Söz konusu teklif hızla ABD ve AB kurumları tarafından reddedildi. Yanı sıra, projenin gerçekleşebileceğine dair de küresel uzmanlar çok ümitli konuşmuyor. Ancak Türkiye’de bir gaz merkezinin kurulması çalışması sürüyor. Ukrayna’daki savaş sürerken ve AB Rus gazı olmadan ilk kışını geçirmeden hemen önceki mevcut koşullar altında önemli olan, bu çalışmaya kağıt üzerinde de olsa başlanmış olması. Bugüne kadar pek çok “dev proje”, “büyük boru hattı projesi” için çalışmalar yapıldı, konsorsiyumlar kuruldu, hatta büyük ümitler ve desteklerle son noktaya geldi, ancak son aşamada bazen ABD’nin, bazen Rusya’nın bazen de başka jeopolitik ve siyasi nedenlerle gerçekleştirilemedi. En son örneği, her ne kadar son aşamaya gelemese de Doğu Akdeniz Boru Hattı, daha önceki Nabucco Boru Hattı projesi ve başkaları. Dolayısıyla projenin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinden önce, projenin jepolitik çerçeveden ne sunduğuna bakmakta fayda var. Bir başka deyişle, sunulan proje nasıl bir enerji geleceği öngörüyor ve ne teklif ediyor.
Elbette,etkileri açısından bile değerlendirmeye değer.Projenin sahipleri veya savunucuları, ellerindeki tüm yumurtaları tek bir sepete koyacak değil. Bu yüzden de enerji merkezi teklifinin ütopya olup olmadığını sorgulamadan önce, Putin’in bu teklifi ederken, küresel enerji piyasasında bazı değişiklikleri öngördüğü net. Bu değişiklikler ve olasılıklara yönelik de hazırlıklarından biri ve sadece biri bu gaz merkezi teklifi olabilir. Ayrıca, gaz merkezi projesinin nihayete erene kadar yolculuğunun kendisi de çok farklı boyutta siyasi ve ekonomik etkileri doğurma potansiyeline sahip. Putin, sorumluluğu AB’ye yükledi Öncelikle Rusya’nın doğalgaz ihracatını kısa vadede olmasa da orta ve uzun vadede garanti altına alma gayreti Türkiye’de bir gaz merkezi oluşturulmasının önemli bir motivasyonu olarak görünüyor. Bununla birlikte, Rusya’dan AB’ye, “ben gazı veririm, enerjideki ipleri ben koparmıyorum” mesajını vererek, enerji krizinin sorumluluğunu AB liderlerinin kucağına attığı kesin. Siyasi olarak Rusya’nın AB’yi bölmeyi amaçlayan bir proje olduğu Batılı uzmanlar tarafından dile getirilse de, aslında Ukrayna savaşının sonrası için değişen ve değişecek enerji akışı ve haritasına yönelik planlardan sadece biri gibi duruyor. Gaz merkezi projesindeki iddialardan biri, enerji krizine çözüm yöntemleri konusunda anlaşmayan AB’de yakın dönemde çatlakların derinleşmesi, belki de Ukrayna’daki çatışma yoğunluğunun düşmesi durumunda Rusya-Avrupa enerji ilişkilerini üçüncü bir rota üzerinden kurmak olası.
Taşlar yeniden dizilecek
Almanya gibi ekonomiye para pompalayamayan ama bir o kadar da Rus gazına bağımlı bazı Balkan ülkeleri, Macaristan ve bazı Doğu Avrupa ülkeleri bu noktada önem kazanıyor. Yunanistan, Macaristan, Sırbistan ev Romanya Türk Akım’dan Rus gazı almaya devam ediyor. Bulgaristan ise Rus gazını resmi olarak reddetse de komşularından aldığı gaz hala Rusya’dan. Kimileri için çok ütopik gelse de, belki de Putin, “şekil değiştirme eşiğindeki” bir AB’ye hazırlıklı olmak adına taşları yeniden dizmeye çalışıyor. Yine bir olasılık. Tüm bu jeopolitik değerlendirmeler arasında dikkat çeken bir diğer yorum da, Rusya’nın müttefik kaybetmemek adına iyi ilişkilere sahip olduğu Türkiye’ye destek çıkmak. Tabi, Washington’un gaz merkezi çalışmalarına tepkisinin de siyasi olarak Ankara’ya yarayacağı, uluslararası boyutta ise bir tercih noktasına itme ihtimali de mümkün.
Kökten bir değişimin sinyali
Elbette böyle bir proje, Washington’u oldukça rahatsız edecek ve AB üzerinde de her türlü ortaklık etkisini kullanacaktır. Ancak buradaki soru, AB veya bazı Avrupa ülkeleri, bu kış değil fakat önümüzdeki kışı geçirdikten sonra “kaynağına bakmadan” Rusya’dan gaz alımına tekrar dönme eğilimi gösterir mi? Her ne olursa olsun, Putin’in teklifini “imkansız” diye adlandırmadan önce, emekleme aşamasında olsa bile gaz merkezi projesi yavaş yavaş ilerledikçe pek çok şey değişebilir. Ancak proje bir şekilde hayata geçirilirse, hem Avrupa’da hem de bölgede enerji piyasasını kökten bir yeniden şekillendirmeyi vaat ettiği reddedilemez. Böyle bir olasılıkta, başta Almanya olmak üzere bugüne kadar Rusya ile enerji işbirliğinden faydalanan ülkelerin de pozisyonu değişecek, ucuz Rus gazı konusunda Türkiye, güneydoğu Avrupa ve Balkanlar bir rekabet avantajı elde edebilecek duruma geleceklerdir. Türkiye, ekonomik sıkıntıların gölgesinde de olsa uluslararası politika içinde ince bir çizgi yürüyor ve enerji politikaları da bu yolun en önemli aracı. Enerji krizi içinde arz sıkıntısı çekmesek de orta ve uzun vadede, Türkiye’nin avantajına olduğu kadar olası risklere de odaklanan gelişmelere şimdiden hazırlıklı olmak çok kritik. Kaygan bir zeminde değişen bir enerji piyasası döneminden geçiyoruz ve bu kaygan zeminde olası gelişmelerin haritasını hazırlamak, yol almak adına çok kıymetli olacaktır.