12.09.2023 - 07:00 | Son Güncellenme:
SERVET YILDIRIM - G-20 küresel ve bölgesel krizlerle baş edebilmek için oluşturulmuş bir platform. Dünyanın en büyük ve dolayısıyla en güçlü ekonomilerini bir araya getiren bir forum. Ancak şu ana kadar kendisinden beklenen bu misyonu yerine getirebildiği pek söylenemez. Geçen hafta Hindistan’ın başkenti Yeni Delhi’de yapılan liderler zirvesi de bu durumu teyit etti.
G20 bir Birleşmiş Milletler ya da bir Dünya Bankası değil. Ne resmi bir yapısı var ne o kuruluşlar gibi binlerce personeli var ne de dünyanın herhangi bir yerinde bir merkezi var. Ama küresel problemlerin çözümü için ana platform olma iddiasıyla sahneye çıkmıştı.
Gücünü üyelerinin gücünden alması bekleniyordu. Dünyanın toplam gayrisafi yurtiçi hasılası en büyük 18 ülkesinin yanı sıra Güney Afrika ve Avrupa Birliği’nden oluşturuldu. AB’nin ilk 20’de olmayan üyelerinin de AB kanalıyla G-20’de temsil edildiği dikkate alınırsa aslında 43 üyeli bir oluşumdan söz ediyoruz.G-20 bu haliyle dünya nüfusunun yüzde 66’sını, küresel ticaretin 75’ini, gayri safi hasılanın 85’ini ve yatırımların ise 80’ini temsil ediyor. Küresel ekonomiyi güçlendirmek, krizden çıkışı hızlandırmak, küreselleşmeyi “vahşi”likten kurtarıp daha kurallara dayalı ve kapsayıcı hale getirmek gibi amacı vardı.
Aslında 2008 krizinden çıkışta da önemli roller oynadı, kısmen de olsa başarı sağladı. Ancak sonra derin uykuya daldı. G-20 zirvelerinden zayıf “diyalog” çağrılarının ötesinde somut bir sonuç çıkmadı. Toplantılar art arda hayal kırıklığı yarattı; bir platform olarak kendisine biçilen rolleri oynayabileceği konusunda ciddi şüpheler doğurdu. Geçen haftaki zirve de bu hayal kırıklıklarından biri oldu bence.
Hindistan ile gerilim yaşayan Çin’in ve başta ABD olmak üzere tüm Batı ile gerilim yaşayan Rusya’nın liderleri zirveye katılmadı. Yerlerine daha alt düzey temsil gerçekleşti. Yani G20 baştan parçalı başladı. Zirvenin sonunda her zaman olduğu gibi bir bildiri yayınlandı. Adet yerini buldu.
BİRLİKLERE EŞİT STATÜ
Zirve sonuç bildirisinde benim dikkatimi çeken en somut şey Afrika Birliği’nin G20’ye resmen katılmasının onaylanması oldu. Böylece Afrika Birliği de Avrupa Birliği gibi blok olarak G20 üyesi oldu. Bu da Çin ve Rusya liderliğinde BRICS’in genişleme çabasına karşı bir hamle olabilir.
Bunların dışında kalanlar tipik G20 zirve bildiri maddeleriydi. Eşit büyüme, makro ekonomik ve finansal istikrarın güçlendirilmesi gibi klasik olmazsa olmaz temenniler tabii ki yer aldı. Ama Rusya’nın Ukrayna saldırısı bildiride yer almadı. İklim konusunda öncekilerden daha ileri bir atıf olmadı. Yani daha önce çok defa olduğu gibi bu defa Yeni Delhi’de de G-20 liderleri güven verici bir liderlik örneği sergileyemediler. Bu toplantı da G-20’nin bir platform olarak kendisine biçilen rolleri oynayabileceği konusunda ciddi şüpheler yarattı.
Zaten G20 gündemi genellikle ABD’nin gündemi ile paralel gidiyor. G-20’nin küresel sorunların çözümü için ana bir forum olarak ortaya çıkışı ABD’nin ittirmesiyle 2008 Washington toplantısı ile başlamıştı. O zaman ABD krizden en fazla etkilenen ülkeydi ve böyle bir platforma şiddetle ihtiyacı vardı. Sonrasında ABD ekonomisi düze çıkıp ihtiyacı azalınca G-20’nin etkinliği de azaldı.
Oysa küresel sorunların çözümü için güçlü küresel liderlik gerekiyor.
‘KUŞAK VE YOL’A KARŞI YENİ KORİDOR GELİYOR
Zirvedeki en çarpıcı gelişme Çin’in etkili ve güçlü “Kuşak ve Yol” girişimine karşı bir hamle olarak Hindistan, Orta Doğu ve Avrupa’yı birbirine bağlayacak demiryolu ve limanlardan oluşan yeni bir ekonomik koridorun (daha doğrusu doğu ve batı olmak üzere iki ayrı koridorun) oluşturulması girişimiydi. Proje Körfez ile Avrupa arasında enerji ve ticaretin akışı ve lojistiği için de önemli bir rol oynayabilir.
ABD liderliğinde AB, Hindistan, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri projeyi itelemeye çalışıyorlar. Bu ülkelerin hepsinin projeden farklı ve güçlü beklentileri var ama anladığım kadarıyla bu proje asıl olarak ABD’nin yeni orta doğu yaklaşımında da önemli bir rol oynayacak. Eğer gerçekleşirse Biden’in dediği gibi “oyunun kurallarını değiştiren bölgesel bir yatırım” olacak ama gerçekleştirilmesi kolay bir proje değil. Parçalı Ortadoğu’daki ülkeleri önce birbirlerine demiryolu ile bağlayıp, sonra bunları Hindistan’a bağlamak kâğıt üzerinde mümkün görülebilir ama iş uygulamaya geldiğinde eminim devreye birçok lojistik, ekonomik ve politik engel girecektir. Şu ana kadar bağlayıcı bir finansal taahhütte bulunan olmadı. Yani finansman tarafı belirsiz. Ortada henüz bir eylem planı yok. Sözde 2 ay içinde bir plan hazırlanacak. Körfezdeki Arap ülkelerini Avrupa’ya bağlayacak koridorun İsrail’den geçecek olması ayrı bir konu.
Türkiye açısından da etkileri analiz edilmelidir. Dün Ekonomi Gazetesi’nde okuduğum kadarıyla önerilen koridor, Hindistan’dan Birleşik Arap Emirlikleri’ne uzanacak, ardından Suudi Arabistan, Ürdün ve İsrail’i geçerek Avrupa’ya bağlanacak. Hindistan’dan yüklenen malların İsrail ve Yunanistan limanları üzerinden Avrupa’ya daha hızlı gönderilmesi de projede öngörülüyor. Türkiye bu noktada dahil mi yoksa by-pass edilen ülke konumunda mı olacak?