22.08.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
“Fırsat eşitliği diye bir şey olmayabilir. Ama yetenek evrenseldir.”
Bahar Eriş
“İnsan, özgürlükten korkan bir canlı türüdür. Çünkü, özgürlüğün aynı zamanda bağımsızlık da demek olduğunu bilir. Bağımsız olan insan, kendi hayatını kendisi kontrol etmek zorunda kalır. Başına gelen iyi ya da kötü her şeyden bizzat sorumlu olacaktır. O, özgürlüğün bu dayanılmaz ağırlığı yerine, bağımlılığın dayanılmaz hafifliğini tercih eder. İpleri olsun ister. Uhrevi ya da dünyevi birtakım güçler tarafından idare edilsin, başına gelen iyi şeyleri şans diye bilsin. Kötü şeylere kader desin. Soru sormak zorunda kalmasın. Cevap aramakla yorulmasın.”
Çok sevdiğim, beğendiğim yazar Mine Söğüt’ün bir köşe yazısından alıntı. Okumak, anlamak, eyleme dönüştürmek, akıl ile emek bütünlüğünü zorunlu kılar. Kolaycılığın temel anlayış olarak algılandığı bu âlemde yarışın içinde kalmak, savaşmak, mutluluğa alın teriyle, akıl yoluyla ulaşmak... İşte gerçek savaşım bu olmalı.
“Yok öyle umutları yitirip karanlıkta savrulmak
Unutma, aynı gökyüzü altında bir direniştir yaşamak”
Nâzım Hikmet’ten kısa iki dize ile kocaman bir yaşamın tarifi. Kolaycılık, yaşam felsefesi olarak belirlendiğinde önümüzde tatsız tuzsuz bir dünya ile karşılaşıyoruz. Heyecan, coşkudan yoksun, kolaycılık ya da iç, keyfine bak. Aslında paylaşmasını bilmek, elbette ne güzel bir duygudur.
“Çocuklarınızı zengin olması için eğitmeyin. Mutlu olmaları için eğitin. Büyüdüklerinde her şeyin fiyatını değil, değerini bilsinler.”
Şimdi size Türk filmi gibi bir yaşam öyküsü:
Suriyeli bir genç, üniversite eğitimi için Amerika’ya gitmişti. Orada Amerikalı bir kız arkadaşı oldu. Kadın, istemeden hamile kaldı. Babası koyu Katolikti. Dinlerarası evliliğe karşıydı ve o sırada kanser tedavisi görüyordu. Evlenmeleri imkânsız hale gelince, çocuğu evlatlık vermeye karar verdiler. Tek şartları, ebeveyn adayının üniversite bitirmiş olmasıydı. Başvurulanlardan ilki böyleydi. Ama çocuk erkek olunca kız istediklerini söyleyip vazgeçtiler. Acaba almadıkları çocuk, ileride ne olacaktı? İkinci sıradaki aile ise lise mezunuydu. Üniversitede okutma sözü vererek çocuğu evlat edinmek istediler. Derken çocuğu bu aileye teslim ettiler. Evlat edinen kadın, Malatya’dan Amerika’ya göç etmiş bir Ermeni ailesindendi. Çocuk, bir gün evlatlık olduğunu öğrendi. Yeni ebeveynleri ona, “Biz seni doğurmadık, ama seçtik” dediler. Seçilmiş çocuğu, büyüdüğünde söz verdikleri gibi üniversiteye gönderdiler. En pahalı üniversitelerden birisiydi ama o, ikinci sınıfta bıraktı. Bir Hintli gurunun peşine takıldı. Hippi arkadaşları ile çiftliklerde yaşadı. Derin bir ruhani arayıştaydı. Bir gün tek bir gurudan öğrendikleriyle yetinmeyip işin kaynağına ulaşmaya karar verdi. Bir guruyla bu kadar aydınlanmışsa, bin guruyla arşa varacağını düşünüyordu. Öğrenci harçlığıyla atlayıp Hindistan’a gitti. Ucuz otellerde kaldı. En dipte yaşayan Hint yoksullarını izledi. Gördükleri karşısında şok, dehşet ve büyük bir ‘aydınlanma’ yaşadı. Evet aydınlandı, ama hiç beklenmedik yönde. Hindistan’da binlerce guru vardı. Ama ülke yoksulluktan kırılıyordu. Anlaşılan cennet, guruların ayaklarının altında değildi. Edison’un dünyayı gurulardan daha iyi aydınlattığına karar verdi. Artık gezi kahramanları spiritüel gurular değil, teknoloji mucitleriydi. Ülkesine döndüğünde ne istediğini çok net bir şekilde biliyordu. Yüksek teknolojiye dayalı ürünleri sanatsal bir estetikle tasarlayıp bulacaktı. Kodak’ın sahibinin yaptığı gibi, işini bilim ile sanatın kesiştiği köşede kuracaktı. Daima en yeni ve en iyi, geliştiren bir ‘ürün insanı’ olacaktı.
Ayak basılmamış topraklarda yürüyecek, bayrak açılmamış denizlerde yüzecekti. Evet, hikâyesini okuduğunuz o evlatlık çocuk, büyüdüğünde Steve Jobs oldu. Hayatı boyunca birçok engele rağmen yükseldi. Dünyanın en büyük şirketlerinden birisini, Apple’ı kurdu. 2020 itibariyle Apple’ın piyasa değeri 2,38 trilyon dolardı. Türkiye’nin gayrisafi milli hasılası ise 720 milyar dolardı.
Evlatlık verilmesine rağmen, üniversiteyi yarıda bırakmasına rağmen, alt sınıftan gelmesine rağmen, gençlik krizlerine rağmen, sonunda tünelin ucundaki ışığa ulaşabilmişti.
Alıntı-Mümin Sekman/Rağmenciler
Esen kalın, aydınlık günler.