18.04.2021 - 00:05 | Son Güncellenme:
Ben biftek yemeye devam edeceğim. Siz de patates yemeye devam edeceksiniz. İtirazı olan varsa içeri tıkarım.
Yiğit Okur
"Erimek belirsizce her şeyde. Koşmak sulara, yıldızlara. Sinmek kokusuna mor menekşenin. Yanmak damar damar nefes nefes. Yaşamak tükene tükene" demiş, büyük insan Bedri Rahmi Eyüboğlu.
Muhteşem adamlar tanıdım. Milli piyangodan büyük ikramiye gibiydiler. Farkında ol, değerini bil, yaşamın güzelleşsin, anlam kazansın. Hayatı dibine kadar sulayarak içselleştiren, anlam yükleyen kocaman yürekli adamlar. Nefes nefes yandılar, tükene tükene yaşadılar. Tarık Gençay-İbrahim Gürbüz... Kendilerini anlatamadan, aslında öğretemeden “Bize eyvallah” dediler erken vakitlerde.
***
“Hangi okula gidiyorsun?” dedi. “Ticari Bilimler Akademisi Tarık Abi” dedim. Bir antrenman öncesiydi İzmirspor’da, Talebe Çayırı’nda. Karşılıklı söyleşiyorduk. 12 yaşımda Alsancak Stadı açık tribünlerinden coşkuyla tüm bedenim sarsılarak izlediğim İzmirsporumun kaptanı. Milli Takım’da oynamış futbolcusu. Antrenörümdü, karşımdaydı, konuşuyordu benimle. “O okulda, sınıfta kalanın heykelini dikiyorlar. Orası, 3 yıllık Yüksek Ekonomi Ticaret Okulu değil mi?” diyerek devam etti, “O okulu Göbek İdayet’le Tom Dündar bile bitirdi” deyiverdi şaka ile karışık gülümseyerek. Sözünü ettiği insanlar, Karşıyaka’nın efsane spor adamları, yöneticileriydi. Eşrefpaşa muhiti, İzmirspor olarak bilinir, öyledir de. Yüksek sayıda külhanbeyi ile ünlenmiştir. Bu kesimin bazıları da hafiften sevmezlerdi Tarık Abi’yi. “Şarapçı Tarık-şoför Tarık” diyerek azımsarlardı kendi kıt akıllarınca.
Büyük futbolcu, muhteşem akıldı Tarık Abi. Turgay Şeren’in 1951’de Almanya’yı Berlin’de 2-1 yendiğimiz, Berlin panteri olarak anıldığı o gün Tarık Abi kenarda yedek kulübesinde bekliyordu. Eğer o günlerde Galatasaray’a imzayı atsa, 11’in içerisinde olacaktı. Tüm ısrarlara karşın atmadı o imzayı. Lacivert beyaz renklerin dışında hiçbir takımın formasını da kuşanmadı. Futbolculuğunun yanı sıra kıvrak zekâsı vardı. Onu azımsayanlarla dalgasını geçecek kadar zekâ düzeyi yüksekti.
***
Yine siyah beyaz bir fotoğraf. Önde Tarık Abi, arkasında İbrahim Gürbüz. Eşrefpaşa’da Boşnak İbrahim olarak tanınırdı. Ona Boşnak diyerek seslenen tek kişiydi Tarık Abi. O denli yakındılar birbirlerine. Sahaların toprak olduğu uzun yıllar önce futbol kulüplerinin altyapıları yoktu. Muhitten o tür oluşumlara ‘lokal’ denirdi. Sözgelimi, ‘Akınspor’ Eşrefpaşa’da, daha yükseklere doğru Çimentepe’de Duatepe-Hatay Caddesi’nde Altıntaş-Halil Rıfat’ta Asansör takımları, aklımda kalan İzmirspor lokalleriydiler. Bu takımlar, hafta sonları o dönemin Hatay-Bahçelievler’deki İzmirspor sahası Talebe Çayırı’nda dönüşümlü karşılaşırlar, yarışırlardı. İçlerinden göze batan, sivrilen futbolcular da İzmirspor’a geçiş yaparlardı. İbrahim Gürbüz, Akınspor’un her şeyiydi. Formalar, ayakkabılar ne gerekiyorsa tüm malzemelerin parasını öderdi. Karşılık olarak da “9 numara benim” derdi. İri yapılıydı. 1.90’ların üzerinde boy, 100 kg’ye yaklaşan ağırlık. İyi oynamazdı ama parayı basan oydu!
***
Yıllar hızlı geçti gitti. Tarık Abi futbolu bıraktı, İzmirspor’da teknik adam, İbrahim Abi de yönetici oldu. Ayrılmaz ikiliydiler. İbrahim Gürbüz varsa Tarık Gençay da vardı. Çıkarsız, beklentisiz, salt İzmirspor sevgisine, tutkusuna odaklanmış, sıra dışı bir ikili.
Bir keresinde 1963-1964 yılları futbol sezonu olabilir. İstanbul’da Beşiktaş’la oynayacağız. İzmirspor’da yönetimde ilişkiler tatsız, sevimsiz. İbrahim Abi’nin de canı sıkkın. Futbolcularla yakın olan da o. Çekti resti yönetime. “Takımı İstanbul’a ben yalnız götüreceğim” dedi. Bu tatsız durum haliyle futbolculara da yansıyor. İstanbul’da İnönü Stadı’na yakın Küçükçırağan denilen otelde kalıyoruz. Maç günleri malzemeciler, masörler erken giderler stada. Soyunma odasını futbolcular için hazır ederler. İbrahim Abi de alışılmışın dışında onlarla birlikte gitti. Bir süre sonra biz de gittik stada. Koridorlarda yürürken soyunacağımız odaya yaklaştığımızda içeriden güm güm top sesleri belirgin bir biçimde dışarıya yansıyordu. Kapıyı açtık. Ve de gördüğümüz manzara karşısında hepimiz donduk kaldık. İbrahim Abi’nin sırtında 9 numaralı forma. Altında şort ile ayakkabılar. Tam da Eşrefpaşa şivesiyle, “Anadınız mı? Ben bugün santrfor oynayacağım” dedi. Bu durumu tahmin edemezdik. İbrahim Abi’nin otelden erken ayrılması, o zaman aralığında nasıl yaptıysa bir yerlerde kafayı fena halde tütsülediğinin göstergesiydi.
Sinirleri bozuktu. Yatışmalıydı. Malzemecimiz Reşat Amca bir şey diyememiş. Dayatmış ille ver şu malzemeleri diye. Yani vaziyet vahim. Ne desek kandıramıyoruz İbrahim Abi’yi. Bir süre sonra hafiften ayılmaya da başlamıştı. O sırada akıl ettik. “Abi, senin lisansını İzmir’de unutmuşuz” dedik. Neyse ki durumu kavradı, sakinleşti. Biz de o koşullarda çıktık Beşiktaş’ın karşısına. Nihayetinde de 3 yedik. İbrahim Abi’de maç sonu ne bir öfke ne bir eleştiri. “Takmayın kafaya. Haftaya kazanır, bu yenilgiyi unutursunuz” dedi. Ve devam etti, “Bu akşam İzmir’e dönmüyoruz. Duşlarınızı alın, Maksim’de yer ayırtıcam. Zeki Müren’i dinlemeye gideceğiz” dedi. İyi mi?!
Esen kalın, iyi pazarlar.
Bütün yolculuk boyunca hasret
ayrılmadı benden
gölgem gibi demiyorum
çünkü hasret yanımdaydı
Zifiri
Karanlıkta da
Ellerim, ayaklarım gibi de değil
uykudayken yitirirsin elini
ayağını
ben hasreti uykuda da
Bütün yolculuk boyunca hasret
ayrılmadı benden
açlıktı, susuzluktu demiyorum
sıcakta soğuğu, yitirmiyordum
soğukta sıcağı
aramak gibi de değil
giderilmesi imkânsız bir şey
Nâzım Hikmet