06.05.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
ABD'deki Three Mile Adası'nda meydana gelen nükleer kaza, sadece ülke genelinde değil dünya çapında da en önemli nükleer kazalardan biri olarak kabul ediliyor. Uluslararası Nükleer Olay Ölçeği (INES) skalasında 7 üzerinden 5 puanla değerlendirilen bu olay, 'geniş sonuçlar doğuracak bir kaza' olarak tanımlanıyor.
İŞLER BEKLENİLDİĞİ GİBİ GİTMEDİ
Pensilvanya eyaletindeki Three Mile Adası kötü şöhretini 70'lerin sonunda yaşanan nükleer kazaya borçlu. Susquehanna Nehri'ndeki bu adada yapımına 1968 yılında başlanan nükleer santral 1978 yılının son günlerinde devreye girmişti. 1979 yılının Mart ayına kadar her şey sorunsuz ilerliyordu. ABD, bu nükleer santralle birlikte önemli bir gücü elinde tutacak, elde edilecek nükleer güç sayesinde özellikle ülkenin elektrik ihtiyacı konusunda önemli bir adım atmış olacaktı.
Ancak işler hiç de beklenildiği gibi gitmedi. Bir şeyler ters gidiyordu. 1979 yılının Mart ayında Three Mile Adası'ndaki nükleer santralde ciddi bir kaza yaşandı. Bu öyle bir kaza olacaktı ki yıllar sonra büyük bir felaketin eşiğinden nasıl dönüldüğüne dair çeşitli belgesellere konu olacaktı.
FELAKETE NE YOL AÇTI?
Three Mile Adası'nda iki nükleer enerji santrali vardı. Constellation Energy'e ait olan TMI-1 ve EnergySolutions'a ait olan TMI-2'ydi. Bu iki birimde de önceleri işler yolunda gidiyordu. Ta ki 28 Mart 1979'a kadar. Bu tarihte TMI-2'de, yani iki numaralı reaktörde ciddi bir arıza tespit edildi. Santralin soğutma sisteminde meydana gelen bir kaza, Çernobil öncesinde dünyanın en büyük nükleer felaketlerinden birine yol açtı. Peki ne olmuştu o anda? Ana besleme pompaları elektriksel ve mekanik yetersizlikler yüzünden durmuş ve reaktör otomatik olarak kapanmıştı. Basıncın artmasını önlemek için kurtarma kapakçığı açıldı ancak basınç belli bir değere düştüğünde yapılması gerektiği gibi tekrar kapanmadı. Sinyaller operatörlere kapakçığın hâlâ açık olduğunu gösteremedi ve böylelikle basınç daha da düştü.
Bu teknik problem haricinde insan kaynaklı bir problem daha yaşandı. Ana besleme suyuna destek olan acil durum besleme sistemi kontrollerinde vana kapatılmıştı ancak tekrar açılması gerekiyordu. Fakat insan hatası kaynaklı olarak açılması unutuldu. Böylelikle acil durum sistemi çalışmadı. Söz konusu vananın kapalı olduğu ancak kazanın başlangıcından 8 dakika sonra fark edilebildi.
Yine bir önemli problem de soğutma suyu ile ilgiliydi. Operatörlere ısıyı alan soğutucunun miktarını bildiren seviye göstergesi yanlış bilgi yüzünden sistemin su ile dolu olduğunu gösterdi. Bunun üzerine operatörler su eklemeyi kestiler. Ancak yeterince soğutma suyunun olmaması reaktörün kalbinin ısınmasına neden oldu, reaktör kalbi üzerinde hidrojen balonu oluştu, radyoaktif yakıt çubuklarında kısmi bir erime meydana geldi.
TAM BEŞ GÜN BOYUNCA BEKLEMEK ZORUNDA KALDILAR
Ancak her şey bunlarla sınırlı değildi. Reaktör koruma kazanında yarılanma ömrü 10 yıl olan yaklaşık 1.59 petabekerel kripton 85 gazı ile 740 gigabekerel iyot 131 havaya, suya, toprağa, kısaca her yere karışmıştı. Arızayı fark eden mühendisler kazanın nedenlerini belirlemek, soğutma sistemlerini yeniden kontrol altına almak ve reaktör çekirdeğini mühürlemek için önlem almaya karar verdiler. Ancak erimenin gerçekleşmesinden itibaren tam beş gün boyunca beklemek zorunda kaldılar. Çünkü bu esnada reaktör çekirdeğinin yaklaşık yüzde 70'i zarar görmüş, yakıt çubukları ise yüzde 50 oranında erimişti.
Bu tabloyu daha da korkutucu hale getiren şey ise Nükleer Düzenleme Komisyonu'nun (NRC) aldığı karardı. Erimeye karşı yürütülen soğutma çalışmaları esnasında tam 150 bin litrelik radyoaktif su doğrudan adanın etrafındaki Susquehanna Nehri'ne boşaltmıştı. Radyoaktif suyun doğrudan nehre boşaltılması ilerleyen günlerde büyük tartışmalara sebebiyet verecek, yaşanan nükleer facianın yol açacağı felaketin boyutlarını ve devam eden sağlık tartışmalarını alevlendirecekti.
140 BİN KİŞİ BÖLGEDEN TAHLİYE EDİLDİ
Reaktörde kısmi çekirdek erimesi olduğu yönündeki haberler ilk etapta önemsenmedi. İlk birkaç gün boyunca çevrede yaşayan ABD vatandaşları tehlikenin boyutlarının farkında değildi. İnsanlar hayatlarına eskisi gibi devam ediyordu. Ancak birkaç gün sonra işin seyri değişti. Three Mile Adası'na komşu olan kasabalarda yüksek radyasyon seviyeleri tespit edildi. Yetkililer, radyoaktivitenin dışsal etkilerinin oldukça düşük olduğunu iddia ediyordu. Hatta vatandaşlara da radyoaktivite miktarının insan ve çevre sağlığına zarar veremeyecek kadar düşük seviyede olduğu yönünde bilgilendirme yapıldı.
Ancak yine de o dönemki Pensilvanya Valisi, özellikle hamile kadınlar ve çocuklardan oluşan 140 bin kişinin bölgeden tahliye etmesine karar verdi. Daha büyük problem ise şuydu: Nükleer endüstri faaliyetleri, yaşanan felaketin üstünü örtme çabası içerisindeydi ve felaketin insan sağlığı üzerindeki etkilerine dair bilimsel analizlerin yapılması çeşitli engellerle karşılaştı.
120 KİŞİ DAHA 19 YAŞINA GELMEDEN HAYATINI KAYBETTİ
Beş günlük erime süresince açığa çıkan radyoaktivitenin sağlık üzerindeki etkilerine dair sağlıklı veriler elde edilemiyordu. 2001 yılındaki bir çalışma ise tehlikenin boyutunu yıllar içinde ortaya koyacaktı. 1979 yılından 2001 yılına kadar bu bölgede yaşayan 120 kişi, 19 yaşından önce kanser nedeniyle hayatını kaybetmişti. Bu oran Pensilvanya eyalet ortalamasından yüzde 46 oranında daha fazlaydı. Temizleme ve radyasyondan arındırma çalışmaları tam 14 yıl boyunca devam etti, olayın maliyeti 1 milyar doları aştı.
PHILADELPHIA'DAN NEW YORK'A...
Geçtiğimiz günlerde yayınlanan 'Meltdown: Three Mile Island' adlı dört bölümlük bir belgesel ise 1979 yılında aslında ne denli büyük bir felaketin eşiğinden dönüldüğünü ortaya koydu. Tesisteki eski mühendislerden biri olan Rick Parks ve kazadan etkilenen insanların gözünden anlatılan belgeselde daha önce hiç görülmemiş amatör videolar da yer aldı.
ABD tarihindeki en ciddi nükleer felaket olarak kabul edilen bu olayı irdeleyen belgesel, Three Mile Adası'ndaki nükleer felaketin aslında ülkenin Doğu Sahili'ni neredeyse yok edeceğini de ortaya koyuyor. Mühendis Rick Parks'a göre bu olay bir başka tehlikeyi daha açığa çıkartabilir, hatta erimenin etkisiyle Philadelphia ve New York'u da etkisi altına alacak büyük bir erime tetiklenebilirdi.
Nükleer kazada asıl büyük kıyametin eşiğinden dönüldüğüne dikkat çeken Parks, belgeselde endüstri devi Bechtel tarafından yürütülen temizlik çalışmalarındaki hatalara dair önemli itiraflarda bulunuyor:
"Üst düzey yetkililer, ağır ve tehlikeli maddeleri kaldırmak için bir kutup vincini kullanmak istedi. Böylelikle bozulmuş reaktörün çekirdeğinden yaklaşık 453 kilogram ağırlığındaki nükleer enkaz kaldırılacaktı. Ama eğer vinç kırılsaydı çekirdeği kapalı tutamazdık. Hayatımızın hiçbir anında o reaktör binasına giremeyecektik. Çünkü etrafa sızacak radyasyon seviyeleri korkunç düzeyde olurdu. Hatta Pensilvanya'nın doğusundan Washington DC'ye kadar pek çok bölge ciddi oranda etkilenecekti. Bu fikir bana korkutucu geldi..."
'BİR DAHA ASLA AYNAYA BAKAMAZDIM'
Parks'ın kanının son damlasına kadar karşı çıktığı temizlik planına ilişkin verdiği mücadele belgeseldeki en dikkat çekici bölüm. Yaşananlar ise şu şekilde; önceleri kendisine inanmayan meslektaşı Larry King'i ikna eden Parks, tüm olası tehlikeleri ABD Nükleer Düzenleme Komisyonu'na (NRC) iletmiş. NRC'nin sorumlu direktörü Lake Barrett ise vincin güvenli olduğunu açıklamış ve Bechtel'in tarafını tutmuş. 1983 yılına kadar çeşitli tehditler alan Parks mücadelesini sürdürmüş. Karşı çıktığı vinç planı hayata geçirilmek üzereyken cesaretini toplamış ve planın başarısızlıkla sonuçlanabileceğini detaylarından belgelerle 'GAP' olarak kısaltılan Government Accountability Project'e (Devlet Hesap Verebilirlik Projesi) başvurmuş.
Bu esnada tehditler en üst dereceye çıkmış. Evlerine zorla girilmiş, eşyaları karıştırılmış. "İlgilendikleri tek şey planın başarısız olacağına dair sunduğum kanıtları içeren belgelerdi" diyor Parks. Yaşananlar ailesini korkutsa da belgeleri güvenli bir yerde sakladığı için korkusu yokmuş. Zaten bu korkusuzluk da onu bir basın toplantısı düzenlemeye karar vermesine yol açmış. Basın toplantısında kusurlu uygulamaları tek tek ayrıntılarıyla kamuoyu ile paylaşan Parks büyük bir destek toplamış. "Halka açık olmak dışında başka bir seçeneğim yoktu. Eğer vinç düşerse ve bu durum herhangi birinin hayatına mal olursa bir daha asla aynaya bakamazdım" diyerek aldığı kararı ve hislerini anlatıyor mühendis.
O TARİHTE TAMAMEN KAPATILACAK
Aldığı risk onu şaşırtacak kadar hızlı bir sonuç vermiş. Çünkü kamuoyu baskısıyla NRC bu kez Parks'ı desteklemiş. Böylelikle 1985 yılına gelindiğinde Parks sayesinde çok daha sıkı denetim ve kontrollerle nükleer kaza sonrası temizlik çalışmaları hayata geçirilmiş. Parks'ın bireysel eylemleri ise kurumla ilişiğinin kesilmesine yol açmış. Ama o özellikle konuya dair bir belgesel çekilmesinden ve halkın bilinçlenmesinden ötürü mutlu.
Peki Three Mile Adası'nda şu anda son durum ne? Ünite 1'in yani TMI-1'in 2079'da hizmetten çıkartılacağı ve bu sürecin tam 1.2 milyar dolara mal olacağı tahmin ediliyor. 1979'daki kazadan bu yana atıl durumda olan Ünite 2'nin yani TMI-2'nin ise 2037'de tamamen kapatılması bekleniyor. Nükleer santrallerin her an büyük bir nükleer felakete yol açabileceğine ise neredeyse tüm dünya hemfikir...