21.05.2018 - 01:30 | Son Güncellenme:
Bünyamin Aygün - Kudüs
ABD’nin büyükelçiliğini Kudüs’e taşımasıyla patlak veren olayların ardından kent yeniden dünyanın gündemine oturdu. Şehri dolaşırken öyle ilginç olaylarla ve insanlarla karşılaşıyorsunuz ki, pes dedirtiyor; milyon dolarları tepen de var, alışveriş merkezlerinde tam teçhizat uzun namlulu silahlarla yerlere uzanıp dinlenen İsrailli askerler de. Filistinli 57 yaşındaki Ebu Hatice, Mescid-i Aksa’nın Silsile Kapısı’na 15 metre, Burak Duvarı’na (Ağlama Duvarı) ise bir kaç adım uzaklıktaki dükkanını devretmesi için kendisine yapılan teklifleri anlatırken mütevazılığından ödün vermiyor. “Buralar bana ait değil ki neden satayım” diyor.
30 milyonu reddetti
Kapısına sürekli işyerini satması için gelen İsraillilere, “Bende satılık dükkan yok” diyerek geri çeviren bu Filistinlinin hayat hikayesi de oldukça ilginç. Babasından devraldığı çay ocağını çocukluğundan beri işleten Ebu Hatice, eşi ile burada çok mutlu olduğunu, çocukluğunu anımsadığını söylüyor. İsrail’in, bu bölgede yaşayan Filistinlileri çeşitli bahanelerle yerlerinden etmek istediğini ifade eden Ebu Hatice, “Önce bir milyon sonra 24 milyon, ardından da 30 milyon dolar ve açık çek vaat ettiler. Dünyanın hangi ülkesinde yaşamak istersem orada vatandaşlık bile teklif ettiler. Ancak ben Allah’a söz verdim, ant olsun ki; sokakta işportacılık da yapsam burayı onlara bırakmayacağım” diyor.
‘Fiziksel şiddet gördüm’
Birkaç yıl önce kendisine ne ait olan bu dükkanda çalışmasını yasakladıklarını da belirten Ebu Hatice, elindeki arkeoloji krokilerini göstererek şöyle devam etti: “Amaçları burayı benden alıp altından tüneller geçirmek. Bu yüzden burada bir çivi bile çakmamızı İsrail Arkeoloji Çalışmaları İdaresi’nin gözetimi ve iznine bağladılar. Üstelik onların burada yaptıkları masrafları da bana ödettiler. Harcadıkları su ve elektriğin faturasını da bana kesiyorlardı. Yetmedi fiziksel şiddete başvurdular. Nedensiz yere gözaltına aldılar, para cezası kestiler, ağır vergiler koydular. Fakat bütün bu yaptıklarına rağmen, burayı kendilerine satmayacağımı belirttim.”
Dükkânında bulundurduğu Türk bayrağını öperek Türkiye’ye ve Türklere olan sevgisini dile getiren Ebu Hatice, “Keşke Osmanlı geri gelse ama böyle bir devlet artık yok. O zaman neden Türkiye gelmesin? Türkiye’nin gelmesini ne çok istiyoruz, bir bilseniz... Bizim için ne para ne şöhret önemli. Turist Türkler geliyor ya, yanan içimize su serpiyorlar” diyor.
Kentin iki yüzü
Tarihi şehrin iki yüzü var burada; bir tarafta modern kent, diğer tarafta eski Kudüs (Old City). Bu şehrin büyülü ve zıtlıkları bir arada tutan bir tarafı da var. Günlerce Kudüs’te fotoğraf makinesiyle haber peşinde dolaşınca farkına vardım. Fotoğraf makinesiyle dolaşırken beni Batılı sanan birçok Müslüman oldu fakat Türk olduğumu öğrendiklerinde yüzlerindeki gülümseme, önceden sert olan bakışlarının birden yumuşaması ve içtenlikle beni kucaklamaları gerçekten görülmeye değerdi.
Filistin’in gerçek sahibi Türkler
Müslümanlar fotoğraflarının çekilmesinden pek hoşlanmıyor. Objektifimi çevirdiğim her taraftan şu yanıtı alıyorum, “la sura” (fotoğraf çekme) Ancak, “Selamünaleyküm” diyerek verdiğimiz selam ve ardından başlayan sohbetle Türk olduğumuzu öğrendiklerinde başlıyorlar poz vermeye. Son derece tutucu olan Filistinli genç kızlar da Mescid-i Aksa bahçesinde karşılaştığımızda önce fotoğraf çekmeme büyük tepki gösteriyorlar. Ancak daha önce tanıştığım hocalarının Türk olduğumu söylemesi birden bütün ilgilerini bana yöneltiyor. Kendimi film yıldızı gibi hissetmeme yol açan bir ilgiden bahsediyorum. Hepsinin ağzında, Türkiye ve Tayyip Erdoğan var. Yarım saat önce tesadüfen tanıştığım grubun lideri, yani öğretmenleri şöyle diyor; “Görüyorsunuz Filistinliler artık sadece Türklere güveniyor ve sizleri aileden görüyorlar. Filistin’in gerçek sahibi Türklerdir.”
Sıkı bir Sivassporlu
Ebu Hatice, kendini Sivasspor’a adamış bir Filistinli. Mescid-i Aksa’yı ziyarete giden Sivaslılar sayesinde tanıdığı takımın sıkı takipçisi olduğunu vurgulayan Ebu Hatice, Türkiye ve dünyanın bir çok ülkesinden insanların kendisini ziyarete geldiğini söylüyor. Türkiye’den gelen turlar, İsveçli ve Meksikalı turistler adeta onunla fotoğraf çektirmek için sıraya giriyor.
Biz daha kapıdan içeriye girmeden Türk olduğumuzu anlıyor ve koşarak kapıda karşılıyor, sarılarak samimi bir ifadeyle ve Türkçe, “Evinize hoş geldiniz” diyor. Dükkanda sohbet etmek için biraz zaman geçirdiğimizde görüyoruz ki Güney Amerika’dan, Avrupa’nın en kuzeyine kadar onu tanımayan yok. Gelenler internet fenomeni olan Ebu Hatice ile hatıra fotoğrafı çektiriyor. Öyle ki acentelerin uğranacak yerler listesine onun dükkanını da eklediğini öğreniyoruz.
TİKA restore etti
Ebu Hatice’nin, “Ümmeti Muhammed’e ait” yeri satmamak için sergilediği kararlı tutumundan haberdar olan TİKA (Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı) ise boş durmamış ve yaklaşık 50 metrekarelik bu tarihi dükkânı restore ederek hediye etmiş.
Askerler yerde yatıyor
Ülkede hemen hemen herkes bir süre askerlik yapıyor ve şehrin neresine giderseniz gidin ellerinde uzun namlulu otomatik silah olan gençlerle karşılaşıyorsunuz. Olağanüstü halin yaşandığı Türkiye’de bile eşine az rastlanan bu manzarayı İsrailliler çok doğal karşılıyor. Öyle ki; otobüs garlarında, tren istasyonlarında, meydanlarda sere serpe yerlerde yatan asker gençler kimsenin dikkatini çekmiyor. Kudüs, dünyanın en önemli inanç turizminin merkezlerinin başında gelmesine rağmen AVM’ler de dahil olmak üzere her yerde önümüze uzun namlulu silahlı insanlar çıkıyor.
Manzara kovboy filmlerinde gördüğümüz 1800’li yılların Teksası’nı andırıyor. Ve görünen o ki bu durum ne Musevileri ne de Hıristiyanları rahatsız ediyor. Herkes mutlu bir edayla şehirde geziyor. Şehrin en önemli sorunlarından biri de fiyatların anormal derecede yüksek olması. Bir sandviç İsrail’in para birimiyle 20 şekelden başlıyor. Bizim paramızla 25 lira. Kısa mesafeli taksi ücreti de 50 şekel olarak belirlenmiş. Taksiye binmeden önce pazarlık yapabiliyor olmanız bu ülkede bulunan turistler için gerçekten büyük şans. Kısmen bakımlı olan otellerde personelin müşteriye zaman zaman kaba davranışları da pek önemsenmiyor burada. Sanırım buraya gelen insanlar şartlara kendilerini önceden hazırladıklarından olsa gerek, hallerinden memnunlar..
Giriş-çıkış çilesi bitti
Gidenler bilir; İsrail’e girmek derttir, çıkmak ise çileden çıkarır. Ben de bir çok kez bu çileyi yaşamış biri olarak İsrail uçuşlarım öncesinde çok gergin oluyorum. Bir an önce bu çile bitsin de İsrail’e uçayım diye düşünürdüm. Fakat bu kez ben de dahil bir çok yolcu şaşkındı... Atatürk Havalimanı’nda İsrail yolcuları için üçüncü bir güvenlik bandı kurulduğunu görünce moralimiz biraz bozuldu.
İlk akla gelen bunun paranoyanın bir boyutu ve “insanları nasıl çileden çıkarırız” uygulaması olduğuydu. Saatler sonra yanıldığımı anladım Tel Aviv’deki Ben Gurion Havalimanı’na indiğimde gördüm ki Türkiye’de güvenlik taramasından geçenler burada ek bir güvenlik uygulamasına tabi tutulmuyor. Üstelik çantamda bulunan ve savaş malzemesi sayılabilecek gaz maskesi ve plastik miğferi de kimse sormadı. Hatta daha önce ülkeden çıkışta sorularıyla bunaltan gümrük memurları, pasaport kontrolünde hem daha kibar hem de gereksiz bir soru bile yöneltmedi. Öyle ki, çipli pasaport kullandığım için “Self Check-in” noktalarından çıkışımı kendim yaptım.