25.09.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:
www.ilhanuckan.com Faks: (0212) 505 63 88 Ölen Ata Türk için Reha Muhtar yazıyor bunları. Oyun moyun diye bana da üstü örtülü dokunmaya devam ediyor tabii...- Ata Türk "baskıcı bir annenin psikolojik ağırlığını" üzerinde hissetmiş midir? Elbette hissetmiştir. Ama baskıcı olsun ya da olmasın, "anne"nin "ağırlığını" hissetmeyen erkek ya da kadın yoktur. - Peki annesi istemediği için aşkından vazgeçmiş midir? Hayır. Aşk yoktu aşk! Allayıp pullamayalım. Bir programa şöhret olmak için katılan biri, zaten programda şöhreti "evlenerek" yakalayacaksa, bunun adı "aşk" değil, "körebe oyunundan kurtulmanın en kısa yolu"dur. "Aşkından vazgeçmek" ise söz konusu bile değildir. Zira zaten yapılan eylem şöhrete yönelikse, "kazanç" baki... O zaman, akıllı bir annenin sözünü dinlemenin ve başa bela olacak, kısa zamanda boşanmayla sonuçlanacak gereksiz bir evliliğin zahmetine girmemenin de bir sakıncası yok elbette... Emre Aköz'ün dediği gibi, "Semranım bunu (Ata'nın Sinem'e sözde aşkından bahsediyor) egemenlik alanına müdahale olarak gördü; Sinem'i saf dışı etmek için elinden geleni yaptı. Ve başardı da" değil mesele ayrıca. "Paylaşılamayan iktidar klişesi"ni geçmek lazım. Böyle bakınca erkek yazarların neden aşk yazdığı da çıkıyor ortaya... Körebe oynar gibi yazıyorlar. "Bir anda gelip giden şöhret" meselesi ise; şöhretin gelmesi ve gitmesi, zaten size şöhret getiren şeyi sürdürmeniz ya da sürdürememenizle ilgili bir durum. Bir evlilik programında yakaladığınız şöhreti sürdürebilmeniz, ancak tekrar tekrar evlenmenizle mümkün olabilir herhalde. Ya da evlenip boşanmakla... Nereye kadar? Baskıcı ve 'dediğim dedikçi' bir annenin psikolojik ağırlığını üzerinde hisseden bir çocuk... Annesi istemedi diye aşkından vazgeçebilecek kadar anneye bağlı bir genç... Bir anda gelen şöhret... Bir anda giden şöhret. (...) Doğumundan 24 yıl sonra bile, bir türlü anneden kesilemeyen göbek bağı. (...) Zikzakların ve kadınların arasında 'körebe' oyunu oynatılan bir çocuk..." Reha Muhtar'ın yazdığı "Doğumundan 24 yıl sonra bile, bir türlü anneden kesilemeyen göbek bağı..." konusu ve Emre Aköz'ün yazısında bahsini ettiği "annelik iktidarı" çok derinlere uzanan bir konu. Sistemin nabzı "anne anne" diye atıyor. 24 yaşında, taptaze bir insan "anne"nin gerçek ağırlığının ayırdına varamadan ve hayatının yönünü bulamadan uçup gidiverdi... Sorun "anne" mi, yoksa ha bire anneden öteleyen sesler arasında "yönsüz" kalmak mı? Burada başsağlığı dilemekten başka yapacak şeyler de var elbette... "Erkek hakları ve erkek çocukların nasıl yetişmeleri gerektiği"nden bahsetmenin zamanı gelmedi mi? Yoksa, aile içinde 40'ına gelmeden kendini "işe yaramaz" ve "istenmeyen" hisseden, "iktidarsızlık" korkusuyla kıvranan erkekler yetiştirmeye "körü körüne" devam mı edeceğiz? İstediği ilgiyi göremediği için "küfür" niyetine içindeki öfkeyi yaymaya çalışan, güçsüz hissettiğinde şiddete başvuran, hayatını adadığı para kazanma hırsını tek güç olarak algılamaya kodlanmış erkekler ne zaman masaya yatırılacak? Hak etmiyorlar mı bu kadarını?İyi oyunlar herkese... İşte Bilirkişi olarak yazıyorum: 1) Çalış, çalış, çalış...2) Para kazan! Daha çok kazan! Başarılı ol! 3) Sana bir şey olursa arkada bırakacağın ailene ne olacak? Onların hayatını garantiye almak için daha çok çalış. Birikim yap! Yatırım yap!4) Sakın ha işsiz kalma! Parasız hiç kalma! Sevilmen, değer görmen sadece kazancına ve hayatta başarılı olmana bağlı! "Erkek" olma kuralları Erkek Köşesi Bir kız için annesinin etkisinden kurtulmak her zaman daha kolaydır. Zaten dişi ritminde bir hayat sürdüğü için zorlanmadan küçük farklar yaratıp kendinizi bulursunuz. Ama bir erkek için annenin etkisinden kurtulmanın yolu, sadece ve sadece annenin davranış modelini yansılama konusunda kendisiyle barışık bir kadınla karşılaşmaktan geçer. Size anneniz gibi onay verecek, anneniz gibi yanlış yaptığınızda doğru yolu gösterecek bir kadın. Tabii aynı zamanda bunu hırsla değil, sevgiyle yapacak bir kadın. Şansınız bol olsun... Annenizin etkisinden nasıl kurtulursunuz? Ata Türk! Böyle bir isim, "Çocuğum büyük adam olsun" beklentisi anlamına geliyor... Kimin adını koyarsan sanki çocuk o kişiyle aynı hayatı yaşayacak, yaşamak zorunda. Tam Ata'nın ölümü nedeniyle bunları düşünürken Haftalık dergisinde Tansa Mermerci'yle yapılmış röportajı okudum; "İnsanın isim ve soyadının içini doldurabilmesi gerektiğine inanıyorum" diyor. Yine tesadüf o ki, Tempo'yu açıyorum, orada da "Serin Duruş"çular soyadında "ses" bulunan şarkıcıları dizmişler alt alta; İbrahim Tatlıses, Müslüm Gürses, Adnan Şenses gibi... İşte mesele bu, bir ismin içini doldurmak değil, sizi çerçeveleyecek bir isim bulmak... Size "biçilmiş" kimlikle yaşamak, onun içini doldurmaya çalışmak da neyin nesi! Haftanın "isimleri"! Öptüm sizi Birol Güven'in yeni kadın oyuncusu Hülya Avşar biliyorsunuz. Hemencecik öylesine kaynaşmışlar ki, Birol Güven mi yazıyor, Hülya Avşar mı kendi hayatından bahsediyor belli değil. Ama aklıma ilk gelen şey, Pınar Altuğ'un da Birol Güven'le çalışmasından sonra boşandığı... Ayrılık konusunu da yine hepimiz "aldatma" diye seyretmiştik. Erkek kahraman da, yani Tamer Karadağlı da benzer çalkantıları yaşadı. Birol Güven'in bir dizisinde oynamadan önce tahtaya üç kere vurmak mı lazım diye düşünmeden edemiyor insan... Ne dersiniz? Öpelim de uğursuzluk varsa kalksın mı? ÇEKİNMEYİN, SORUN! DAHA İYİSİNİ BİLENİNİZ VARSA DA ANLATSIN! Bir erkeğe "Seni özledim" deyip ona "Sen beni özlemedin mi?" diye bir soru sorduğumuzda, "Hayır, özlemedim. Özleseydim yanında olurdum" diye bir cevap alırsak bu ilişkinin samimiyetsizliğini mi, yoksa erkeğin ilişkiden korktuğunu mu gösterir? Yoksa gerçekten çok özlediğini mi? Ve bir erkek rahatça sevgilisine onu bir yabancıyla, Rusla aldattığını söylerse bunun nedeni nedir? Aldatmadığını mı söylüyordur, yoksa bayanı kendinden uzaklaştırmak mi istiyordur? Cevaplarınız için şimdiden teşekkürler... "Bir erkek sevgilisine aldattığını söylerse bunun nedeni nedir?" * * * Sevtapçım, bütün bu yazdıklarını okuyunca, insanın gözünün önüne kendisine fena halde yapışmış bir kızdan kurtulmak için elinden geleni yapan bir erkek geliyor. Ama diyelim ki öyle değil de senin dediğin gibi ilişkiden korkuyor olsun... İnsan biriyle beraber olmak istiyorsa korku da bir yere kadar. Zaten korkan insanın edeceği laflar da değil "aldattım" lafları... Aklındaki şüphelerden kurtulmanın en kısa yolu ilişkiye nokta koymaktır. İçin belki o zaman rahat eder. Engeller olmadan aşk olmazmış. Bakalım dilindeki cesareti seni geri kazanmak için de kullanacak mı? Hem bunca lafı sineye çekmek de neyin nesi! Gurur nerde gurur?