17.02.2018 - 01:30 | Son Güncellenme:
Özge Tabak
Kemal Hamamcıoğlu’nun yazıp yönettiği “Baldan Karanlık” adlı tek kişilik oyunda izliyoruz bu sezon Metin Akdülger’i. Terk edilmek, beklemek, sevilme ihtiyacı gibi hepimizin tecrübe ettiği duyguları bir köpek üzerinden anlatan oyunda Hamamcıoğlu’nun yalın ama bir o kadar da vurucu cümleleri yine kalbinize dokunuyor. Oyun boyunca sahnenin bir köşesinden diğerine koşan, atlayan, sürünen, tırmanan Akdülger’i izlerken ise performansına hayran kalıyorsunuz. Yanınızda mama getirirseniz, sizin için barınaklara ulaştırıyorlar mamaları... Tiyatro projesi haricinde “Yakın arkadaşlarımla yaptık” dediği bir kısa filmde hem oyunculuk yapmış hem de yazım sürecine dahil olmuş Akdülger. Yakında da PuhuTV’nin yeni dizisi “Şahsiyet”te izleyeceğiz oyuncuyu...
* “Baldan Karanlık”ta bir köpeğin hikayesini seyrediyoruz...
Oyun aslında güvenle, terk edilmeyle ve özdeşlik kurmayla alakalı bir oyun. Biçim olarak alışılagelmiş oyunların dışında, farklı bir şey deniyoruz. Özellikle küçük sahnelerde oynanan oyunların birçoğunda, dördüncü duvarı olan hiperrealist oyunlar izliyoruz. Seyirci olarak yargılama şansıyla birlikte, çok müdahil olamayacağın, dışarıdan bir şekilde izliyorsun. Bu oyunda dördüncü duvarın arkasından izlenen düzeni kırmak istememizin sebebi şu: Tek kişilik bir oyun, dekor kullanmıyoruz ve bir tecrübe sunmak istiyoruz. Bizde dördüncü duvar daha şeffaf oluyor. Seyirci ve oyuncunun iletişimi var. Ama interaktif bir oyun değil bu. Tiyatronun, aynı mekanı paylaşmanın avantajını kullanmak istedik Kemal’le. Konu olarak da samimi bir şey yapabilmek için ortak dertten yola çıkmak gerekiyor. Bu da güven, insan ve varlık ilişkisi.
“Kendi harıyla yanıyor”
* Bir oyuncu için iştah açıcı bir roldür diye tahmin ediyorum.
Kemal’in yazdığı, çok naif ve güdüsel bir şey. Bir oyuncu olarak yabancı metinlerde bulamadığın şey bu. Çünkü aynı çevreden geldiğimiz için duygu akışımızı biliyoruz. Kendimi bırakabiliyorum metnin içine. Dramaturjik çılgın bir çalışma yapılmasına gerek kalmadı çünkü kendi harıyla yanıyor oyun. Öyle olunca da oyuncu olarak keşif alanın artıyor. Çok samimi bir dili var benim için. Bu performansıma da yansıyor.
* Bir köpekle duygusal bağ kurmak üzerine bir çalışma yaptınız mı?
Bence genlerimizden itibaren var olan bir şey insanla köpeğin ilişkisi. “Cosmos” belgeselinin ilk bölümünde insanın ehlileştirilmesinin köpek yoluyla olduğu söylenir. Köpek evcilleştirilen ilk hayvandır denir ama aslında köpeğin insanı evcilleştirdiğine dair bir sav vardır orada. Ben de biraz öyle düşünüyorum. Şu an tarihte eşi benzeri olmayan bir zaman dilimi içerisindeyiz. Böyle bir dönemde buradan bir hayatı anlamaya çalışmak; köpekle ya da insanla bunun üzerinden bir empati kurmaya çalışmak bana kıymetli geliyor.
* Yani hayvanlardan da öğreneceğimiz şeyler var..
En çok hayvanlardan öğrenmemiz gerekiyor hatta, öyle düşünüyorum.
* Gelenlerin nasıl hislerle ayrılmasını istersiniz oyundan?
Bir meditasyondan çıkmış gibi çıkmalarını isterim. Çünkü oyunda yapmaya çalıştığımız şey biraz da insanların düşünme sürecini durdurmak. Çok kafamızda yaşıyoruz artık. Doğadan, hayvan ya da ağaçtan öğrenmemiz gereken birincil şey düşünmemek ve ana konsantre olmak. Anın içerisinde var olabilmek. Bunu yapmaya çalışıyoruz. Ritmi çok yüksek bir şey görüyorlar sahnede. İlk iki-üç bölümde anlamaya çalışıyor seyirci ve bir noktadan sonra yoruluyor anlamaya çalışmaktan. İşte o yorulduğu noktayı seviyoruz. Anlamaya çalışmaktan vazgeçtiğin anda, anla bağlantı kuruyorsun. Seyirci sadece bakar, görür ve düşünmezse o oyundan keyif alır gibi geliyor bana. Çıktığı zaman farklı bir dünyaya çıkmış olur. Öyle olacağını umuyoruz.
* Alışılmamış, risk alınan işleri seviyorsunuz diyebilir miyiz?
Evet. İnsanlarla beklemedikleri bir yerden iletişim kurduğun zaman ilginç bir şekilde kalplerini açıyorlar. Çok samimi hale geliyor ortam. Ve ben hayatta samimiyeti kovalıyorum biraz. Güvenle ilgili problemimiz varsa hepimizin, bunun panzehirlerinden biri samimiyet, dürüstlük.
* Sevgisizlik de temalardan biri...
Günümüzde zaman mefhumumuz değişti. Çok daha kıymetli artık. Instagram’a baktığında bile çok güzel bir adam/kadın görüyor ve diyorsun ki “Zamanımı boşa harcıyorum, böyle olamıyorum. Böyle olmaya harcamam lazım”. Bundan uzaklaşmak, anın farkına varmak gerekiyor.
* Yazmakla da ilgileniyorsunuz. Şu an yazdığınız bir proje var mı?
Bir buçuk-iki yıldır çok yoğun çalıştım, biraz boşladım yazmayı. Yazmış olduğum üç tane kısa oyun, iki de uzun denebilecek oyun var. Kendi yazdığımı yönetebileceğimi ya da oynayabileceğimi zannetmiyorum. Yapımcılığını üstlenebilirim belki.
* Bu tempoda size kalan zamanları nasıl geçiriyorsunuz?
Anne babamın yanına gidiyorum, onlar Bursa’da yaşıyorlar. Haftanın ortalama iki günü orada oluyorum, kendime ve aileme vakit ayırıyorum.
“Tiyatro sahnesinde olmak çıplaklık gibi”
*Tiyatro sahnesinde olmak ne ifade ediyor size?
Çıplaklık gibi bir şey tiyatro sahnesinde olmak. Bütün benliğinle, varlığınla oradasın; insanlara kalbini açıyorsun. Hiç olamayacağın kadar dürüst bir yerde olmak gibi bir şey…
* Yorumlar nasıl?
İnsanlar oyunun derdini, bizim derdimizi paylaştıkları zaman; ifade edilmiş hissediyorlar. Oyuna gelenler arasında bir hayvana, bir canlıya haksızlık etmiş olan da var. O da kendi iç muhakemesini yaşıyor. Ve konuşmadan yaşıyor. Her ikisi de kıymetli. İletişim kurduğumu hissediyorum, insanların kendilerini ifade ettiklerini görüyorum ve bu bana çok büyük bir yaşama sevinci veriyor.