01.10.2008 - 01:42 | Son Güncellenme:
Nil Kural / Fotoğraf: BÜNYAMİN AYGÜN
“Pandora’nın Kutusu” adındaki son Yeşim Ustaoğlu filmi, prömiyerini geçtiğimiz ay Toronto Film Festivali’nde yapmıştı. Alzheimer hastası anne ve 3 çocuktan oluşan bir aileyi konu alan film, 56’ncı San Sebastian Film Festivali’nin büyük ödülü Altın İstiridye’yi kazandı. Ancak filmin festivalden kazandığı tek ödül bu değil. Anneyi canlandıran, filmin başrolündeki Fransız oyuncu Tsilla Chelton da, En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü aldı.
Filmin San Sebastian Film Festivali’nde kazandığı başarının ardından son sürat yeni projelerine dönen Ustaoğlu, “Pandora’nın Kutusu”, Altın Portakal Film Festivali’nin Ulusal Yarışma bölümünde Türk izleyicisinin karşısına çıkmadan önce sorularımızı yanıtladı.
Altın İstiridye’yi kazanmayı bekliyor muydunuz?
Film gösteriminden ve basın toplantılarının ardından diğer tüm yarışmacılar gibi geri döndüm. Aslında film, izleyiciden aldığı akıl almaz yoğun tepki ve pozitif eleştirilerle yarışmanın favorileri arasındaydı. Jüri sonucu açıklayınca ödül töreni için İspanya’ya dönerek ödülü aldım. Tepkiler nedeniyle, pek de sürpriz olmadığını söyleyebilirim.
Bugünün Türkiye’si ile ilgili
Filmde ‘Alzheimer hastalığı’ gibi evrensel bir konuyu ele almanızın çok önemli bir uluslararası festivalde ödül kazanmanızda etkili olduğunu düşünüyor musunuz?
Hastalığı doğru işleyebilmek için çok ciddi bir çalışma süreci geçirildi. Ama filmin ödül almasının tek nedeni hikâyesi değil. Üslubu, görselliği, oyuncu yönetimi, karakter bütünlüğündeki yetkinlik filme ödül getirdi. Aslında film orta sınıf bir aileyle ilgili.
Anneannenin hastalığı ile bellek kaybı, modernleşme süreci ve bu süreçte oluşan kırılmalar gibi birçok konudan bahseden filmdeki karakterler, herkesin kendisinden bir şeyler bulabileceği sıradanlıkta ama zengin bir şekilde işlendi.
‘Türk oyuncular meşguldü’
Yayımlanan bir eleştiride filmin, geçiş dönemindeki Türkiye’yle ilgili olduğu yazıyordu. Katılıyor musunuz?
Evet, film bugünün Türkiye’siyle ilgili... Diğer yandan her şeyin değiştiği ve bunun sancılı bir geçiş dönemi olduğu da doğru.
Filmin yurtdışı yolculuğu çok iyi gidiyor. İleriki günlerde Altın Portakal’da Türk izleyicisinin karşısına çıkacak. Sizce burada nasıl karşılanacak?
Karakterler aracılığıyla, yurtdışında olduğu gibi, Türk izleyicisinin de rahatlıkla empati kurabileceği bir film olduğunu düşünüyorum.
San Sebastian’dan ‘En İyi Kadın Oyuncu’ ödülü alan Fransız oyuncu Tsilla Chelton, Türkçe öğrenmek de dahil, zor bir hazırlık süreci geçirmiş. Neden onunla çalışmayı tercih ettiniz?
Aslında Türkiye’den de oyuncular düşündük. Ama karakterin yaşı nedeniyle çok zor bir roldü. Türkiye’den bu rolü üstlenebilecek oyuncular, hem daha genç, hem de TV dizileri gibi nedenlerle oldukça yoğunlar. Bu rol için gönüllü olan oyuncu da oldu.
Ama saydığım sebeplerle buradan birisiyle anlaşamayınca, Fransız ortağımız, Tsilla Chelton’u önerdi. Bayan Chelton senaryoyu okudu ve buluştuk. İlk buluşmamızda ikimiz de hemen birlikte çalışmaya verdik.
Tsilla Chelton kaç yaşında?
90 yaşında. Bu yüzden, çekimden önce bazı yeni düzenlemeler yaptık. Mekân seçimini değiştirdik. 1200 metrede değil daha aşağılarda çalıştık. Chelton, Türkçe üzerinde çok çalıştı, sokaktaki insanları dinledi.
Dil konusunda hem çok yetenekli hem de çalışkandı. Şunu vurgulamak istiyorum, replikleri cümlelerin anlamlarını tamamen bilerek söyledi ve rolü ona göre oynadı. Zaten bir noktada o kadar ilerledi ki, benimle direkt iletişime geçti. Tercümanı bile aradan çıkardık.
‘Baba gibiydi’
Filmin yurtdışında aldığı eleştirilere bakılırsa, karakter yaratımına bir roman yazarı gibi özen göstermişsiniz. Senaryo süreci nasıl gelişti?
Evet, bu yoruma katılıyorum. Filmin diğer senaristi Sema Kaygusuz ile çok özenli çalıştık. Ben genellikle ilk versiyonlarımı bitirip senaryomu ortaya çıkardıktan sonra bir yazarla detaya inmeye ve senaryoyu didiklemeye başlarım. Bu filmde beraber çalıştığım Semra Kaygusuz’un Türk edebiyatında çok önemli bir isim olduğunu düşünüyorum.
Aldığınız ödülü Fethi Naci’ye adamışsınız. Bir yönetmenin, ödülünü bir eleştirmene adaması, pek de sık görünen bir durum değil. Onu da Alzheimer yüzünden kaybettik. Filminizi ona adamanızın sebeplerini biraz açabilir misiniz?
Fethi Naci, yazdıklarıyla, ürettikleriyle, yaşamıyla çok doğru bir insandı. Benim de hayatımda çok önemliydi ve çok da yakın dostumdu. Belki biraz da baba gibi... Filmimin ilham kaynağıdır. Keşke böyle bir hastalığa yenilmeseydi ve filmimizi görebilseydi.
Bütçesi 700 bin dolar
Önceki filmleriniz “Bulutları Beklerken” ve “Güneşe Yolculuk” gibi “Pandora’nın Kutusu” da bir ortak yapım. Yurtdışından gelen finansal destek çekim sürecinde işinizi kolaylaştırdı mı?
Türk yönetmenleri yıllardır ortak yapım projeleri üretiyor, Türk yapımları çok uzun zamandır Eurimages’den destek alıyor. Zira Eurimages’den destek alabilmenin en önemli koşulu, ortak yapım projesi olmasıdır. Aslında Kültür Bakanlığı’nın yapım desteği ve bütçeyi tamamlayan diğer fonlara rağmen, filmi 700 bin dolar gibi gayet mütevazı bir bütçeyle bitirdik.
Bir sonraki projenize başladınız mı?
Evet, üzerinde çalışmaya başladığım bir proje var ama konusunu söylemeyeceğim. Bugünün Türkiyesinde geçiyor. Aynı zamanda ilk uzun metrajlı filmini çekecek bir yönetmenin yapımcılığını üstleneceğim.