CaddeESKi BAŞKENTTE BiR GEZi

ESKi BAŞKENTTE BiR GEZi

30.11.2011 - 21:05 | Son Güncellenme:

Profesör İlber Ortaylı’nın Alkım Yayınları’ndan çıkan ‘İstanbul’dan Sayfalar’ isimli...

ESKi BAŞKENTTE BiR GEZi

... kitabı okuyucuyu geçmişte İstanbul sokaklarında yolculuğa çıkarıyor. İşte Osmanlı İmparatorluğu’nun başkentinden renkli manzaralar
İSTANBULLULARIN DİLİKentin dili Türkçeydi. Bununla beraber çeşitli dini etnik grupların konuştuğu diller uzunca bir liste oluşturur. Bu listenin başında gelen iki kalabalık grup, Rumca ve Ermenice konuşurdu. Sadece konuşmakla kalmaz yazarlardı. Kiliselerinin merkezi dünya başkentiydi. Okulları, matbaaları vardı. 15’inci yüzyılın, İstanbul’unda Bizans mirası bir Musevi cemaat vardı. Romanyot diye bilinen bu grup Yunanca konuşurdu. 15’inci yüzyılın sonunda çoğunlukla İspanya ve Avrupa’dan dalga dalga gelen Musevi mültecilerle dünya başkentine İspanyolca girdi. Eski Kastilya lehçesinde konuşan Musevilerin kutsal yazı dilleri ‘ladino’ yahut ‘judeo-ispanyolca’ denen, İbranice harflerle yazılan İspanyolca sözlü, yer yer İbranice cümle kurgulu özgün bir yazı diliydi. 19’uncu yüzyılda eğitim reformlarına girişen Musevi cemaatinde 1870’lerde açılan ‘Alliance’ mektepleri sayesinde Musevi aydın sınıf Fransızcayı tercih etti.

Haberin Devamı

BABIALİ’DE BASIN
Babıali hükümet demekti, ama aynı zamanda basın. Bugün Babıali sözü basın çağrışımı yapıyor. Babıali hükümetle basının burun buruna oturduğu bir semtti. Hamidiye döneminde sansür geniş ve yetkili bir örgüte dönüşse de hükümeti içte ve dışta haberleri sansür edemedi. Tanzimat döneminin despot yöneticileri çare olarak yabancı gazetecileri satın almaya başladı. O zaman ki dünya başkaydı. Bugün az rastlanıyor ama 19’uncu yüzyılda ‘Constantinopel’ kaynaklı haberler, Avrupa gazetelerinde hemen her gün her gazetenin ilk sayfasından yayımlanıyordu.

FRANSIZ DEVRİMİ 14 Temmuz 1789’da Paris halkı, tarih boyunca krallığın despotizmine başkaldıran aydınların kapatıldığı ‘Bastille Hapishanesi’ni bastı. Bütün Avrupa krallıkları Fransız Devrimi’nin düşmanıydı. İstanbul’daki Avrupalı diplomatlar Fransız takımıyla selamı sabahı kesti. Babıali Tanrı’nın günü bu takımın Fransızlar hakkındaki şikayetlerini dinliyordu. Cumhuriyetçi Fransızların İstanbul’daki rahatlığı Napolyon’un Mısır’a çıkmasıyla bitti. Bu andan itibaren Osmanlı devlet adamları Fransız Devrimi aleyhinde yazdı.

Haberin Devamı

MİMARİDE BAROK
Avrupa’da barok niye ortaya çıkmıştır? Kimilerine göre görkemli yapılar, çekici bina cepheleri ve binanın önünde bu görkemi abartan geniş alanlar kitleyi kendine hayran bırakarak yumuşakça boyun eğdirmek isteyen aydın monarşinin icadıdır. Ve Osmanlı ülkesinde de barok vardır. Osmanlı Barok’u mimaride ve süslemede kendini gösterir. Nuruosmaniye Camii 18’inci yüzyıl Osmanlı Barok’unun en bilinen örneğidir.

İSTANBUL’A ÇALIŞILIYORDUBaşkentte olduğu gibi bütün kentlerde sebze-meyve yerel üretimle sağlanırdı. Langa hıyarı, Arnavutköy çileği, Çengelköy marulu isminden belli, İstanbul’da yetişiyordu. Şeker lüks bir maddeydi ve Türkiye’de büyük ölçüde 19’uncu yüzyılda kullanılmaya başlandı. Birçok vilayet İstanbul’un ihtiyacı olan gıdayı teminle mükellefti. Mecburi tekelle Rumeli ve Adalar’dan tahıl, meyve ve et getirilirdi. Trabzon ve Kırım’dan süt mamulleri, yağ, Midilli ve İzmir’den üzüm getirilirdi.

Haberin Devamı

LEVANTENLERLevanten, Levante (doğu) denen Doğu Akdeniz limanlarının Doğulu anlamındaki sakinleri için kullanılan terimdir. Bir anlamda bütün Doğu Akdenizlileri kasteder. Ancak daha çok buralara yerleşen İtalyan, Katalan ve Fransız gibi Batı Akdenizliler için kullanılmış, zamanla Orta ve Kuzey Avrupa’dan (18-19 yy) buraya yerleşen yabancıları kapsayan bir terim olmuştur. İstanbul Latin milleti (Levantenlerin) içinde ticaretle zengin olanlar kadar diplomatik muhitlere girenler, rütbe ve unvan sahibi olanlar vardı.

AHŞAP EVLER
İmparatorluğun başkenti ahşap bir metropoldü. İstanbul’un profilini seyreden biri, yeşillikle iç içe geçmiş ahşap şehrin ortasında yükselen, taş işçiliği harikası camileri, bedestenleri görünce büyülenirdi. 16’ncı yüzyıldan beri her yangından sonra, mimarbaşı ve sadrazam yeni evlerin kargir olarak yapılmasını gözetirdi. Ama dinleyen kim. Nedenleri var; ahşap evin malzemesi ucuza taşınırdı. Kışın kolay ısınır, yazın sıcaktan bunaltmazdı.

MEYHANELERBizim toplumumuz ezelden beri içkiyi sevmiş ve de pek gizlememiştir. Domuz kadar haram olan içkinin keyfinden vazgeçilmemiş. İstanbul meyhaneleri kendine özgü ritüeli, meze furyası ve servis ustalığında uzmanlaşmıştı. Meyhaneci olmak için çıraktan yetişmek lazımdı ve meyhaneler sayılıydı. Adeta bugünkü taksi plakası gibi bir düzenleme vardı. Ustadan çırağa geçen bir zanaattı. Gedikli meyhanelerin ünlüleri, her ünlü meyhanenin akşamcıları vardı. Akşamcı olur da bir defa uğramazsa usta adam göndertip sordurturdu. Meyhaneler sadece Galata-Beyoğlu’nda değil, Yenikapı, Langa, Samatya, Fener ve Balat’ta birçok semte dağılmıştı.

DİLENCİLER
Dilencilik her büyük şehirde rastlanan parazit faaliyet olarak bilinir. Şüphesiz dilencilik İstanbul’da son asrın ortaya çıkardığı bir olay ve kurum değildir. Evliya Çelebi dilenciler esnafını yedi bin adet olarak bildiriyor. O devirde İstanbul’un nüfusu yarım milyonu geçemediğine göre hiç de az bir kalabalık olmamalı. Ahaliyi ve cenaze sahiplerini canından bezdiren bu takımı zapturapt altına almak için Tanzimat’tan sonra bir ‘seele’ yani ‘dilenciler kethüdalığı’ kuruldu. Ama dünyanın hiçbir yerinde bu konuda başarılı olan bir şehir yönetimi yoktur

DENİZ ULAŞIMI
Deniz Ulaşımı 19’uncu yüzyılda kayıkçı ve mavnacılardan buharlı gemilere geçti. Tanzimat döneminin devlet adamları vapur işletmeciliğini yabancılara bırakmak niyetinde değildi. İlk çarklılar işlemeye başladığında kayıkçıları da telaş sardı. O yıllarda İstanbul’da olan yazar Lamartine “Her saat başı Hisar, Bebek, Büyükdere, Üsküdar ve Kadıköy’e yüzlerce yolcu taşıyan Türk, Avusturya ve İngiliz gemileri var. Kayıkçıların adaleleri gemilerin çelik pistonlarıyla rekabet edemeyecek” diye yazıyor.