20.11.2023 - 03:41 | Son Güncellenme:
Bahadır Can
Bahadır Can | bhdrgianni@gmail.com /İtalyanca Rehber-Sanırım 1987 yılı idi, yani rehberliğimin ikinci yılı, daha yolun başında sayılırdım ve ilk kez programımda Aphrodisias Antik Kenti’nin adını okuyunca heyecandan ne yapacağımı bilememiştim. Derhal cep telefonuma davranamamıştım elbette. O yıllarda ne cep telefonu ne de bilgiye hemen erişebileceğim dijital kaynaklar vardı.
Bir rehberin elinin altında kesinlikle bulunması gereken, Ordinaryüs Profesör Ekrem Akurgal’ın “Anadolu Uygarlıkları” kitabını okumaya ve daha sonra da doğal olarak çeşitli ansiklopedileri karıştırmaya başladım. Kafamda bazı bilgiler oluşmuştu fakat kente yaklaştıkça heyecanım korkuya dönüşmüştü. İlk defa turistlerle birlikte gezmek zorunda kaldığınız bir yer inanılmaz derecede sizi korkutur. Ya da ben korkarım! Neyle karşılaşacağınızı bilmezsiniz, kenti nereden başlayıp nerede bitireceğinizi bilmezsiniz ve bu durum ister istemez rehberde bir gerginlik yaratır. Ayrıca o yıllarda gezen İtalyan turistler, bir rehberin bile elinde olmayan kitaplarla gelip sizleri soru yağmuruna tutar, kendinizi daha da kötü hissederdiniz. Neyse ki kapıda tesadüfen karşılaştığım biri bana o gün çok yardımcı olmuştu, en azından Aphrodisias’a nereden gireceğimi biliyordum artık. Sol taraftan yürüyünce karşıma tiyatro binası çıkmıştı... Daha sonra Akropol Tepe’yi binbir zorlukla geçmiştik! Bugün taşlardan yapılmış düzgün basamaklı bir yoldan inebiliyoruz ama o yıllarda antik kentlerde düzgün patika yol bulmak bile olanaksızdı. Oradan Roma hamamları filan derken ben rahatlamıştım. Biraz ilerde kazı yapanların seslerini duymaya başlamıştık ki, “tuhaf pantolonlu” biri yanıma yaklaşarak “Hoş geldiniz, turistler nereli?” diye bir sohbet başlatmış, daha sonra kazılar hakkında kısaca bilgiler vermişti. Mutluluktan uçuyordum, sevgili grubum da ilave bilgilerden dolayı çok mutlu olmuştu. O tuhaf pantolonlu adam ise bu kente kendini adayan ve her Aphrodisias gezimde bilgilerime bilgi katan, rahmet ve minnetle andığım Arkeolog Kenan Erim’den başkası değildi. Bir gün bir yerde dünyanın en değerli fotoğraf üstatlarından biri olan Ara Güler ile de yollarımız kesişmişti. Sanki dünmüş gibi, bir zamanlar Aphrodisias Antik Kenti’nin yer aldığı Geyre köyünde geceyi nasıl geçirdiklerini ve sabah karşılaştığı muhteşem manzarayı anlattığında çok duygulanmıştım.
Yıllar geçtikçe kentte kazılar ilerledi ve ben de bu sürecin bir parçası oldum. O yüzden bu kentin bendeki değeri bir başkadır. Aphrodisias’ı bir başka heyecanla anlatırım. Her Aphrodisias gezisi bende şölene dönüşür. En başta Ekrem Akurgal ve Kenan Erim gibi başarılı Türk arkeologlarını İtalyan misafirlerime gururla anlatırım. Onların İtalyan nişanları ile nasıl ödüllendirildiklerinden bahsederim. Aphrodisias kentine girene kadar hiçbir şey anlatmamayı tercih ederim. Zaten Sebasteion’un önüne gelince kent bütün güzelliği ve geçmişi ile kendini anlatmaya başlar. Gruplarımla birlikte tiyatroda tragedyalar, komedyalar izledikten sonra, palmiyelerin gölgesinde yorgunluğumuzu atmak için havuz başına geliriz. Havuzun etrafındaki frize dizili birbirinden farklı yüzlerce suratın bakışları altında biraz soluklandıktan sonra Roma Hamamı’na geçeriz. Hamam keyfinin üzerine müzik dinlemek yaraşır diyerek, muhteşem mermerlerden yapılmış Odeon’un koltuklarına yerleşiriz. Koltuklar o kadar rahattır ki kalkmak dahi istemeyiz. Ama tapınağa gitmek, adaklarımızı sunmak zorundayız, güzeller güzeli tanrıça Aphrodite’e... Görevini yerine getirmenin iç huzuru ile tapınaktan ayrılarak hayatımıza biraz da heyecan katmak için Stadyum’a yollanırız. “Bugün kim bilir kimler kazanacak, kimler kaybedecek bu devasa stadyumda” diye hiç merak etmiyoruz desek yalan olur. Ancak Aphrodisiaslılar için kimin kazandığı ya da kaybettiği o kadar da önemli değil; onlar gösteriler bitince stadyumun kemerlerinin altındaki dükkânlardan alışverişlerini yaparak evlerine dağılırken bizler de Anadolu’nun en muhteşem eserinden bir olan Anıtsal Kapı’ya yani Tetrapylon’a varırız. Bu güzellik karşısında duygulanmamak elde değil ama neredeyse tüm gruplarımın, en çok duygulandıkları yer, hemen Tetrapylon’un yanında bulunan Arkeolog Kenan Erim’in mezarı olur. Önünden saygı ile eğilerek çıkışa doğru yürümeye başlarız.
Son durak müze
Tam bitti derken kendimizi olağanüstü eserlerin bulunduğu müzenin içinde buluruz. Her bir eser kendini o kadar güzel ifade eder ki biz de onlarla hüzünlenip onlarla güleriz. Tüm güzelliği ile büyüler bizleri Aphrodite heykeli! İtalyan misafirlerim Aineias’ı (Tanrıça Aphrodite ile Troyalı prens Ankhises’in oğlu) görünce bir başka duygulanırlar. Sanki kurucu atalarını görür gibi olurlar... Bugün İtalyanların Marzemino şarabını yudumlarken Aineias ile birlikte yola çıkan Enetlerin yanlarında götürdükleri Merzifon Karası üzümünün Anadolu topraklarından geldiğini bilseler ne düşünürler acaba? Ne düşündükleri önemli değil ama bu hayali gezinin üzerine bir kadeh iyi giderdi diyerek müzeden ayrılıyoruz. Ağaçların sunduğu gölgede yürüyerek çıkışa vardığımızda Kenan Hocamızı, Aphrodisias heykelcilik okulunda görev yapmış bütün üstatları, onların yetiştirdiği öğrencileri ve bu güzel kente emeği geçen herkesi saygı ile anıp şükranlarımızı yolladıktan sonra Aphrodisias’a veda ederiz. Hayır! Veda etmeyiz, yeniden buluşmak üzere, “hoşça kal” deriz.