24.01.2022 - 10:44 | Son Güncellenme:
Nükhet Everi
Bizans İstanbul’unun bin yıla yayılan tarihini, bu koca şehirde keşfetmek için ciddi bir zaman ayırmak gerekir. Ama tarihî yarımadada gerçekleştireceğiniz bir gezi, ana hatlarıyla da olsa İstanbul’daki Bizans’ı tanımanızı sağlayacaktır. Yollara düşmeden önce İstanbul Arkeoloji Müzelerinin ana binasında bulunan ve Bizans İstanbul’unu çok detaylı olarak tanıtan İstanbul bölümünü ziyaret etmenizi öneririm. Teorik bilgileri aldıktan sonra şehrin Doğu Roma İmparatorluğu Dönemi’ndeki görkemini anlamak için tarihî yarımadanın surlarının çevresinde bir tur atmak iyi olabilir. Bunu yürüyerek yapmak zor olacağından mümkünse bir araçla surların etrafında dolaşabilirsiniz. Bu surların gerek Bizans gerekse Osmanlı Dönemi’nde hatta günümüzde de şehre giriş çıkış için kullanılan kapıları olduğunu göreceksiniz.
Aya İrini Kilisesi
Arkeoloji Müzesi’nden çıktıktan sonra, yokuştan çıkıp bugün Topkapı Sarayı Müzesi Birinci Avlusu’nda yer alan Aya İrini’yi görebilirsiniz. Bizans Dönemi’nde kısa süre Patriklik Merkezi olarak kullanılan Aya İrini (Kutsal Barış) Kilisesi, Hristiyanlığın kabul edilmesiyle birlikte şehirde pagan dönemlerden kalan yapıların yerine inşa edilen en eski kiliselerden biridir.
Bizans’ın en güzel mabedi
Topkapı Birinci Avlusu’ndan çıkınca dünyanın en meşhur, Bizans’ın en özel ve güzel mabedi Ayasofya karşılar sizi. İsmi “Kutsal Bilgelik” anlamına gelen bu yapı kendisinden önceki kilise kalıntılarının üzerinde 532-537 yılları arasında inşa edildikten sonra İstanbul’un fethine kadar hem Patriklik Kilisesi hem de Ortodoks kilisesinin merkezi olarak kullanılan bir bazilika idi. Dünyanın en büyük ilk on yapısı arasında yer alan bu muhteşem yapı hâlâ İstanbul’un siluetine renk katmaya devam ediyor.
Mil taşı
Şimdi şehrin merkezinde, aslında Bizans’a göre dünyanın merkezindesiniz. Hemen Ayasofya’nın çaprazında, Yerebatan Sarnıcı’nın yanında yer alan “mil taşı”, Bizans’ın başkentine uzanan tüm antik yolların başlangıç noktasıdır ve bu şehrin diğer şehirlere olan uzaklığını hesaplamak için “sıfır noktası” olarak kabul edilir.
Yerebatan Sarnıcı
Doğu Roma İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu’ndan pek çok şeyi aynen devralmış ve uygulamış olsa da artık yeni bir inanç ve özellikle de zayıflayan İmparatorluğun savunması sebebiyle şehri çevreleyen surları ve farklı bir su kullanma sistemi vardır. Bunun en güzel örneğini şehrin altını bir ağ gibi saran onlarca sarnıçla görürüz. Yerebatan Sarnıcı, şehrin en büyük kapalı sarnıcıdır. Sarnıç, 1963 yılında çoğu sahnesi İstanbul’da geçen ikinci James Bond filmi “Rusya’dan Sevgilerle” filminde kullanılmış ve dünyaca meşhur olmuştur.
Hipodrom ve sütunlar
Artık At Meydanı diye de anılan Hipodrom ise Roma Dönemi’nde inşa edilen, Bizans Dönemi’nde eklemelerle son halini alan, Bizans İstanbul’unun en büyük ve en önemli yapılarından biridir. Hipodrom, kent merkezinde, İmparatorluk Sarayı’nın hemen yanında atlı araba yarışlarının yapıldığı, imparatorların tahta çıktığı, zaferlerin kutlandığı ve halk isyanlarının yaşandığı bir alandı. Hipodrom’da göreceğiniz Mısır’dan getirilmiş olan dikili taş (Mısır obeliski) 4. yüzyıl sonunda şu an bulunduğu yerde, dört tarafı Bizans’ın Hipodrom’daki günlük hayatını anlatan kabartmalarla dolu bir mermer platformun üzerinde ayağa kaldırılmıştır. Hipodrom’un orta yerindeki Yılanlı Sütun ise Delfi’deki (Yunanistan) Apollon Tapınağı’ndan getirilmiş, Konstantin Dönemi’nde buraya dikilmiştir. Yılan kafalarından biri İstanbul Arkeoloji Müzelerinde sergilenmektedir. Hipodromun sonundaki Örme Sütun (Porfirogenetos Sütunu) 10. yüzyılda buraya dikilmişti ve dört bir yanı bronz levhalarla kaplıydı. Pek çok şey gibi bu levhalar da 4. Haçlı Seferi sırasındaki yağmadan nasibini almıştır. Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nin arka tarafında şehrin 4. yüzyıla ait ikinci büyük sarnıcı olan Binbirdirek Sarnıcı yer alır. Bu alana kısa bir yürüme mesafesindeki Şerefiye Sarnıcı da Theodosius Dönemi’ne, 5. yüzyıla aittir. Oldukça ihtişamlı bir yapıdır.
Eşsiz mozaikler
Sultan Ahmet Camii yanındaki Arasta Çarşısı’nda bulunan Büyük Saray Mozaikleri Müzesi, Bizans’ın üç sarayından biri olan, 100 bin metrekarelik alanda, bahçeler içinde muhteşem bir yapı olduğunu belgelerden bildiğimiz ama günümüze ulaşamayan Büyük Saray’a ait mozaiklerin sergilendiği alandır. Revaklı avludaki mozaiklerinin dünyada eşi benzeri yoktur. Büyük Saray’ın altında yer alan Sahil Sarayı’nın (Bukoleon Sarayı) kalıntıları ise az da olsa günümüze kadar gelmiştir.
En eski anıtlardan biri
Hipodrom’dan Çemberlitaş’a uzanan yolda İmparatorluk Dönemi’nde yedi zafer takı varmış. Şehri toplamda 48 sütun anıtla süslemişler. Konstantin tarafından diktirilen ve bugün bulunduğu semte adını veren Çemberlitaş, 5. yüzyıla ait olan Kız Taşı (Markianos Sütunu) ve kentte ayakta duran en eski anıtlardan biri olan, Gülhane Parkı’nın Sarayburnu girişinde yer alan Gotlar Sütunu bunlardan günümüze kadar ulaşmış olanlarıdır.
Şehri ikiye bölen kemer
Haşim İşcan Geçidi’nin üst kısmında 6. yüzyıla ait Polieuktos Kilisesi kalıntıları bulunur. Hemen karşısında 4. yüzyıla ait Bozdoğan (Valens) Su Kemeri şehri ortadan ikiye böler sanki. Buradan aşağıya Haliç’e doğru baktığımızda aslında bölgede çok önemli birkaç Bizans yapısı vardır. Vefa semtinde yer alan ve 9-10. yüzyıla tarihlenen Kalenderhane Camii (Theotokos Kyriotissa Kilisesi), 11-12. yüzyılda inşa edilen Vefa Kilise Camii (Aziz Theodoros Kilisesi), Zeyrek semtinde yer alan ve 11. yüzyıla tarihlenen Eski İmaret Camii (Pantepoptes Manastırı Kilisesi), yine Zeyrek’te 12. yüzyıla ait Molla Zeyrek Camii (Pantokrator Manastırı Kilisesi) ve tabii Çarşamba’da bulunan, 13. yüzyıldan kalma Fethiye Camii (Pammakaristos Kilisesi) bu yapılardandır. Haliç kıyısında yürürseniz Cibali’de 11. yüzyılda kilise olarak yapılmış, günümüzde Gül Camii olarak bilinen yapı ile benzerleri gibi tam deniz kıyısında bulunan ve 7. yüzyılda var olduğu söylenen Aya Nikola Kilisesi’ni görürsünüz. Surlarda en önemli noktalardan biri olan, Cibali ve Fener semtlerinin kesiştiği noktada Fener Rum Patrikhanesi’ne yaklaşırken Petrion Hisarı’na giriş yaparsınız. Bu bir iç savunma bölgesidir. Fener Rum Lisesi’nin hemen yanındaki 13. yüzyıldan kalma Maria Muhliotissa Kilisesi günümüze orijinal haliyle gelen tek Bizans Ortodoks kilisesidir. Kara surlarının Edirnekapı civarından Haliç’e uzanan kısmı da ilginç bir rotadır. Burada Kariye ile başlayıp, Bizans saraylarından günümüze gelebilen tek saray olan Tekfur Sarayı ile devam edip Anemas Zindanları üzerinden Haliç’e uzanılır.
Ve daha niceleri…
stanbul’un istisnasız her köşesinde, attığınız her adımda ayaklarınızın altında bir hazine olduğunu bilerek dolaşmak ya da bir anda karşınıza çıkacak bir eserle bu koca İmparatorluğun sizi selamlayacak olması inanılmaz heyecan verici. Burada sayfaların el verdiği kadarıyla Bizans İstanbul’unu ana hatlarıyla tanımak için mutlaka görülmesi gereken yerleri önerdim. Aslında gezecek daha çok sayıda yer var elbette.