19.09.2024 - 03:47 | Son Güncellenme:
S. DENİZ YILMAZ
S. DENİZ YILMAZ- “Sizin gibileri tanırım”, dedi bana. “Bir örneği de Herostratos'tur, ünlü olmak istiyordu ve bunun için dünyanın yedi harikasından biri olan Efes Tapınağı’nı yakmaktan başka çare bulamadı.”
— “Peki tapınağın mimarının adı neydi?”
— “Hatırlamıyorum”, diye itiraf etti. “Hatta mimarın isminin bilindiğini bile sanmıyorum.”
— “Gerçekten mi ama Herostratos'un ismini hatırlıyorsunuz. Görüyorsunuz ki pek de yanlış bir hesap yapmış sayılmaz.”
Jean Paul Sartre, Le Mur (1939)
Bereket ve doğurganlık tanrıçası olarak bilinen Artemis’e adanan Efes Artemis Tapınağı, M.Ö. 6. yüzyılda, yaklaşık 200 yıldır burada bulunan bir kutsal alanın üzerine inşa edilmiş ve “Antik dünyanın yedi harikası”ndan biri olarak tarihe geçmiştir. Kendine hayran bırakan estetiği, görkemli mimarisiyle döneminde ilgi duyulan bir yapı olmuştur. Efes’in bir liman kenti ve ticaretin de yoğun olması nedeniyle tapınak banka görevi de görmüştür. Tapınak, Lidya Kralı Kroisos tarafından yaptırılmaya başlanmıştır. Mimarları ise Chersihpron, oğlu Metagenes ile Thedoros’tur.
“Mezar taşı, şöhret heykelinin ilk basamağıdır”
M.Ö. 356 yılının 21 Temmuz gecesinde tapınak ateşe verildi. Kimilerine göre Herostratos, tek başına planlayıp yakmıştır tapınağı. Kimilerine göre ise suç Herostratos’un üzerine atılmış ya da Herostratos başkaları tarafından bir maşa olarak kullanılmıştır. Yangının, banka işlevi de gören tapınaktaki paraların ve değerli eşyaların çalınması için kullanıldığı düşünülmektedir.
Herostratos’un tek bir amacı vardır, o da şöhret olmak, tarihe geçmek. Herostratos, rivayetlere göre yangını çıkardıktan sonra oradan kaçmaz, tam tersi yangını kendisinin çıkardığı anlaşılsın diye “Ben Herostratos, Artemis Tapınağı’nı ben yaktım” diye haykırır. Yangından sonra Herostratos’un kendisini yargılayan Başyargıç Kleon’a “Benim adım çağlar boyunca hatırlanacak ama sen Kleon, Efes’in başyargıcı seni kim hatırlayacak?” dediği rivayet edilir. Herostratos idam cezasına çarptırılır fakat tek cezası bu olmaz.
Damnotio memoriae
Latince bir deyim olan “damnotio mempriae” Türkçede “hatıranın lanetlenmesi” anlamına gelir. Kişiyi onursuzlaştırmak ve tarihten adını silmek için kullanılan bu ceza, Roma senatolarında vatan hainleri için kullanılıyordu. İlgili kararın senato tarafından verilmesiyle kişiye ait olan heykeller yıkılır, adı belgelerden çıkartılır, yaptırdığı tüm yapılardan ismi silinirdi. Tarihe baktığımız zaman Mısır Firavunu Akhenaton, İmparator Nero gibi isimlere bu cezanın uygulandığına şahitlik etmekteyiz. Modern dönemde de benzer uygulamalar görülmektedir.
Kişilerin isminin geçtiği her şeyi silmek, cezaların en beteri olabilir görülür. Bu nedenle idam cezasının Herostratos’un işlediği suça karşılık az bir ceza olarak kaldığı düşünülür; ona verilen ikinci ceza olan unutulma ve adının anılmaması cezası ise, asıl amacı olan ve uğruna Artemis Tapınağı’nı yaktığı “şöhret olma” isteğini engelleyen bir ceza olmuştur. Fakat bu ceza amacına ulaşamamış, Herostratos’un hikâyesi coğrafyacı ve tarihçi Strabon’un Coğrafya adlı eseriyle günümüze kadar gelip bir pazar günü okuduğunuz bu yazıya konu olmasını sağlamıştır.
Tanınmak uğruna…
“Kişi mekândan ziyade, zamanda baki kalmak ister.”
Herostratos şöhret olmuştur, üstelik tek bilindiği yer de bu hikâye değildir. İsmi, Herostratos Sendromu olarak psikoloji ve sosyoloji alanında da yerini almıştır. Herostratos Sendromu ilk olarak Amerikalı bir yazar olan Albert Borowitz’in Terrorism For Self-Glorification kitabında geçti. Yazar bu sendromu şöyle açıklıyor: “Tanınmak uğruna insanlara ve çevreye zarar veren saldırılar gerçekleştiren kişilerin geliştirdiği bir suç olgusu”. Kitap Artemis Tapınağı’nın yangınından, Taliban’ın Afganistan’daki dev Budaları yok etmesine, DAEŞ’in Irak’ta Musul Müzesi ve Ninova gibi dünya kültürel miraslarını yok etmesine kadar birçok olayla şöhreti ve terörizm vakalarının sanatı nasıl etkilediğini açıklıyor.
Seçim: Yıkıcılık ve yaratıcılık
Mağara duvarına ilk çizik atan insanlar da “var olmak, tanınmak, tarihe iz bırakmak” istiyordu. İçimizdeki iz bırakma dürtüsünün tarihin çok eski zamanlarında yaşamış atalarımızdan bize kolektif bilinçdışımızla gelmesi muhtemel. Bir beden içerisinde devirdiğimiz 60-70 yılın ardından dünyada bir izimiz olmasını istemek ve unutulacağımız endişesini taşımak, yeryüzünün hilkat garibesi olan biz insanlar için büyük bir sorun. Bir kere iz bırakma dürtüsü insanın içine girince ortaya iki seçenek çıkıyor; yıkım mı, yaratıcılık mı? Dönemin ekonomik, psikolojik, sosyolojik, entelektüel şartlarına baktığımızda Herostratos bir filozof olabilirdi; bir şair, yazar… Deniz kenarında oturup varoluşa dair sorgulamalar yapabilirdi. Herostratos’un hasedi, nesne olarak yıkıcı bir itkiye yönelmişti. “Her seçim bir vazgeçişse” eğer tarihe yıkıcılıkla geçmeyi seçmişti.
Çocuk psikanalisti Melaine Klein, 1957 yılında şöyle yazar: “Çok hasetli insanın tatmin edilmesi imkânsızdır, hiçbir zaman tatmin olamaz çünkü hasedi kendi içinden kaynaklanmakta ve böylece her zaman yönelecek bir nesne bulmaktadır”. Herostratos’un hasedi dünyaya karşıydı çünkü adını tarihe yazdıracak bir insan olmak istiyordu. Herostratos iç harbini kazanamamış biri olabilirdi, kendi dünyasında yetersiz olabilirdi fakat dış dünyada var olmak istediği kesindi. Kendi yetersizlik duygusu, çevresindeki en görkemli ve tanrıya adanmış olan yapıyı yakmasına sebep olmuştu. Sembolik olarak tanrıyı yakabilen Herostratos, adının hatırlanmasını sağlamıştı ancak kendi içindeki yetersizliği geçirilebilmiş miydi?
İngiliz Psikanalist Peter Fonagy Attachment Theory and Psychoanalysis kitabında dışarıya vurulan saldırgan davranışlar ve insanın bedenini tüketen bağımlılıklar hakkında şöyle diyor: “Kendini içeriden hissedemedikleri için benliği dışarıdan deneyimlemeye zorlanırlar.” Herostratos’un benliğini dışarıdan deneyimlemeye ihtiyaç duyan, bunun çözümünü de tarihe geçmek uğruna insanların değer verdiği bir nesneyi yakmakta bulan biri olmuş olması pek tuhaf değil. Tarih herkese kucak açan bir ana olmuyor, isminin altın harflerle yazılmasını isteyen insanlar bunun bir için bedel göze almak zorundalar. Komutanlar, siyasi dehalar, dini liderler, filozoflar, yazarlar, ünlü heykeltıraşlar bir edim sonucu hatırlanıyor. Nasıl hatırlanmak istediğimiz, bize verilen iki seçenekle mümkün oluyor “yıkıcılık mı, yapıcılık mı?”