ABD merkezli Chrest Vakfı’nın resmi sitesinde Türkiye’de fonladığı basın kuruluşlarını açıklamasıyla başlayan tartışma her gün yeni bir boyut kazanıyor.
En son Ertuğrul Kürkçü’nün Bianet adlı haber sitesinin İsveç’ten 2007-2021 yılları arasında 7 milyon 622 bin dolar fonlandığını öğrendik. Amerikalıların fonladığı Ruşen Çakır ve İsveç’in fonladığı Kürkçü’nün ortak özelliği devrimci gelenekten gelmeleri! Sorsan ikisi de emperyalizme karşı, aslan gibi devrimciler. Ama gel gör ki bizzat emperyalizm tarafından fonlanıyorlar!
Kimin, kendisini hangi etiketle pazarladığına çok takılmadan, kimlerin, kim tarafından, neden fonladığı ve bu ilişkinin 15 Temmuz’dan sonra nasıl daha da geliştiği sorusuna odaklanmak zorundayız. Çünkü meselenin özü tam da burası.
15 Temmuz FETÖ’cü darbe girişiminden sonra ABD ve Avrupa basınında yayımlanan haberlerin büyük bölümünde Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘özgür medyayı susturmakla’ suçlandı değil mi? Sonra ne oldu? Alman, Amerikan, İngiliz, Suudi ve Birleşik Arap Emirlikleri sermayesiyle fonlanan ne kadar yabancı ajans ve gazete varsa Türkiye’de geniş ekiplerin çalıştığı bürolar açmaya başladı! Aynı süreçte Ruşen Çakır-Ertuğrul Kürkçü çizgisindeki bazı gazeteci ve medya organlarını fonlamaya da devam ettiler.
Lafı hiç dolandırmaya gerek yok. Bunlar içerideki adamlarıyla beraber Türkiye’ye karşı açıktan psikolojik bir savaş yürütüyor. Bu ülkenin çıkarlarını, değerlerini ön planda tutan medyayı itibarsızlaştırıp, servis ettikleri yalan haber ve manipülasyonlarla bir kaos ortamı yaratmaya çalışıyorlar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kanal İstanbul’un temelini attığı gün Alman Deutsche Welle ve İngiliz BBC “Neden Kanal İstanbul olmamalı?” diye yayın yaptı!
Üniversite sınavına bir gün kala fonlu medya “Katarlı öğrenciler Türkiye’de sınavsız ve ücretsiz tıp eğitimi alacak” yalanını servis etti. Şimdi de Tacikistan ve İran’da çekilen Afgan mültecilerin görüntülerini “Türkiye’ye Afgan akını” başlığıyla ve ırkçılık kokan bir dille yaymakla meşguller.
Son beş yılda bu örneklere eklenebilecek sayısız provokasyona, yalan habere imza attılar. Üstlendikleri önemli bir misyon daha var. Darbeleri meşru göstermek. Seçilmiş iktidarların darbelerle devrilmesini sıradan bir olay gibi yansıtmak.
Tunus’taki darbeden sonra yazdıklarına, yaptıkları yorumlara bir bakın. Darbe aklının yansımalarını hemen göreceksiniz.
Aynı akıl 15 Temmuz’dan sonra BBC’de “Recep Tayyip Erdoğan: Türkiye’nin acımasız Cumhurbaşkanı” başlıklı skandal bir yazıyı servis etti. Bizim fondaş medya işte bu aklın çözüm ortağı, stratejik partneridir. Ve yarına dair tek umutları darbedir.
Yalın ve saf gerçek maalesef budur...
Meral Hanım Rize’ye niye gitmedi?
Doğu Karadeniz bayramda büyük bir sel felaketi yaşadı.
İçişleri, Ulaştırma, Çevre, Enerji, Tarım bakanları o günden beri Rize-Artvin arasında mekik dokuyor.
KKTC’de kavurucu sıcağın altında iki gün boyunca nasıl koşturduğuna bizzat şahit olduğum Cumhurbaşkanı Erdoğan, felaketi haber alır almaz Rize’ye gitti.
Kimse “Nerede bu devlet?” diye sormadı. Çünkü devlet tam kadro Rize ve Artvin’deydi.
Peki, muhalefet neredeydi? Uzun bayram tatilinin tadını çıkarıyordu!
Kemal Bey’in hakkını teslim edelim. Konu sel felaketi olmasa da evinin mutfağından bayramın son günü bir video daha çekti. Zaten kendisi böyle bir çalışma temposunu yeterli görüyor.
Ama benim gözüm Kılıçdaroğlu’ndan çok Meral Akşener’deydi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı katil Netanyahu’ya benzettikten sonra soluğu Rize’de almış ve protesto edilmişti. Siyaseten yapması gereken sel felaketini duyar duymaz tatilini yarıda kesip Rize’ye gitmekti.
Ama gitmedi! Çevre eylemine destek için Rize’ye giden sel felaketinde de gidecek.
Evin mutfağından video çekerek, tweet atarak Erdoğan’ı yenemezsiniz ey muhalefet...
Millet zor gününde yanında olanı görüyor. Samimiyete bakıyor. Bakalım bu gerçeği ne zaman anlayacaksınız?