Piyasalardaki dalgalanma sürüyor. Geçtiğimiz haftalarda, ekonomi tarihinde çok az rastlanan iniş çıkışlar yaşandı. Bu dalgalanma, Avrupa Birliği’nin (AB) ne yapacağına bir türlü karar verememesinden kaynaklanıyor. ABD, gecikmeyle de olsa karar alabiliyor ve bu ülkedeki ekonomi yöneticileri ile teknisyenleri kapitalist öğretiye hakim.
ABD, sıkıntıları para basarak ve faizleri düşük tutarak çözeceğini biliyor. Ancak bu politika, başta AB olmak üzere diğer ekonomilerde vakit geçirilmeden karar ve tedbir alınmasına bağlı. Aksi taktirde dolar, euro dahil diğer paralar karşısında ciddi değer kaybedecek. Euro-dolar paritesinin 1.47’ye kadar yükselmesi bir taraftan ABD’nin parasal genişleme sağlamasını zora sokarken, diğer taraftan AB ekonomisini daha da içinden çıkılmaz konuma getiriyor.
Karar alamayan birlik
AB, ne yapacağına karar veremez durumda. Bir karar verip uygulayamazsa ‘Birlik’in kendisi veya en azından “euro para birimi” ortadan kalkacak veya bazı ülkeler euro kullanmaktan vazgeçmeye zorlanacak.
AB’deki karar süreci, tam anlamıyla bir bürokrasi ve politik çekişmeler sahnesi. Örneğin, “AB Bonosu” çıkarılması öngörülüyor ama önce bunun faydalarının ve zararlarının araştırılması için bir komisyon kuruluyor. Komisyon karar alıncaya kadar AB ülkelerinden birisi batmazsa bono çıkarılması gündeme gelebilecek. Öte yandan, bononun borçlularının kim olacağı, garantörlerinin hangi ülkelerden ve bu ülkedeki kurumlardan oluşacağı, merkez bankalarının ne ölçüde bu fikre yakın davranacağı ve bononun kimlere, hangi satış yöntemiyle satılacağı belirsiz. Sonuçta, ister bono çıkarılsın, isterse çıkarılmasın, borçların tümünü Almanya ve Fransa ödeyecek.
Çareler tükendi mi?
Almanya ve Fransa, euro kullanan ama halkı tembel olan ülkeleri artık taşımak istemiyor. En azından, bu ülkelerin borçlarını vadeleri geldiğinde yenileyebilecek ve uzun da olsa bir süre sonunda ödeyebilecek hale getirilmesi gerekiyor. Anlaşılan o ki, ‘siyasi birlik olmadan ekonomik birlik yaratma’ fikri tam anlamıyla iflas etti.
Olası çözüm tedbirleri şunlar olabilir:
* Zordaki ülkeler, bir takım siyasi ödünler vererek borç yükünü azaltabilir. Örneğin, Yunanistan’dan Kıbrıs, Ege ve Makedonya’daki isteklerinden vazgeçmesi istenilebilir.
* Zordaki ülkelerin, ada, yarımada vs. gibi bir kısım topraklarını, kendilerine borç veren ülkelere satmaları veya uzun süreli kiralamaları gündeme getirilebilir.
* AB ülkeleri tarafından bir konsorsiyum oluşturularak zordaki ülkelerin kuruluşlarından bazıları hızla özelleştirilebilir veya uluslararası bir ihale ile satılabilir.
* AB, bir vergi gözetim sistemi kurarak, zordaki ülkelerin devlet gelirlerini ve harcamalarını tam anlamıyla, ama ülkelerin egemenlik haklarına dokunmadan kontrol edebilirler.
* Bütün bu tedbirlerle birlikte, “AB bonosu” gündeme getirilebilir.