Türkiye’de kredi kartları kullanılarak, büyük ölçekli bir taksitli satış furyası başladı. Kredi kartlarının sağladığı bu olanaktan faydalanan birçok arkadaşımın, kazanmadıkları gelirlerini harcadığına şahit oldum.
Sonunda, taksitle mal alanlar da, bankalara olan borçlarını taksitle öder hale geliyorlar. Bankalar da, bu kâr zinciri sayesinde iyi kâr elde ediyorlar. Artan banka kârları, sanıldığı gibi verilen kredilerin yüksekliğinden değil, büyük ölçüde kredi kartları üzerinden gerçekleşti.
Bir süre sonra, biriken kredi kartları borcu nedeniyle birçok kişi iflasa sürükleniyor. Ancak, elde edilen kâr, tahsil edilemeyen paranın çok üstünde olduğu için bankalar kredi kartlarına mil, puan, taksit, aidat almama gibi tatlandırıcılar eklemek suretiyle, gittikçe daha da artan oranda kredi kartı işlemi yapıyorlar.
Gelişmiş ülkelerde taksit yok
Ne Amerika’da ne de Avrupa’da kredi kartları kullanılarak taksit yapılamıyor. Çünkü yasak. Kredi kartlarıyla yapılan taksitlendirme, “cin” bir fikir olarak bize sunuldu. Tüketimdeki ve ithalattaki patlamanın gerçek nedeni, artan kredi miktarı değil, taksitle yapılan satışlar oldu. Hükümet ve Merkez Bankası ise bu taksitli satış döngüsünü hafifleteceğine, munzam karşılıkları arttırarak büyümeyi yavaşlatacağını zannediyor; ithalatı azdırıp Türk üreticisini zor duruma düşüren kararlar alıyor.
Bir zamanlar Merkez Bankası’nda, Taksitli Satışlar Müdürlüğü ve Fiyat Kontrol Komitesi vardı. Bu birimlerin ne işe yaradıklarını o zaman çok iyi anlayamamıştım. Şimdi daha iyi anlıyorum.
1920’den itibaren ABD’de, “kapitalizmin tasarruf sahiplerine olduğu kadar, düşünmeden harcayan tüketicilere de ihtiyacı vardır” sloganıyla bir taksitli satış furyası başlatılmıştı. 1926’ya gelindiğinde motorlu taşıtların % 65’i taksitli kredilerle satın alınmış bulunuyordu. Büyük mağazalar mallarının % 40’ından fazlasını krediyle satıyorlardı.
Büyük buhran öncesi, ABD’de tüm perakende satışların 1/8’i taksitli hale gelmişti ve taksit borçlarının toplamı 6 milyar doları aşıyordu. Üstelik, bizde yapıldığı gibi “peşin fiyatına taksit” olanağı da yoktu.
Taksitli satışlar, spekülasyonun ta kendisiydi. Bugünün tüketimi gelecekte kazanılması beklenen gelirlerle finanse ediliyordu. Tüketiciler, kazanmadıkları parayı harcıyor; açlığını çektikleri bir malı hemen alarak, şimdiki haz uğruna, geleceklerini yok ediyorlardı.
1920’li yıllarda, taksitli satışlar faydalı bir yeni çağ gelişimi olarak algılanıyordu. Zenginlikteki ani artışla birlikte borç ödeme kabiliyetinin de gelişeceği ve bu nedenle, taksitli satış döngüsünün “cin bir fikir” olduğu savunuluyordu.
Amerikan Merkez Bankası Federal Reserve’ün 1925 yılında aldığı faiz düşürme kararı da taksitli satışlardaki patlamayı hızlandırdı. Krizin başladığı 1929 Ekim ayına gelindiğinde taksitli satışlar kontrol edilemez hale gelmiş, iflaslar nedeniyle cari faiz % 15’lere tırmanmıştı.
İşte bu nedenle, gelişmiş ekonomilerde kredi kartları kullanılarak yapılan taksitli satışlara izin verilmiyor.