Korona salgınının asıl sebebi, doğayla kurduğumuz hiç “doğal olmayan” ilişki.
***
Malum, Kovid-19 virüsünün Çin’de sokaklara kurulan hayvan pazarlarında satılan ve yenilen yarasalardan kaynaklandığı düşünülüyor. Yani aslında yaban hayvanlarını olmaları gereken yerden doğadan- alıkoyup hijyenik ve doğal olmayan şartlarda insanla iç içe getirmekten.
Yarasanın virüs taşımasının sebebi de zaten bu. Uzmanlar doğal ekosistemlerin tahrip edilmesinin, ormansızlaşmanın, yaban hayvanlarının yasa dışı veya kontrolsüz ticaretinin, virüs gibi patojenlerin hayvanlardan insanlara geçme ihtimalini yükselttiğini söylüyor. Dahası, doğal yaşamdan koparılan hayvan türlerinin bulaşıcı hastalığa sebep olma ihtimali tam 2 kat daha fazla oluyor.
Birçok bilimsel rapor da -Kovid-19 benzeri- hayvandan insana bulaşabilen hastalıkların alarm verici hızda arttığını gösteriyor. Böyle giderse, daha çok sayıda benzer virüsler ve salgınlar göreceğimiz belli. Bir diğer deyişle, insan doğaya bu derece hükmetmeye ve onun dengesini bu derece bozmaya kalkınca, işte sonuç ortada: Kendi doğası da bozuluyor. Virüsü kapıp darmaduman oluyor.
***
Bu pandemi aynı zamanda yaşamımız için doğaya ne kadar bağımlı olduğumuzu da gösterdi. Evlere kapanınca yeşile, maviye hasret kaldık. Maskelerin ardında nefes almakta zorlanınca, temiz hava solumanın kıymetini anladık. Doğaya, yani kendi doğamıza ne kadar aykırı yaşamışız, onu fark ettik.
Bu fark ediş de bugüne kadar fasa fiso diye bakılan “küresel ısınma”, iklim değişikliği”, çevre kirliliği” olgularına çok daha ciddiyetle bakmayı getirecektir beraberinde. Nasıl ki bu günlerde sadece sağlığı konuşuyorsak, önümüzdeki birkaç yıl kendimizi ister istemez doğayı, temiz havayı, çevreyi konuşurken bulacağız. Göreceksiniz.
İnsanın tahribatı
Korona aynı zamanda doğaya verdiğimiz zararı çok daha görünür hale getirdi. Bizler sokağa çıkamayınca, tüketimi azaltınca, uçaklar uçamayınca, fabrikalar çalışmayınca, karbon salımı bir anda düşünce... Doğanın kendini toparladığına, temizlendiğine şahit olduk. Meğer kurduğumuz düzenle etrafımıza, çevreye ne kadar zarar veriyormuşuz, onu gördük.
“Geçtiğimiz 40 yılda yeryüzündeki tüm omurgalıların yüzde 40’ı yok oldu. Karasal alanların 4’te 3’ü ya kirlendi ya da zarar gördü. Sulak alanların da 3’te 2’si harap oldu. Türkiye geçen 50 yılda 1.3 milyar metreküp su havzası kaybetti. Ki bu, 3 adet Van Gölü demektir. İnsanoğlunun yarattığı bu muazzam tahribatın ve doğa üzerinde kurduğu baskının tabii ki birtakım sonuçları olacaktı” diyor Uğur Bayar.
Dünyanın en köklü çevre kuruluşu olan Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF) Yönetim Kurulu Başkanı olan Bayar, yeni yayımladıkları pandemi raporunda anlatıyor: “1900 yılına kadar dünya nüfusu 1 milyar iken, sadece son 100 yılda buna 7 milyar daha eklenmiş. Bu muazzam nüfus artışına bir de insanların bu korkunç sömürüsünü ekleyin.”
Acil eylem
Dolayısıyla, aslında iklim krizinin yıllardır yol açmakta olduğu, yakın gelecekte ise çok daha sert göreceğimiz sonuçlarını korona vesilesiyle şimdi hızlandırılmış şekilde yaşıyoruz. Bir gün zaten kirlenen hava yüzünden (Çin’de yıllardır olduğu gibi) sokağa maskeyle çıkmak zorunda kalacaktık. Ya da iklim krizinin yol açtığı yüksek sıcaklık dalgaları, şiddetlenen seller ve kasırgalar yüzünden yine evlerimize kapanmak zorunda kalacaktık.
Yani çevre krizinin belki 10 yılda sebep olacağı ölüm vakalarını ve hayatımızdaki değişiklikleri, korona sadece 10 günde yaratmış oldu. Bu sayede de “iklim değişikliği, çevre krizinin” bizden bağımsız, dışarıda bir yerlerde var olan kavramlar değil, bizzat hayatlarımıza dokunan ve dünyanın sonunu getiren gerçekler olduğunu gördük.
***
Kısacası, gelecekte benzer pandemilerin oluşmasını engellemek, ama her şeyden önce yaşadığımız gezegenin yok olmasını önlemek için ekosistemimizi acilen onarmamız gerek. Bunun yolu da, düzeni daha doğal hale getirmekten geçiyor. Yani yenilenebilir enerjiyi daha çok kullanmak, atıkları değerlendirmek, sadece para odaklı ekonomik büyüme planından kapsayıcı bir büyüme modeline geçmek, insanların dünyayı sömürerek değil onun süreceği şekilde yaşamasını sağlamaktan... Bir diğer deyişle, doğayla ilişkimizi yoluna sokmaktan, doğal haline getirmekten.
Bunun için hem ülkelerin kendi içlerinde yasalar çıkarıp işi sıkı tutmaları lazım. Hem de ülkeler arası iş birliğinin güçlenmesi. Zira devletler bu dönemde küresel bir krizle tek başlarına başa çıkamadıklarını açıkça gördüler.
***
“Bizler doğal hayatın tahribatının sonuçlarını bizzat yaşayan ilk, ama bunu önleyebilecek de son nesiliz” diyor Uğur Bayar. Virüs de bize şu an bu mesajı veriyor. Doğayla ilişkimizi acilen reset’leme vakti.