Bir şeyi, bir olayı, bir kişiyi değerlendirirken geniş resme bakmak gerekiyor. Mesela o olay ya da olgu nasıl bir ortamda meydana geldi? Öncesinde ne oldu? Peki ya sonrasında? Sadece o an ve sadece ona bakarak, hiçbir şey anlayamazsınız.
Bunu bana düşündüren, bir önceki yazımda kaleme aldığım Turgut Özal döneminin tarım politikaları oldu. Zira yazımdan sonra o zamanın uygulamalarıyla ilgili çok fazla eleştirel yorum aldım.
Özal dönemi
Malum, merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal zamanında Türkiye ilk kez “dünyaya açıldı”. Daha öncelerinde cebinde dolar taşıyanın hapsi boyladığı bir Türkiye vardı. Televizyon, telefon, bunlar bile bulunması zor şeylerdi. Dünyadan kopuk, içe kapalı bir ülke ve buna eşlik eden darbeler silsilesi.
İşte Turgut Özal’ın politikalarını ve tarımda uyguladığı yenilikleri, hep bu çerçevede değerlendirmeli. Bugünden bakınca, “Özal yüzünden ithalatta patlama yaşandı, ülke bir anda dışarıya açılınca üretim durdu” deniliyor şimdi. Evet, o dönem yerli üretim ve ticarette dengeler olumsuz etkilendi. Ama en başta dediğim gibi, bunu söylerken o günkü ortama da bakmak gerekiyor. Özal dönemi öncesinde, 1970’lerin başında dünyada patlak veren büyük petrol kriziyle tüm dengeler altüst olmuştu. Petrolün varil fiyatı bir anda 3 katına fırlamıştı.
Bu ekonomik bunalım elbette Türkiye’yi de etkiledi. Bunun en önemli göstergesi, dışa bağımlılığın artmasıydı. Düşünün ki 1975-76-77 yıllarının toplamında Türkiye’de 15 milyar dolar ithalat yapılmış. Buna mukabil, ihracat 5 milyar dolarda kalmış. Yani 1 satılmış, 3 alınmış. Dolayısıyla, üretim zaten çok yetersiz bir noktadaymış. Kısacası, düşük ihracat rakamlarından ve üretimden salt Özal’ın politikalarını mesul tutmak doğru değil.
***
Bununla birlikte, onun döneminde dünyada liberalizm rüzgârı tekrar esmeye başladı. 70’lerden itibaren neoliberal iktisat politikaları başta ABD ve İngiltere olmak üzere Batı dünyasında hâkim oldu. Özal da bununla uyumlu olarak Türkiye ekonomisini liberalleştirdi, serbest piyasa ekonomisini getirdi. Bu da elbette tarıma da yansıdı.
Ancak dediğim gibi, Özal Türkiye’yi büyük bir kıtlıktan sonra devraldı ve aslında ülkeyi o çağla/dünyayla uyumlandırdı. Her değişimin beraberinde artıları ve eksileri getirmesi gibi, onun ekonomide yaptığı devrimle de Türkiye’de bir savrulma yaşandı. Bunun gibi köklü devrimlerden sonra önemli olan, tekrar dengeyi bulmak. O zaman soralım: Peki, sonrasında bu durum dengelendi mi?
Bugün Türkiye
Cevabı “hayır” gibi görünüyor. O günden bu yana Türkiye’de tarımda ve hayvancılıkta dışa bağımlılık çok fazla. Buğdaydan kırmızı ete, ülke üretimden çok ithalata yönelmiş durumda. Bu eleştiriyi yüksek sesle dile getiren de bizzat Özal döneminde 5.5 yıl Tarım Bakanlığı yapmış olan Hüsnü Doğan. Ki aynı zamanda ANAP’ın Özal’dan sonra 2 numaralı kurucusu ve parti programını yazan kişiydi Doğan. Türkiye’de “tarımda devrim yapan adam” olarak bilinen Hüsnü Bey, tarımı yepyeni bir yola sokmuş, büyük reformlar getirmişti.
Hüsnü Bey’le telefonda konuştuğumda, bugün tarım politikalarında yapılması gereken reformları hızla sıralıyor. “Bir kere Türkiye’nin en sıkıntılı meselesi, tarımsal ünitelerin küçük olması. Mesela ABD’de ortalama tarım arazisi 1800 dönüm ya da Konya’dan bile küçük olan Hollanda’da 500 dönümken, bizde bu rakam 70 dönüm!” diyor. Tarımda verimliliğin artması için acilen tarlaların ve işletmelerin büyütülmesi gerekiyor. “O zaman teknoloji de çok daha verimli kullanılır. En son teknolojilere sahip bir traktör, ancak 400-500 dönümde kullanılınca karşılığını verir” diye uyarıyor.
Yem üretimine de değiniyor. İthal yemlerle fiyat çok yükseldiği için hayvancılık yapılamadığını, çiftçinin mutlaka kendi yemini üretmesi gerektiğini söylüyor. Doğan’a göre, sulama teknikleri de çok önemli. Dünyada tatlı suyun yüzde 70’inin tarımda kullanıldığını, sadece 1 kg ekmek için bile 1600 kg su harcandığını anlatıyor. Dolayısıyla, teknolojik yatırım yaparak aynı miktar suyla çok daha fazla arazi sulanabileceğini hatırlatıyor.
Yine Türkiye’de milyonlarca hektar arazinin boş ve bakımsız meralardan oluştuğunu, bunların da acilen değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor. Son olarak, tabii ki tohum politikaları... Dünyada bu alanda korkunç bir rekabet var. Tohumu yöneten, gıdayı, yani insanı yönetiyor. Tam da bu yüzden Hüsnü Doğan en çok da tohum üretiminde teknolojiye yatırım yapılması gerektiğini düşünüyor. Devletin rolünü de yadsımıyor. “Halkın sağlığıyla ilgili konularda devlet tabii ki hem araştırmadan sorumlu olmalı, hem de kontrolden” diyor. Yani özel sektörle devletin tarımda el ele vermesi gerektiği görüşünde.
***
Kısacası, Hüsnü Doğan tarım için en çok teknolojiye, onun için de güçlü ekonomiye vurgu yapıyor. “Bu yüzden her şeyden önce Türkiye’nin sürdürülebilir bir dış ticaret politikasına ihtiyacı var. Yani aldığıyla sattığı arasında denge olmazsa, olmaz. Acilen kendi kaynaklarıyla yatırım yapabilir bir kabiliyete erişmesi lazım” diyor.
Umarım Hüsnü Bey’in sesi Ankara’ya ulaşır. Turgut Özal bugün yaşasa muhakkak bizzat bu sesi duyururdu diye düşünüyorum.