Su nereden gelir?
Eğer “musluktan” diyorsanız, yandık. Çünkü su musluktan değil, doğadan gelir. Ancak bunun bilincinde olursak da, musluktan gelmeyi sürdürebilir.
Zira suyun doğadan yani nehirlerden, yer altından ve yağmurdan geldiğinin, bu sayede bize ulaştığının bilincinde olursak, suyu kullanma ve tüketme şeklimiz de değişir. Bugün Türkiye’de her birimiz günde ortalama 216 litre su tüketiyoruz. Buna içtiğimiz su, duş aldığımız su, musluk ve sifon suyu dahil. O gün aldığınız ürünleri de hesaba katarsak, bu rakam 5400’e çıkıyor. Mesela bir tişört üretiminde 2400 litre su harcanıyor.
İşte bu oran da dünya ortalamasının çok üzerinde. Dünyada kişi başına düşen yıllık su tüketimi 800 m3 iken, bizde bu oran 1566 m3! Yani iki katı. Zaten tam da bu yüzden bugün Türkiye “su sıkıntısı olan ülke” kategorisinde. Sadece son 50 yılda üç Van Gölü büyüklüğünde su alanımız yok olmuş. Fırat, Dicle, Kızılırmak gibi gürül gürül akan, bereket saçan kaynaklarımıza rağmen bu noktaya gelmemizin sebebi ise, sandığınız gibi iklim değişikliği falan değil. En önemli sebep, su yönetiminin olmaması. Daha doğrusu, suyun yanlış kullanılması, yanlış yönetilmesi. Bunun en başında da tarım geliyor.
Yanlış su yönetimi
Türkiye’de suyun yüzde 73’ü tarımda kullanılıyor. Sebebi de, tarlaları sular altında bırakan yaygın/salma sulama. Bunun yerine acilen damla sulama tekniğine geçilmesi gerekiyor. Telefonda görüştüğüm WWF-Türkiye’nin (Dünya Doğayı Koruma Vakfı) Tatlısu Programı Kıdemli Uzmanı Eren Atak, devletin bunun farkında olduğunu, ancak çiftçilerin bu dönüşüme direndiğini anlatıyor. Sebebi de, yüksek yatırım maliyeti. Bunun için devletin çiftçilere “ortak bir sistem” kurmak için kaynak ayırması gerekiyor.
Suyun çok yanlış kullanıldığı ikinci alan ise, sanayi. Oysaki bugün artık hiç su kullanmadan bir kot üretilebiliyor. İşte üreticilerde hem bu teknolojinin farkındalığını yaratmak gerek hem de yine devletin finansal desteğine ihtiyaç var. “Üstüne üstlük, az su tüketimi maliyetleri de düşürüyor, yani firma için çok daha kârlı” diyor Eren Atak. Devletin bu konuyu önceliklendirmesinin önemini vurguluyor. “Biz ‘hadi’ dediğinde hemen yapan bir ülkeyiz, bunu biliyoruz. Çok kısa zamanda bu değişimi yapabiliriz” diyor.
Üçüncü sıkıntılı alan da hanelerde su kullanımı. Bir evde musluktan kişi başında her dakika 14 litre su akıyor! Oysa mesela küçük sifon haznesi kullanmak ya da bulaşıkları elde değil de makinede yıkamak gibi küçük adımlarla bu rakam bir anda ciddi oranda düşürülebilir.
Dolaylı su tüketimi
Bu saydıklarım, doğrudan su kullanımı. Bir de dolaylı (indirekt) kullandığımız su var. En başta verdiğim tişört örneğindeki gibi. Mesela kullandığınız cep telefonları. Biliyor musunuz ki bir tanesi tam 1 milyon 800 bin litre suya mal oluyor.
İyi de telefon mu kullanmayalım? Hayır, tabii ki zamanın ruhuna göre yaşıyoruz ve yaşayacağız. Burada üreticiye ve tüketiciye düşen birer görev var. Tüketici olan bizler ihtiyacımızdan fazlasını almayı, tüketmeyi bırakmalıyız. Yani ihtiyacımızdan çok kıyafet almaktan, bozulan bir şeyi tamir etmek yerine hemen atmaktan vazgeçmeliyiz. Kullanmadıklarımızı da geri dönüşüme vermeli ya da ihtiyacı olanlarla paylaşmalıyız.
Üreticiye düşen görev de, suyu doğru kullanmak ve ürünlerin üzerine ne kadar enerji tüketimine sebep olduğunu belirten etiket yapıştırmak. Ki böylelikle alan kişi ne kadar su kaybına sebep olduğunu bilsin, tercihini ona göre yapsın. Tabii devletin de etiketli/sertifikalı ürünleri mecbur kılması gerek. Hakeza tüketici bilinçlendikçe de üreteci firma üzerinde baskı oluşturacak, o da mecburen bu standartlara uyacak.
***
Suyu doğru kullanmaya ek olarak yapılması gereken bir diğer şey de, su kaynaklarını çeşitlendirmek. Bunun başında da yağmur suyunu kullanmak geliyor. Tam da geçtiğimiz cuma bununla ilgili çok güzel bir gelişme oldu. Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, bundan böyle 2000 metrekarenin üzerindeki parsellere yapılacak binalarda yağmur suyu toplama sisteminin zorunlu hale getirildiğini açıkladı. Daha küçük alanlarda inşa edilecek yapılar için ise belediyelere, yağmur suyu toplama sistemini zorunlu kılma yetkisi verildi.
Yani artık yağmur sularını depolamak mecburi olacak!
***
Tüm bunların ötesinde ise aslında yapmamız gereken -en başta söylediğim gibi- suyun nereden geldiğini sürekli hatırlamak. Musluktan değil, uzun ve çok zorlu bir yolculuk sonrasında bize ulaştığının bilincinde olmak. Ancak o zaman har vurup harman savurmayı bırakırız.
İskender Pala’nın dediği gibi: Balıklara yemeğini sudur pişiren, ağaçlara sudur gıdalarını götüren. Kendimizle birlikte her şeyi can suyundan ediyoruz.