Korkmayın. Korkmayalım. Öğrendim ki dünya üzerindeki su miktarı hiç değişmiyormuş. Suyun döngüsü ve yeryüzüne düşen yıllık ortalama yağmur suyu hep aynı kalıyor.
Yani değişen, suyun toplam miktarı değil. Değişen, nereye ne kadar yağmur veya kar düştüğü. Bu da tabii ki bir yerdeki su miktarını değiştiriyor. Mesela iklim krizi nedeniyle o yere daha az su düşüyor. Ama oraya yağmayan yağmur veya kar, dünyanın başka bir yerine mutlaka düşüyor. Dolayısıyla, dünyada su kıtlığı yok! Su var ama suyun azaldığı yerler var.
Türkiye de bu yerlerden olduğuna göre, ne yapmalı?
Acil tasarruf
Ülkemizde son 50 yılda tam üç Van Gölü büyüklüğünde sulak alan kaybolmuş. Tarımda, sanayide ve hanelerde su kullanımımız çok yanlış. Elimizdeki suyu resmen heba ediyoruz. Tatlı su kaynaklarımız da (nehirler, yer altı suları ve yağmur/kar suyu) gitgide azaldığı için, bu durum artık alarm veriyor.
Diyeceksiniz ki madem dünya üzerindeki su miktarı hep aynı, o zaman buraya yağmayan ama o sırada başka yere yağan yağmur ve kar suyundan yararlanalım. Yani oralardan Türkiye’ye su taşıyalım. Ancak bu da çok maliyetli bir iş. O zaman ne yapacağız?
***
Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Gün Kut’a göre bir çözüm, tasarruf. Yani tarımda, sanayide ve evlerde daha az suyla daha çok şey yapmak. Düşünün ki bugün Türkiye’de tatlı suların yüzde 73’ü tarımda kullanılıyor çünkü tarlaların sular altında kalmasına yol açan çok yanlış bir sulama tekniği (salma/yaygın sulama) kullanılıyor. Oysa bunun yerine fıskiye sistemi kullanılsa, yüzde 40 oranında tasarruf sağlanabilir. Hele ki damla sulama tekniğine geçilirse, bu rakam yüzde 70’e çıkıyor. Elbette bu teknik için maliyetli bir yatırım gerekiyor, ama unutmayın ki bu bir kere yapılacak ömürlük bir yatırım.
Kısacası, tasarruf, su krizini aşmak için önemli bir yöntem. Ama yeterli değil. Zira nüfus hızla artıyor. Buna oranla ihtiyaçlar, dolayısıyla da üretim hızla artıyor. “Tasarrufla ancak su kullanımının ömrünü uzatabiliriz” diyor Kut. Yani belli bir miktardaki su daha uzun bir süre bize yetebilir. Ama artan ihtiyaçlar için gereken daha fazla su miktarını karşılamıyor. İşte bu yüzden acilen yeni su kaynakları bulmak, yani kaynakları çeşitlendirmek gerekiyor.
Su arıtma
Profesör Gün Kut, en çok “desalinasyon” denilen deniz suyu arıtımı üzerinde duruyor. Bu sistem, tuzlu olan deniz suyunu tuzdan arınarak tatlı suya, yani kullanılabilir hale getiriyor. Bunun için gerekli olan ise, su artıma tesisleri. Elbette bu tesisleri yapmak maliyetli ama biz şanslıyız: Dünyada bu tesisler genelde Kızıldeniz, Hint Okyanusu gibi tuz oranının binde 47’ye kadar çıktığı yerlerde kurulmuş. Oysa bizim Karadeniz’imiz var. Burada tuz oranı o kadar düşük ki (binde 17), neredeyse tatlı su kıvamında. Bu da arıtmanın maliyetini çok düşürüyor.
***
Birçok uzmanın savunduğu “yağmur suyu hasadı” da elbette bir başka kaynak. Hatta Çevre ve Şehircilik Bakanlığı daha geçen hafta yağmur suyunun kullanılması için önemli bir adım attı. Bundan böyle 2000 metrekarenin üzerindeki parsellere yapılacak binalarda, yağmur suyu toplama sistemi zorunlu olacak. Yani artık yağmur sularını depolamak mecburi olacak.
Ancak Gün Kut, yağmur suyunun sadece günü kurtarmaya yettiğinin altını çiziyor. Yani uzun vadeli bir çözüm değil. Ki zaten yağan yağmur miktarı gitgide azalıyor. Yapay yağmur yağdırmak da çözüm değil. Zira yağmur biliyorsunuz toprakta kalmıyor. Denizlere akıyor. Dolayısıyla, ne toprağı ne de yer altı sularını besliyor.
Yer altı sularını asıl besleyen, kar. Toprakta kaldığı ve yavaş yavaş eridiği için muazzam bir kaynak. Bir de kar yavaş eridiği için, nehirleri de taşırmadan besliyor. Düşünün, bir nehir yağmur sonrasında bir günde 100 bin litre su birden verecek kadar akarken, kar sonrasında 10 gün boyunca her gün 10 bin litre su verecek şekilde akıyor. Yani yağmur suyu aslında o gün tükettiğimiz miktarın çok üzerinde su sağlıyor ama akıp gittiği için bir işe yaramıyor.
Kısacası, anlaşılan o ki yağmur suyu kullanımı hem anlık bir çözüm, yani uzun vadeli değil. Hem de asıl sorunu çözmüyor.
***
Özetle; dünyamızda su hep aynı miktarda var ama ona ulaşmak artık çok daha maliyetli. Zaten tam da bu yüzden biliyorsunuz birçokları “su savaşları” çıkacağını söyleyip duruyor. Eskiden petrol için birbirine giren ülkelerin, yakında su için savaşacağını yazıp çizen çok olageldi. Ama bugüne kadar bu ne gerçekleşti ne de gerçekleşecek gibi. Zira bir ülkenin bir su kaynağı için başka bir ülkeyle savaşması, toprağını büyütmek için yani sınır değişimi için savaşa girmesi demek. Bu da siber/teknolojik savaşların damga vurması beklenen 21. yüzyılda pek mümkün görünmüyor.
Bizim kendi suyumuz için savaşmamız gerekiyor.