O kadar önemli bir gelişme ki bu, Türkiye’nin sonunda bir Su Kanunu oluyor! Çok az kaldı. Bu ne demek, biliyor musunuz? Bundan sonra suyumuz verimli kullanılacak, su doğru yönetilecek, bir su politikamız olacak, böylelikle kuraklığın önüne geçilecek demek.
Geçen hafta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “SU” için bir lansman düzenledi ve bu müjdeyi verdi. “Suyumuzu korumakla vatanımızı korumak arasında hiçbir fark yoktur. Bunun için üzerimize düşen görevler var” dedikten sonra açıkladı: Bu yıl bir Su Şûrası düzenlenecek ve suyun doğru yönetilmesi için acilen harekete geçilecek.
Neler yapılacağını ilk elden öğrendim, yazacağım. Ama önce şunu anlayalım: Su sıkıntımız ne kadar ciddi?
Su stresi
29 Mart’ta Su Şûrası’nın lansmanında Erdoğan’ın da dediği gibi: “Kişi başına kullanılabilir su miktarı dikkate alındığında, su stresi çeken bir ülkeyiz”.
Düşünün, son 50 yılda Türkiye’deki sulak alanların yarısı kullanılamaz hale gelmiş. Ki bu, tam tamına 3 Van Gölü büyüklüğünde su demek. Risk sadece yüzey sularımızla da sınırlı değil. Yer altı sularımızın seviyesi de acil alarm veriyor. Kısacası, şu an kişi başına düşen 1400 m3 su miktarı ile maalesef “su sıkıntısı olan ülke” olarak tanımlanıyoruz.
Nüfusun 2030 yılında 100 milyona ulaşacağını hesaba katınca ise, bu rakamın 1120’ye düşeceği ortaya çıkıyor. İşte tam da bu yüzden durum çok ciddi.
Kaldı ki artık tüm dünya alarm veriyor. Dünya Ekonomik Forumu’nun 2021 yılı Küresel Risk Raporu’na göre önümüzdeki 10 yıl dünyamızı bekleyen en büyük dört risk: Su krizi, bulaşıcı hastalıklar, iklim krizi ve biyolojik çeşitlilik kaybı. Farkındaysanız, hepsi de su kaynaklarıyla alakalı.
Birleşmiş Milletler’in (BM) son su raporuna göre de dünya yüzeyinin yüzde 70’inin suyla kaplı olmasına rağmen, 1.3 milyar insan temiz içme suyuna ulaşamıyor. Üç milyar insan da yılın en az bir ayında su sıkıntısı çekiyor. İnsanoğlunun üçte ikisi su kıtlığı riskiyle karşı karşıya.
Zaten Erdoğan da su lansmanında bu gidişata özellikle vurgu yaptı. “Uluslararası kuruluşlar 2025 yılına kadar su kıtlığı yüzünden 700 milyondan fazla kişinin göç riski altında kalabileceğini söylüyor. Nil Nehri havzasındaki kimi ülkeler arasında yaşanan sert tartışmalar, su meselesinin stratejik boyutunun işareti. Nüfusla birlikte artan gıda ve enerji talebiyle iklim değişikliğinin yıkıcı etkileri gelecekte daha büyük risklerin bizi beklediğini gösteriyor” derken, çok kişinin yakın gelecekte beklediği “su savaşları”na gönderme yapıyordu aslında.
Su politikası
İşte tam da bu yüzden iktidar hızla harekete geçmiş durumda. Peki nedir bu “Su Şûrası”? Sonucunda neler olacak?
Şura’nın çalışmaları Tarım ve Orman Bakanlığı çatısı altında, Bakan Bekir Pakdemirli’nin önderliğinde yürütülüyor. En aktif rolü üstlenen bürokratlardan olan Bakan Yardımcısı Akif Özkaldı da su konusunda tam bir “akil insan”. Zira uzun yıllar Orman ve Su İşleri Bakanlığı Müsteşarlığı ve Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü yapmış.
Telefonda konuştuğum Özkaldı, sonbahara kadar Su Şûrası’nın yapılıp alınan kararların uygulanmaya başlamış olacağını söylüyor. Ki bunların başında da Erdoğan’ın açıkladığı gibi- Su Kanunu geliyor. Bu kapsamda suyun doğru yönetilmesi için ele alınan 11 ana başlık var. Vatandaşların hanelerde suyu tasarruflu kullanmaları için bilinçlendirilmesi, tarım ve sanayide atık sularının kontrol edilmesi (su güvenliği), iklim değişikliğinin suya etkileri, tarımsal sulama, depolama tesisleri, ormancılığın önemi, su kaynaklarının çeşitlendirilmesi ve korunması ele alınan başlıca konular. Yağmur suyu hasadı, deniz suyunun tuzdan arındırılması gibi yeni kaynaklar yaratılması da kapsam dahilinde.
Hep yazıyorum: Dünyada su sıkıntısı çekilmesinin asıl sebebi küresel ısınma değil. En önemli sebep, su yönetiminin olmaması. Mesela düşünün, Türkiye’de tatlı suların yüzde 73’ünün kullanıldığı tarımda sadece sulama yöntemini değiştirerek bile (damla sulamaya geçerek) yüzde 70 su tasarrufu sağlayabilirsiniz. Bu muazzam bir rakam. Dolayısıyla, tarım ve sanayide su israfının önüne geçilmesi, en öncelikli mesele.
Bununla birlikte, temiz üretim yatırımlarını teşvik etmek, üretimde atık suların su kaynaklarına bırakılmasının önüne geçmek, denetimlerde sıfır tolerans yaklaşımı benimsemek, kentlerde dağıtım kayıplarını ve kaçakları önlemek ve elbette evlerimizde her damlayı tasarruf etmek, olmazsa olmazlar. Ki Cumhurbaşkanı’nın 1994-98 yılları arasında bizzat İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapmış olması, su yönetiminin her kademesine şahit olmuş olması bakımından çok büyük bir avantaj.
Kısacası, topyekûn bir yok oluşun içindeyiz hepimiz. Bunun en vurucu işareti de “su”dan geliyor. İçtiğimiz, yıkandığımız, tükettiğimiz, ama en önemlisi bedenimizin yani yaşamımızın yüzde 70’ini oluşturan sudan. O yüzden suyumuzu korumakla sadece vatanımızı korumak arasında değil; tüm dünyayı korumak, tüm yaşamı korumak arasında hiçbir fark yok aslında. Su ne kadar kirlenirse, sen de o kadar kirlenmiş; su ne kadar yok olursa, sen de o kadar yok olmuş oluyorsun. Mesele bu kadar derin...