Bu süreçte insanoğlu ikiye ayrıldı. Evde kalabilenler ve evde kalamayanlar.
Bahsettiğim, korona salgınında “Evde Kal” sloganıyla sokağa çıkmasının engellenmeye çalışıldığı yığınlar. Dünya üzerinde günlük ekmeğini kazanmak için evden çıkmazsa ailesinin ve kendisinin açlıktan ölmeye mahkûm olacağı milyarlarca insan olduğu ilk kez bu kadar açığa çıktı.
Dahası, gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkeler ekonomik çarkı durduramadıkları için, yani kaynakları kısıtlı olduğu için kendi insanlarının canını riske atmak zorunda kaldılar. Sokağa çıkma kısıtlamasını pek uygulayamadılar.
Kısacası, korona küresel ekonomik sistemin ne kadar kırılgan ve adaletsiz olduğunu iyice ayyuka çıkardı. Ülkeler arası ve ülkelerin içindeki eşitsizliklerin ne kadar arttığını ve zengin-fakir uçurumunun ne kadar açılmış olduğunu iyice gözümüzün içine soktu.
Büyüyen kim?
İşte bu ekonomik düzene çekidüzen vermeyi hedefleyen bir kitap çıkmıştı bundan tam 2 yıl önce. Oxford Üniversitesi’nde ekonomi profesörü olan Kate Raworth, “Donut Ekonomisi” kitabıyla resmen ortalığı sallamıştı. İngiliz ekonomistin tezi özetle şu: “Böyle gidersek dünyayı batıracağız. Önümüzdeki 50 yıl içinde farklı bir düzen kurmazsak, dünyanın kendini toparlaması 10 bin yıl alacak!”
***
Malum, 20. yüzyılda ekonomiler sadece GSMH (Gayri Safi Millî Hasıla) odaklı büyümeyi önemsediler. Bu düzen de toplumlarda ve dünyada eşitsizlikleri tavan yaptırdı. Düşünün ki koronadan önce dünyanın en zengin 8 kişisinin serveti en fakir 3.6 milyar kişinin toplam servetinden daha fazlaydı! Şimdi kim bilir bu oran ne olmuştur? Dahası, bu sistem ekolojik çöküşe sebep oldu. Çevreyi, doğayı, havayı darmaduman etti.
Aslında 200 yıldır bu düzen “bozmak” üzerine kurulu. Yani dünyanın bize verdiği malzemeleri alıp, istediğimiz şeyleri üretmek için bozup, sonra da o şeyleri atmamız üzerine tasarlanmış. Raworth bunu “al-yap-kullan-at” diye özetliyor. Yeryüzündeki yaşamı yok etmek üzere kurgulanmış tek yönlü bir sistem. Ekonomi de hep “Endişe etme, nasıl olsa büyüyoruz, daha fazlasını üretiriz” diye sufle yapıp durdu kulağımıza.
Bizleri bu ekonomik düzene uydurmak için de hepimizin “rasyonel ekonomik adam” haline getirildiğini anlatıyor Raworth. “Elinde para, kafasında hesap makinesi, kalbinde de egosu olan bir adam. İşinden nefret ediyor ve lüksü seviyor. Bitmeyen ihtiyaçları var. Doymuyor, doyamıyor. Her şeyin de fiyatını biliyor çünkü ona göre her şeyin bir fiyatı var. Bu rasyonel ekonomik adam sadece kendine değil, dünyaya da çok zarar vermeye başladı. Acilen yeni bir adam portresine, 21. yüzyıl için yeni bir ekonomi hikâyesine ihtiyaç var” diyor.
Yeni hikâye
Bunun için de Raworth, ekonomiyi salt matematik üzerine kurulu bir bilim dalı olmaktan çıkarıp, belirsizlikleri ve değişimi kapsayan, insanın doğasını merkeze alan bir anlayışla yeniden kurgulamak gerektiğini söylüyor. Yani daha esnek, daha kapsayıcı bir bakış açısıyla.
Bu da şunlar demek: Birincisi, piyasayı zaman zaman serbest bırakan, devletin gerektiğinde müdahale ettiği bir sistem.
İkincisi, sadece büyüme odaklı olmaktan çıkıp daha eşit dağılımı hedefleyen, ekonomiyi insan canına mal olan değil, insan hayatına hizmet eder hale getiren bir hikâye yaratmak gerektiğini söylüyor Raworth. “İnsanların beyinlerinin iş birliği, empati ve yardımlaşma güdüsüyle birbiriyle bağlantılı olduğu gerçeği üzerine kurulu; insanın doğaya hükmetmeye çalışan değil, ona derinden bağlı olduğunu kabul eden bir model yaratmamız gerekiyor” diye özetliyor.
Yani herkesin ihtiyaçlarını karşılamayı hedefleyen ve gezegenin kaynaklarını tüketmeye çalışmayan bir anlayış. Bunu da yukarıda bahsettiğim “kullan-at” dediği tek yönlü hareketi “sonsuz kullan” dediği iki yönlü harekete çevirerek yapıyor. Yani mesela atıkların tekrar kullanılması (recycling), yenilenebilir enerjiye geçilmesi gibi.
“21. yüzyıl ekonomistlerine çok iş düşüyor. Finans dünyasının ve devletin çıkarlarını insanın çıkarlarıyla ve doğasıyla harmanlamaları gerekiyor” diyor.
Neden donut?
Peki, neden “donut”? Bizim simidi andıran yuvarlak ve içi boş şeklinden dolayı aslında. Simidin çeperi, yeryüzünün sınırlarını temsil ediyor. Yani küresel ısınma, hava kirliliği, biyo çeşitliliğin kaybı vs... İç halkanın çeperi ise iyi bir yaşam için gereksinim duyduklarımız: Yemek, temiz su, konut, enerji, eğitim, sağlık hizmeti gibi şeyler. İki halka arasındakiler, dünyanın şanslıları. Simidin ortasındaki boşluk ise, işte o “Evde Kal” sloganına uyma lüksü olmayanlar.
Ama bence “donut”ın yuvarlak olması en önemli özelliği. Herkesin ve her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğunu, hepimizin aynı halkanın içinde olduğumuzu en güzel bir simit gösteriyor bana kalırsa...