CapriccioliKoltuk değneklerimin faydası oldu. Gruptaki diğerleri gibi beni kolumdan çekip zorla bir şeyler satmaya kalkmadılar. Ülkeniz güzel, insanlarınız cana yakın. Ama fiziksel özürlü insanlar için yaşaması zor bir yer galiba...”
“Maalesef” diye cevaplıyorum. Fiziksel özürlü insanların yaşamını kolaylaştırmak için pek bir şey yapılmıyor ülkemizde. Ama önlerindeki en büyük engel, cehaletten doğan önyargılar. Farklı olana karşı tolerans düzeyimiz düşük. Bir-iki fiziksel özürlü yakın arkadaşımdan biliyorum. Onları en çok rahatsız eden düşüncesiz ve kabaca davranışlar.
Muhatabım Elena 30’ların ortalarında gösteriyor. Son derece çekici ve sevimli bir bayan. İtalyanların çoğu gibi ince ama sıska değil. Yuvarlakça bir yüzü ve gamzeleri var. Kısa kesilmiş kahverengi saçları minik bukleler halinde alnına düşüyor. Devamlı gülümsediği için diş macunu reklamlarındaki modelleri andıran dişleri, dolgun dudaklarının arasından inci gibi ışıldıyor. İçi gülen mavi gözlerinin saçtığı ışığı ise Prada güneş gözlükleri bile bastıramıyor.
Elena tek bacaklı bir bayan. Dirsek hizasına gelen kırmızı koltuk değnekleri ile yürüyor.
Kocası Paolo “Bizim hanım ‘Sky is the limit’ der. Engel tanımaz” diyor.
Bu sohbetin geçtiği mekan Cala di Volpe oteli.
Hayır, ne onlar ne de biz orada kalıyoruz.
“Costa Smerelda’ya gidersen bu oteli ziyaret etmeden dönme” diyen sevgili Ömer Özgüner’in önerisi ile oradayız.
Biz Tenuta Pilastru adlı çiftlik evinde günlüğü, kahvaltı dahil, 130 avroya kalıyoruz. Cala di Volpe günde 1000 ve üstü...
Şimdi isterseniz bir gün geriye gidelim ve dört günlük Costa Smerelda hikayesini ve Paolo ve Elena ile nasıl tanıştığımızı anlatalım.
BİRİNCİ GÜN
Etler güzeldi, tatlı daha da güzeldiGünlerden perşembe.
Heyecanlıyız.
Nasıl olmayalım ki?
Hep duymuştum şu Zümrüt Kıyısı denen Costa Smerelda’yı. Sardinya Adası’nın kuzeydoğusundaki bu bakir yöreyi Ağa Han almış ve Avrupa jet sosyetesinin gözbebeği tatil mekanı haline getirmiş. Dünyanın en pahalı yazlık otelleri, villaları orada. Berlusconi’nin meşhur partilerini verdiği yazlık evi de orada, Porto Rotondo’da.
Costa Smerelda’ya en yakın havaalanı Olbia. Yarı iş yarı tatil için geldiğimiz ve iki haftadır maceralarımızı anlattığım Puglia’dan direkt uçuş yok. Biz de sabahın köründe kalkıp Napoli’ye doğru yola çıkıyoruz. Kiralık arabamızı teslim edip saat 9’da havaalanına varıyoruz. Uçağımız 11’de.
Yedi kilo fazlamız var ama “Bagajda hep İtalyan şarap ve peyniri var. Ayrıca hanım üç ayakkabı, iki de çanta aldı” deyince yetkili gülümsüyor ve bagajlarımızı kabul ediyor.
Saat 15.00 sularında otelimizdeyiz.
Her yer yemyeşil. Araya serpiştirilmiş taş evler yöreye uyumlu. Bu taş evlerden birinde kalıyoruz. Oda basit döşenmiş ama nefis manzaralı bir terası var ve kullanışlı.
Ama ben otelde fazla zaman geçirmek istemiyorum. Zümrüt Kıyısı’nı çok merak ediyorum.
Resepsiyondaki kız iki plajı tavsiye ediyor. Il Principe ve Capriccioli. Elimize harita verip yerlerini işaretliyor.
Kaldığımız Arzachena mevkiinden tavsiye edilen Capriccioli’ye varmak 20-25 dakika.
Plaj olağanüstü. Kumsal, deniz pırıl pırıl ve tertemiz. Mavinin, yeşilin her türlüsü birbirine geçmiş.
Dönerken etrafıma bakınıyorum.
Öyle pek bir yapılaşma göremiyorum. Hepsi birbirinden güzel girintili çıkıntılı koylar ve her taraf yeşillik. Arabayı devamlı durdurup fotoğraf çekiyoruz.
Zuppa gallurese’yi düşündüğüm zaman
bile ağzım sulanıyor
Duşumuzu aldıktan sonra Tenuta Pilastru’da yemeğe geçiyoruz.
Yemek salonu İsviçre’deki dağ köylerindeki ahşap, “chalet” denen villaları anımsatıyor. Masalar hıncahınç dolu. Bize ayrılan iki kişilik masa köşede.
Daha oturur oturmaz önümüze 15 çeşit meze geliyor. Salçalı ve galeta ununa bulanarak kızartılmış köfteleri (dana eti), soğanlı ciğer yahnileri, zeytin ezmeleri, isli ricotta peynirleri (keçi) ve kendi yapımları salam ile sucukları (domuz) benim özellikle hoşuma gidiyor.
Ama asıl başyapıtlar hamur işleri.
Belki içi taze lor ya da ricotta peynirli ve kekikli, sarımsaklı taze domates soslu ravyoliyi her yerde bulursunuz.
Ama bu kadar taze ve güzelini az bulursunuz. Bir de hamur daha ince olsa mükemmel olacak.
Öte yandan ikinci hamur işi. Adı “zuppa gallurese”.
Düşündükçe bile ağzım sulanıyor.
Bizim su böreğine çok benziyor.
Ama içinde iki ayrı peynir var: granpadano ve caciocavallo.
Ama ne olduğunu anlayamadığım, insanın içini ısıtan bir lezzet.
Sorup öğreniyorum. Meğer hamur katlarını suda değil, et suyunda pişirmişler. Dana ve kuzu eti kemiklerinin kaynatılması ile elde edilen özel bir bulyonda.
Bazı okuyucularımın hassasiyetini bildiğimden et suyunda domuz da kullanıldı mı diye soruyorum.
Kesinlikle yokmuş.
Ana yemek lokantanın özel yemeği olan ve yabani böğürtlen sosuyla zenginleştirilen domuz çevirme.
Bize onu sunuyorlar ama yanında bir de dana ızgara biftek. Nefis de sote patatesler.
Domuz konusunda soru sorduğum için belki yemediğimi düşünüp bir de biftek getirmişler.
Ne güzel bir jest. Ne düşünceli. İşte İtalya’yı bunun için çok seviyorum. Katı değiller. Hoşgörülüler. Sizi mutlu edince onlar da mutlu oluyor.
Etler güzel de tatlı daha da nefis. Bir nevi içi
peynirli ve üstüne kendi ürettikleri bal dokülmüş puf böreği. Adı “seada” imiş.
İki kahve. Bol çörek. Bir şişe ve bir önceki cuma günkü yazımda bahsettiğim şarap.
Hesap? İki kişi 64 Euro.
La GrittaİKİNCİ GÜN“Eski düzeyinde değil” demişlerdi, haklılarmışCuma sabahı. Mutlu ve huzurlu uyanıyoruz.
Gök masmavi. Hava limonata gibi. İçimizden kahvaltı etmek gelmiyor. Bir kapuçino yeter. Kendimizi plaja atmak istiyoruz.
Bu sefer de Il Principe’yi deneyelim diyoruz.
Il Principe işaretini görünce arabayı park ediyoruz. Herkesin yürüdüğü yönde yürümeye başlıyoruz.
Plaj Capriccioli gibi 50 metre mesafede değil. En az 1.5 kilometre. Hadi orasını anladık da yol dar patika. Ancak keçilerin rahat hareket edeceği, eğri büğrü ve çok dar. Ben akla karayı seçiyorum.
Ama plajın ilk görüntüsü karşıma çıkar çıkmaz adeta nefesim kesiliyor.
Olmaz böyle güzellik! Kum da incecik. İpek gibi.
Kiraladığımız şezlonglara yerleşiyoruz.
Hanım Amin Maalouf’un bir romanını okuyor.
Yandaki şezlongdaki bayan ona bir şeyler söylüyor. Meğer o da Maalouf’u çok beğenirmiş. Hoş bir sohbete başlıyorlar İngilizce.
Dönüp bakıyorum.Çok cazip bir bayan gülümsüyor ve elini uzatıyor. İşte yukarıda bahsettiğim Elena ve kocası Paolo ile tanışmamız böyle oluyor.
Elena’nın koltuk değnekleri ile o dar patika yolu nasıl kat ettiğini merak ediyor ama sormuyorum.
Plajda sekiz saat kalıyor ve öğlen yemeğini plajın barakasında birlikte bir pizza yiyerek geçiştiriyoruz.
Çok iyi kaynaşıyoruz. İkisi de Kuzey İtalyan. Elena bir reklam şirketinde kreatif direktor. Paolo ise mimar.
Bizim gibi yemeğe ve şaraba meraklılar ve Sardinya’ya üçüncü ziyaretleri. İyi lokantaları biliyorlar.
Turist demek, yolunacak kaz demekErtesi gün aynı plajda buluşacak ve akşam da onların tavsiye ettiği Lu Stazzu lokantasında birlikte yiyeceğiz. Ama cuma akşamı bizim La Gritta adlı deniz ürünleri ile ünlü lokantada rezervasyonumuz var. Onlar “La Gritta eski düzeyinde değil” diyorlar.
Maalesef haklılar. Ahtapot salata ve peynir tabağı çok güzel ama kalkan balığı fileto epey buzdolabında kalmış ve keyif vermiyor. Karışık deniz kereviti ve jumbo karides ızgara da fazla piştiğinden kurumuş.
Peynir tabağı istediğimizde birer kadeh Fransız tatlı şarabı Sauternes “ikram” ediyorlar. İkramı tırnak içine aldım çünkü ikram gibi yapıyorlar. Hesap gelince son derece vasat şaraba kadeh başı 17 avro yazdıklarını görünce de şoke oluyorum.
Belli ki bu yöredeki bazı lokantalar yolunacak kaz gibi görüyor turisti. “Çirkin İtalyan” da var.
“Bakalım Elena’nın tavsiyesi nasıl çıkacak yarın” diye soruyorum hanıma. “Zevkli insanlar, eminim çok iyi zaman geçireceğiz” diyor.
Haklı olup olmadığının cevabını da haftaya verelim.