Vedat Milor

Vedat Milor

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Tipik bir Fransız bistrosu



Asmalımescit’teki La Brise’e ayak basar basmaz içinizi sıcak bir his kaplıyor. Restoranın ana yemekleri de Avrupa çapında


Her işin bir zor yanı var tabii.
Bu işin en zor yanı şu: Tanıdığınız birinin lokantasını ziyaret etmek.
Beğenmezseniz ne olacak? Ya yalan söyleyeceksiniz ya da doğruyu söyleyip bunun sonucunda doğacak hayal kırıklığına katlanacaksınız. Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık.
Herhalde bu nedenle açıldığından beri La Brise’e yemek yemeye gitmekten hep korktum.
Korktum çünkü Teoman Hünal beyi tanıyor ve sohbetinden keyif alıyorum.
Öte yandan beni asıl korkutan buranın büyük patronunun Teoman bey olması değildi.
Her işadamı yeni bir işe yatırım yaparken bazı riskler alır. Bunların içinde pozitif olmayan eleştiriler de var. Hiçbir lokanta negatif bir eleştiri yüzünden batmaz. Eğer o lokantanın devamlı ve iyi bir müşteri kitlesi varsa bu kitle “eleştirmenin bu işten anlamadığını” düşünür ama lokantasından vazgeçmez. Ayrıca eleştiri yapıcı ve patron akıllı ise, eleştiri daha iyisini yapmak için itici bir güç haline dönüşür ve herkes kazançlı çıkar.
Bu yüzden ben gönül rahatlığı ile düşündüğümü söylemeye devam ediyorum.
La Brise için ise durumun biraz farklı olduğunu düşündüm.
Farkı yaratan şu: Teoman Hünal buraya sadece para koymamış. Mutfağın başında sevgili kızı var.
Ben de bir kız babası olarak onun duygu ve düşüncelerini çok iyi anlıyorum.
Para, pul, dünya bir yana... İnsanın kızı
bir yana.
Bunu bildiğim için kendi kendime bir karar aldım.
Eğer yediklerimi kötü bulursam Teoman beyi gücendirmek pahasına bile olsa bir yazı yazmayacak ve sorarsa ona düşündüklerimi açıkça söyleyecektim.
Allah’a şükür korktuğum başıma gelmedi. Tam tersine, daha içeri ayak basar basmaz sıcak bir his kapladı içimi.

Foyam meydana çıkacaktı!
Tipik bir Fransız mahalle bistrosunun havasında bir yer. Sıcak ve samimi bir ambiyans. Sınırlı sayıda masa var ve çiftlerin yan yana oturması mümkün. Bizde moda olan hangar türü ve fabrikasyon yemek yenen lokantaların tam tersi. Gerçekten romantik bir akşam için ideal.
Daha içeri girer girmez de güzel lokantaların müdavimi olan bir arkadaşım ve gerçek bir hanımefendi olan eşi ile karşılaşmam güzel bir sürpriz oldu.
Biz iki erkek, iki bayanız. Ama yanımızdaki bayanlar iş arkadaşlarımız.
Arkadaşımın eşi, benim eşimi tanıyor. Hemen soruverdi: “Eşiniz ve kızınız nasıl Vedat bey?”
İnsanın kendisini ve eşini düşünen dostlarının olması ne güzel bir şey.
Eğer yanımdaki bayan kazara, şey, ne diyeyim, “kız arkadaşım” olsa ve beni bekar bilse daha foyam o anda tüm çıplaklığı ile ortaya çıkmış olacaktı!
Tabii yemek de zehir olacaktı. Dünyanın en iyi lokantasına bile gitsen yanındaki bayan somurtup durursa o yemek keyif vermez.
Böyle bir durumda kızmak mı lazım, sevinmek mi?
Ben seviniyorum.
Yaşadığımız dünya koşulları ve acımasız rekabet “aile” denen dünyanın en eski ve saygıdeğer ve mutlu bir toplumun ana direği olan temel bir kurumunu tehdit ediyor.
Batı toplumlarında insanlar birbirlerine karşı iyice vurdumduymaz hale gelmiş. Mutlu bir aile gereksiz yere yıkılmış, yıkılmamış, kimsenin umurunda değil. Herkes kendi havasında ve kendi derdinde.
Washington D.C’de yaşarken iyi tanıdığım, birbirini seven bir çift vardı. Ama her ikisi de keçi gibi inatçı. İnatları yüzünden boşandılar. Arkadaşımın bir gün bana “Vedat Türkiye’de yaşasak bu olmazdı, arkadaşlar devreye girip bizi nizama sokarlardı, burada insanlara vız gelip tırıs geçiyor” dediğini hatırlıyorum.
Demek ki bizde bazı değerler hâlâ ölmemiş.

Biranın yanında Camembert
Ancak böyle ciddi ve sosyolojik gözlemlerden sonra insanın ferahlaması lazım.
Bunun için de ideali şarap değil. Buz gibi ama şahsiyeti olan bir bira!
La Brise bu iş için biçilmiş kaftan.
Biz de yemeğimize Teoman beyin önerdiği nefis bir Alman birası ile başlıyoruz. İsli bira.
Bu biranın yanında pane Camembert peynirini tavsiye ederim.
Bu peynir Büyülübağ İris roze ile de çok iyi uyum sağlamıştı geçen yazdan hatırladığıma göre.
Gerçekten lezzetli bir peynir Camembert. Çiğ yerseniz iyi bir roze ile deneyin derim. Ama una bulanıp kızartılmış olanı gerçekten derinliği olan, güzel bir bira ile iyi gidiyor.
Bu güzel başlangıç yemeğinin dışında iki öğününün daha tadına baktık.
Soğanlı tart ve tereyağında karides.
Bunların yanında da ülkemizdeki en iyi Sauvignon’lardan iki tanesi: 2006 Kavaklıdere Cote d’Avanos ve 2008 Sarafin Sauvignon.
Her iki şarabın da ortak özelliği, ülkemizde üretilen birçok beyazın aksine asidite açısından zengin ve canlı olmaları. Yani hantal ve ağır içimli değiller. Sarafin gençliğin verdiği coşku ile damakta adeta dans ediyor ve içerken insanı yormuyor. İnsanın içtikçe içesi geliyor. Kavaklıdere iki sene fazla yıllanmış olmasının avantajı ile daha yoğun ve kadifemsi bir dokuya kavuşmuş. Bitimi de oldukça uzun.
Her iki şarap da bol sarmısaklı ve bol tereyağlı karidese iyi eşlik etti. Soğanlı tart ile de sırıtmadılar. Tart önceden pişirilip sonradan ısıtılmış olmasına rağmen lezzetli idi çünkü soğanlar yanmadan karamelize edilmişti. Karideste ise taze karides lezzeti yoktu ama bol tereyağı kullanıldığı için sosuna ekmek banıp yememek olanaksız idi.

Fransa’da bundan iyisi yok
Öte yandan lokantanın asıl başyapıtları ana yemekler.
Özellikle de “steak tartare”, yani bol baharatlı Fransız tipi çiğ köfte.
Fransa’da bundan daha lezzetlisini yapan bir yer biliyorsanız söyleyin, ben de öğreneyim.
Steak tartare’ın bu kadar iyi olmasının başta gelen nedeni kullanılan bonfilenin kalitesi.
Aynı bonfileden La Brise iki kişilik bir “chateaubriand” da hazırlıyor. Şarap sosu ile pişmiş, bol tereyağı ve sarmısaklı.

Tam istediğimiz gibi pişmiş: Orta az.
Bonfileye çok düşkün olduğumu söyleyemem. Yumuşaktır ama bence etin en lezzetli kısmı değildir.
Ama istisnai durumlar var tabii.
La Brise’deki bonfile dört dörtlük. Hem yumuşak hem lezzetli.
Hem de steak tartare ve chateaubriandin yanında gelen sote patatesler çok iyi idi.
Bu güzel etlerin yanında da daha evvel bu sütunlarda çok başarılı bulduğunu söylediğim 2007 Doluca Signium şarabını içtik.
Arkasından da “Fransa’da bu kadar iyisi zor” diyemeyeceğim ama gözümü kapasam kendimi Fransa’da sanacağım bir milföy tatlısı yedik. Romlu milföy.
Maalesef tebrik ve teşekkür etmek için Teoman beyin kızı ile tanışamadım. O hafta New York’ta imiş.
Görüşebilsem hem tebrik edecek hem de bonfileyi pişirmeden önce (en azından isteyenler için) güzel bir deniz tuzu ile ovmasını rica edecektim.
Babasına nasıl olsa tuz dokunmaz.
İyi bira ve şarap içen insan ruhen ve bedenen yaşlanmıyor ne de olsa!