Sirkeci’deki Can Oba, Paris’te olsa en iyimser tahminle adı Michelin rehberinde geçen bir lokanta olur. Ama şu anda İstanbul’da, fiyat/kalite açısından gerçek Batılı modern mutfak alanında bir numara
Baştan savma iş yaparız ama kafakola almayı iyi biliriz! Sanırım bu genellememi haksız bulmazsınız. İstisnalar kuralı bozmaz. Can Oba, Sirkeci’de 30-40 kişilik bir lokanta. Almanya’nın ciddi lokantalarında uzun seneler çalışmış olan Can Oba burada oldukça mütevazı şartlarda çok iyi işler yapıyor. İyiye ve güzele aç olan Türk insanını palavra ya da çakma olmayan yabancı mutfakla tanıştırıyor.
Kabiliyet, gayret ve sistematik çalışma bir araya gelmiş, kendisine yavaş yavaş ve giderek artan bir sorumluluk verilmiş ve epeyce sınavı başarıyla atlattıktan sonra İstanbul’da lokanta açmış Can Oba.
Bizde insanların hak ettikleri mevkilere geldiğini söylesem bana bilmemnenizle gülersiniz.
Haklısınız. Nasıl ki lokantalarda verdiğiniz fiyatla bulduğunuz kalite arasında bir ilişki yok, siyasi ya da ekonomik güç sahibi ya da bir ünlü olmakla bu durumu hak etmek
arasında da pek bir ilişki yok.
Bunun nedeni basit. Devlet toplum için değil, toplum devlet için var olmuş
ve oluyor ülkemizde. Adalet sisteminin işleyişi sorunlu ve daha çok, devleti ona karşı işlenmiş olduğu farz edilen ve tanımı devamlı değişen suçlardan korumaya yönelmiş. Diğer taraftan da uygar adaletin temeli olan mülkiyet hakları -ki buna fikri mülkiyet de dahil- tam bir güvenceye alınmış değil.
Başardığımızı sanıp kendi kendimizi aldatıyoruz
Bir burjuva devrimi yaşamamışız. Büyük servetlerin kaynağında dünya pazarında rekabet gücü değil, devletle yakın ilişkiler yatıyor. Siyasi belirsizlik ve iş kesiminin devlete bağımlılığı devamlı bir istikrarsızlık yaratıyor. Bu durumda kısa vadeli ve nakit parayı kolay kazanan alanlara yöneliyor iş kesimi. Uzun süreli yatırım yapılamadığı için işadamları çok varlıklı olsalar bile şirketleri fakir,
Açtığı lokantaya kendi adını verdi
Batı dünyasında lokanta sahipleri genellikle aşçılar. Üst düzey aşçılar ya lokantanın sahibi ya da ortaklar. Bunun dışında bazı üst düzey lokantalarda (örneğin Ducasse, Robuchon) çalışıyorlar ve herkes onların kim olduğunu ve geçmişini biliyor.
Bizde ise lüks denen lokantalarda işletmeciler işin başında. Genellikle tekstil ve inşaat sektöründen gelen işletmeciler Batı’da “restaurateur” denen ve tek işi bu olan lokanta işletmecisinden çok farklı. Öneğin
New York Le Cirque lokantası sahibi Sirio Maccioni ya da Paris’in ünlü
Tour d’Argent lokantası sahibi
Claude Terrail adları haklı olarak efsaneleşmiş restaurateur’lerdi.
Ben gerçek anlamda ve yukarıdaki iki adla eş değerde tek bir restaurateur biliyorum İstanbul’da: Beyti Güler.
Durum böyleyken Can Oba’nın kendi adını lokantasına vermesi ve işin başında olması ne güzel. Yaptığı işle şöhreti ve haysiyeti dolaysız ilintili.
Mühim olan netice mi?
Neden biz yurttaş, tüketici, çalışan olarak doğruya, güzele,
bu kadar aç hale getirildik? Neden özlemlerimizle gerçekler arasında bir uçurum var? Neden Murathan Mungan’ın vecizesindeki gibi “en kolay olan mağdur,
en zor olan rezil olmak” bu ülkede?
İşlerini baştan savma yapanlar, menfaatleri gerektirdiğinde sizi kafakola almayı çok
iyi bilirler. Tipik bir Doğulu davranış biçimi. Hep böyle olmuş ve olacak. Nedeni şu: Mühim olan netice! Atılan gol ofsayt olsa bile herkes gözünü kapatıyor. Kolay yoldan gol atıyorsak neden zora sokalım ki kendimizi? Uygar ve gelişmiş ülkelerin bireyleri de bizden farklı değil. Kim ister çok çalışmak az çabayla sonuca varmak mümkünken? Ama oralarda sistem farklı. Bazı dengeler kurulmuş. Kurumlar oturmuş. Yeteneklerin ve çalışma gücünle hayatta geldiğin nokta arasında bir ilişki kurulmuş. Can Oba böyle bir sistemin ürünü. n