Korsika’da L’Ile Rousse ve Bonifacio çok sevdiğim iki kasaba. Burası doğal kalmış ama mahrumiyet bölgesi olarak da kalmamış. Yemeği ve şarabı da iyi
Yazın Korsika adasından aldığım hazzı hiçbir tatil yerinde bulamadığımı söyleyebilirim. Bunun başlıca nedeni adanın doğal kalması ama mahrumiyet bölgesi de olmaması.
Bir diğer neden de yemek ve şarapların iyi olması.
Şarap konusunu başka bir yazıda anlatacağım.
L’Ile Rousse, Bonifacio ile birlikte benim adada en çok sevdiğim ikinci kıyı kasabası.
Burada son üç senedir aynı otelde kalıyorum. L’Ile Rousse’a altı kilometre. mesafede ve tepede Monticiello kasabasında
A PASTURELLA.
La Pasturella bence Michelin yıldızı hak eden bir lokanta
A PASTURELLA
Otel bildiğim kadarı ile sadece iki yıldızlı. Ama keseme uygun olmasının dışında inanın bizdeki beş yıldızlı ‘business otel’lerin çoğundan daha rahat bana göre. Belki bizi artık tanıyıp sevdiklerinden daha geniş ve terası olan bir oda veriyorlar. Teras olması önemli çünkü denizden kumlu ve ıslak gelince havlularınızı ve mayolarınızı kurutacak bir yere ihtiyaç var. Ayrıca banyo tertemiz ve klima da gürültü yapmadan çalışıyor.
Üçümüz ailecek günde 100 avro veriyoruz.
Fakat benim bu otele duygusal olarak bağlı olmamın bir nedeni daha var.
Otelin girişindeki teras ve Adolf.
Teras minik kasabanın sevimli meydanında. Meydan dediysem Taksim meydanı değil. Oval küçük bir meydan. Etrafı taş evler ve bir kilise ile çevrili. Bir de toprak bir boş alan var. Burada müthiş iddialı ‘petanque’ ya da ‘boule’ denen Fransızların milli sporu düelloları yapılıyor. Ekipler ikişer kişilik. Yaşlı, başlı, göbekli, dudaklarında sigara ve müthiş esprili oyuncular biryandan bana göre inanılmaz yeteneklerini konuştururken bizde usta tavlacıların yaptığı gibi birbirlerini devamlı iğneliyorlar. Ben seyretmekten büyük keyif alıyorum.
Adolf, Pasturella otelinin sahibi olan
ailenin bir ferdi. Aynı zamanda mutfağın başında. Özellikle gündüz kahvaltı zamanı ve akşamüzeri Pastis zamanı (bizim rakıya benzer Fransız milli aperetifi) terasa çıkıyor ve müşterilerin çoğu arkadaşı. Beni her gördüğünde iki yanağımdan öpmesi o kadar samimi ki kendimi ailenin bir ferdi gibi hissediyorum.
Böyle hisseden tek ben değilim tabii. Müşterilerin çoğu otelin devamlı müdavimleri ya da kasabanın sakinleri. Herkes herkesi tanıyor ve tanımasa da hemen samimiyet kuruluyor.
Akşam yemeği öncesi geçen hafta ölen efsanevi Patrick Ricard’ın Ricard’ını yudumlayıp çerez olarak gelen şarküterileri atıştırırken Adolf ile sohbet etmek, kitap okumak, petanque seyretmek... Bunlar benim için dünyanın önde gelen hazlarından.
Bundan sonra da La Pasturella’nın enfes yemeklerini yediğiniz zaman gerçekten zirveye çıkıyor bu haz.
La Pasturella Michelin’de adı zikredilen ve bence yıldızı hak eden bir lokanta.
Yıldız almıyorlar çünkü prezantasyon ve süslemeden çok lezzete önem veriyorlar.
Ben burada özellikle sıcak mezeleri çok seviyorum.
Örneğin; deniz kestanesi soslu pavurya lazanyası.. Zeytinli, domatesli tart ya da domates böreği. Demeti meyhanede yediğim ve beğendiğim ama burada daha sofistike biçimden domates ve patates dilimleri ile gelen füme hamsi. Enginar böreği...
Sonra deniz ürünlü çorbalarına bayılıyorum. Bouillabaisse değil, “soupe de poisons”. Kullanılan balıklar kaya balıkları, bu yüzden çorba çok lezzetli. Yanında bir nevi acılı mayonez olan “rouille” ve sarmısak dişleri ve kruton denen kızarmış ekmek ile geliyor. Ekmeklerin üzerine bu sarmısak dişlerini bir güzel yedirip sonra rouille sürüyor ve sonra da bu kızarmış ekmekleri çorbaya atıyorsunuz.
Doğrusunu söyleyeyim. Lezzet harika ama bütün gece susuyorsunuz. Sarmısak seven için bir şölen, sevmeyen için bir eziyet.
Ceylan da annesi ve babası gibi çok seviyor. Ayrıca ailenin bir ferdi yiyorsa hepsi yemeli elbette ya da bu çorbayı içen ayrı odada uyumalı!
Ana yemek olarak hep balık alıyorum bu lokantada çünkü Adolf haftada iki kez taze balık alıyor.
Balıkları genelde Akdeniz usulü pişiyor. Fırında ve zeytinyağı, domates ve patates ile. Hafif ve lezzetli.
A Pasturella’nın kuvvetli bir diğer tarafı da dondurmalar.
Bana göre Paris’teki Berthillon ile birlikte Fransa’nın en iyi iki dondurma ustasından biri olan Geronimi dondurmaları bulunuyor burada. Geronimi, Korsikali ve Adolf’un arkadaşı. O kadar doğal ve yoğun lezzeti olan dondurmalar yapıyor ki özellikle meyveli olanları (sorbet) yerken sanki o meyvenin özünü yiyorsunuz. Şeker içlerinde hiç yok. Ben özellikle Pers limonu, şampanya (bu dondurmayı özel hazırlamış Moet Chandon gurubu için) ve yaban mersini dondurmalarını gerçek dışı buluyorum. O kadar lezzetli.
L’Ile Rousse’da iken biz hep aynı özel plaja gidiyoruz.
La Siesta’nın mutfağı özellikle deniz ürünlerinde başarılı
LA SIESTA
Kiraladığınız şezlong ve şemsiyeler Fransız Rivyerası’na göre çok ucuz.
Deniz güzel. Kumsal. Genelde akvaryum gibi su. Arada dalgalı da olabiliyor ama.
Siesta’nın mutfağı özellikle deniz ürünlerinde başarılı. Sahibi Monsieur Andre eski balıkçı. Kesinlikle yetiştirme balık bulundurmuyor lokantasında.
Ben burada özellikle iki kişilik tuzda levrek ve ızgara böceğe bayılıyorum. Monsieur Andre havuzdan (vivier) bizim için özellikle dişi böcek seçiyor ve yumurtasından kendisi sos hazırlıyor.
Bir de içinde tatlımsı bir şarap ve krema ile domates kullandıkları midye yemeği “moule mariniere” harika burada. Fiyat da gayet ehven. İki kişiyi doyuruyor bir porsiyon.
14 avro.
Limonlu tart ve Isula Rossa denen tart da hiç fena değil.
Ama benim bir şikayetim var
A Siesta’dan.
Geçen seneye kadar güzel ve tanesi yedi-sekiz avroya pizzalar da hazırlıyorlardı. Teorik olarak çocuklar için ama ben de seviyordum ve eğer bir gün balık yemişsek diğer gün pizza ısmarlayıp bütçemizi aşmamaya çalışıyorduk. Bu sene pizzayı kaldırmışlar.
Biz de ne yaptık? İki kez şehre yürüdük ve pizzayı orada yedik. La Siesta, L’lle Rousse şehir merkezine beş dakika.
Elbette sadece bu iki lokantada yemek yemedik, L’lle Rousse’ta.
Diğerlerini de isterseniz haftaya anlatayım.
Tebrikler Sunset
Prestiji yüksek bir şarap dergisi olan Amerikan dergisi Wine Spectator lokantaları şarap menüsü açısından inceler ve üç farklı ödül verir.
Menüsü zengin ve çeşitli lokantalar “Award of Excellence”a layık görülür.
Daha az sayıda lokanta “Best Award of Excellence” alır.
Sayısı yanılmıyorsam tüm dünyada 70-80’i geçmeyen inanılmaz şarap menülerine sahip lokantalar da “Grand Award of Excellence” alır. Paris’teki Tour d’Argent gibi.
Sunset, Best Award of Excellence almış. Bu ülkemizde ilk kez oluyor.
Kendilerini tebrik ederim.
Bu olayı kutlamak için Sunset’e Barış Tansever Bey’in davetlisi olarak gittim.
Yemek gerçekten Michelin bir yıldız düzeyi idi ama bu özel bir yemek olduğu için değerlendirme yapmam ve not vermem prensiplerime aykırı.
Ancak iki noktayı belirtmeden geçemeyeceğim.
Önümüze gelen suşiyi benden önce Ertuğrul Özkök Bey ağzına attı ve “Tebrikler Barışcığım” dedi.
Ben de deneyince şaşırdım. Türk işi değil gerçek suşi. Avrupa’nın iyi Japon lokantaları ayarında.
İkincisi de tereyağlı ve soya soslu deniz salyangozu.
Demek bizde de çıkıyormuş!
Bence harikaydı.
Bu öğünü iyi ve asidite açısından zengin bir kırmızı şarapla eşlendirme cesaretini gösteren lokantanın somölyesi Süleyman Bey’i de tebrik ederim.
Yemekten son derece mutlu ve ülkemizde bazı şeylerin iyiye gittiğini düşünerek ayrıldım.